Çağdaş Türk Edebiyatı’nda ne de güzel şeyler oluyor! Özgün fikirler birbirini kovalarken, edebiyatımız yepyeni isimlere ve güçlü kalemlere kavuşuyor. Üstelik genç yazarların enerjisi eserlerinde öyle bir birikiyor ki, siz kapağını açtığınızda suratınıza doğru kocaman bir kahkaha gibi patlıyor. İşte bu alandaki okumalarımın son durağı Mevsim Yenice ve ilk kitabı Tekme Tokatlı Şehir Rehberi oldu.
Bu kitap Mevsim Yenice’nin her ne kadar ilk kitabı olsa da, yazın dünyası ona hiç de yabancı değil. Kendisi başta Varlık gibi edebiyatımızın duayen dergilerinden birinde öyküleri yayımlanmış biri olmakla birlikte, Sözcükler, Psikeart, Post Öykü, Karahindiba, Öykülem, Edebiyatist, Peyniraltı Edebiyatı, altZine ve çeşitli fanzinlerde de yer aldı. Dahası, 2015’te altKitap Öykü Yarışması’nda birinci oldu ve öyküleri hem 2015 hem de 2016 yıllarında, iki farklı öykü dosyasıyla Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde “dikkate değer” bulundu.
Diyorum ya, yazın dünyası bu isme hiç de yabancı değil. Mevsim Yenice halihazırda bir okur kitlesiyle araladı kitap dünyasının kapılarını. İçeri girerken de görülüyor ki ne tökezledi, ne de tereddüt etti. Üstelik tekmeli tokatlı bir giriş de yaptı.
Omuzlarında dergi ve fanzinlerde yazarken birikmiş tozlar, kalemindeyse bir alışkanlık var. Alışkanlıktan kastımsa yazma alışkanlığının ta kendisi. Bir disiplin de diyebiliriz. İlk kitabın heyecanını kendisi illa ki yaşamıştır, ama ortaya çıkan sonuçta heyecana yenik düşmeler göremedim. Ne mutlu.
Tekme Tokatlı Şehir Rehberi, adındaki dinamizmi öykülerine de taşıyor. İsmindeki tekmeler ve tokatları da kelime anlamlarıyla hikâyelerde görmekse ayrı bir mutluluk kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. 11 öyküden oluşan kitap, altKitap öykü Yarışması’nın galibi olan hikâyesi Açık Artırma ile açılışı yapıyor. Böylece biz de yazarın ilk kitabına dair bahisleri açmış oluyoruz. Pek de güzel karşılıyor bizleri hani, çünkü kitaptaki favorilerimden biri bu öykü oldu. Girişlerin önemini insan ilişkilerinde bile hissediyorken bu durum yazarın hanesine bir artı puan daha getiriyor.
Yazar, öykülerinde kullandığı fikirlerle okurunun dikkatini üzerinde topluyor. Kendini Freud’a benzeten emekli felsefe öğretmeni dedeler, sokaklara yediği yemeklerin artığını atarak tilkileri besleyen şeker bağımlısı yetişkinler, yerleştiği şehirde yaşadığı bunalımlarından dayak yiyerek kurtulan adamlar, kulaklarında Sümer mitiolojisinin tanrı ve tanrıçalarını taşıyan kadınlar… Her biri kendi açısından kusurlu ve toplum için kesinlikle sıra dışılar. Onlar çoğunluğun bireyleri değiller. Hepsi başlı başına bireysel toplumlar. Ama kendilerini oldukları gibi kabul ettikleri için onların halk içindeki bocalamalarını değil, aksine, oldukları gibi yaşayışlarıyla görüyoruz. Bu öykülerde dışlanmalara yer yok; kocaman kabullenişler, okura da bal gibi kabul ettirmeler var. Böylece öykülerin genel çatısına sinmiş bir özgünlük aurasıyla baş başa kalıyoruz.
Mevsim Yenice’nin öykülerinde birikmiş bir enerji de var. Betimlemelerindeyse bu potansiyel enerji birden bire serbest kalarak kinetiğe dönüşüyor, harekete geçiyor ve zihinlerimizde akıp gidiyor. Yazarın tarzında çocuksu kıpırtılar mevcut. Böylece en ummadık anda bizi nakavt etse dahi öykülerindeki o “kalk gidelim” hissi bizi hiç bırakmıyor.
Tekme Tokatlı Şehir Rehberi, bizi hep eğleneceğimize dair de bir güzel de kandırıyor. Yazarın enerjisi ve betimlemelerindeki gücü satır aralarından taşarken ansızın keskin dönüşlerle bizi savuruveriyor. Çünkü eğlenceli öykülerinin bir kısmının altında derin bir hüzün de saklı. Onların da altındaysa karakter analizleri ve ince işçilik mevcut. Ayrıca, yazarın kadın olmasının etkisini de görüyoruz. Kadın yazarlarda görmeye alışık olduğum o başını alıp gitme dürtüsü öykülerden birinde apaçık karşımıza çıkarken, her karakterin kişilik ve iç dünyasındaki derinlik de dikkat çekici. Diyorum ya, kadın yazarlarda görmeye alışık olduğum, kadınların detaycılığıyla birleşen bir yazma stili bu. Mevsim Yenice de bu 112 sayfalık kısa kitabında karakterlerini kuytu köşe demeden analiz ediyor. Sonra da gördüklerini, onların öyküleri bizlere anlatıyor.
Kitabın bir diğer hoşuma giden kısmıysa durumları anlatırken yaptığı benzetmeler. Hani hepimizin çok iyi bildiği ama bir öyküde durumu özetlerken aklımıza gelmeyecek, oysaki olaya cuk oturan cinsten. Bu da yazarın kaleminin gücüne işaret. Muzipliği de bir zeka göstergesi.
Tekmeli tokatlı, muzip ve hin, ama bir o kadar da hüzünlü. İşte bu kitabın barındırdığı öykülerin özeti bu. Buradan hareketle şunu da söylemezsem olmaz: Çağdaş Türk Edebiyatı artık kaleminden muziplik fışkıran, arsız (iyi anlamda!) yazarların temsil ettiği bir forma büründü. Edebiyat da nesillerle birlikte değişerek, kendini kaleme alan yazarların kisvesi altına bürünür ya, Çağdaş Türk Edebiyatı da işte tam bu şekilde Y Kuşağı’nın risk alan, başına buyruk, fazlasıyla yaratıcı ve değişimden yana olan özelliklerini gümbür gümbür taşıyor. İnanıyorum ki gelecekte bu dönemin yeni yazarları ustalar konumuna eriştiğinde onların bu eserleri bir bakıma devrimsel sayılacak. En azından bir Y Kuşağı okuru olarak böyle olmasını gönülden diliyor ve kuşağımın yazarlarının edebiyatımıza kattığı yeni soluktan dolayı pek bir keyifleniyorum.
Yaşasın yerli edebiyat. Yaşasın Çağdaş Türk Edebiyatı.
Kitabı sizin yorumunuz sayesinde edindim. Zaten sizin yorumlarınız cebimizi fena tehdit ediyor, söyleyeyim.
Ben de heyecan duydum bu kitabı okurken. Hem batılı bir hareketlilik hem bize yakışır bir hüzün vardı öykülerde.
Karanlık öyküler olmasa da kara öykülerdi.
Sizin de dediğiniz gibi Mevsim Yenice’nin esprili dili ile bizi hoş bir yere götüreceğini düşünürken birden duvara çarpıyoruz çoğu öyküde.
Ben sürekli Etgar Keret’e benzettim Yenice’nin tarzını. Zaten “Ya Da” öyküsünü de Keret’in “Kir” (Nimrod Çıldırışları) öyküsüne nazire olarak yazmış Mevsim Hanım. Tüm öykülerde Keret’inkine benzer bir olağandışılık var, garipsiyorsunuz olanları, “olmaz öyle şey” dedim öykülerin başında; ama yavaş yavaş içine çekilip tokadı yedim. Yazar tekme tokat okuyucuya dalıyor çünkü, sezdirmeden. Karnınıza yediğiniz yumruğun acısı sonradan çıkıyor. Garip bir şekilde şakalaştığınız arkadaşınızın attığı yumruk gibi.
Benzetmeler ve öykü kişilerinin isimleri bile başlı başına öykü bu kitapta:
Dayak yiyerek kendini sağaltan öykü kişisinin adı Demir: Dövüle dövüle şekil alıyor. Eser var mesela , eski eşi Sümer adında bir arkeolog. İşi yalan söylemek olan bir kadın var ki adı Akel (doğru, dürüst).
“Adsız sıkıntı içimde yükselmeye başlıyordu. … yutkundukça küçük hareketleriyle çevresini aşındıran koca kayadan anlıyordum bunu.” (s. 43)
“Tesisatçı boş vermiş bir adamdı. Hayatla olan tek bağı, ayağının altındaki zeminmiş gibi ayaklarını sürüye sürüye yürür öyleleri.” (s. 56)
“Ama senin için değişim vaktidir. İşte öylesine bir başkalaşım kayası gelip oturmuştu içime.” (s. 66)
“Aşk dersen ona soracaksın, bilim ilim onun işi, ahlak bekçiliği sertifikası zihninin duvarlarında asılı zaten…” (s. 73)