in ,

Usta ve Margarita: Çünkü El Yazmaları Yanmaz

Mihail Bulgakov’un zamana direnen ve geçerliliğini hâlâ koruyan başyapıtı Usta ve Margarita kitabını sizler için inceledik.

Usta ve Margarita İncelemesi - Mihail Bulgakov
- Reklam -
- Reklam -

Şüphesiz ki tutkudur insanın en büyük itkisi, fakat tehlikelidir, çünkü ne otorite tanır, ne de başka bir şey. Bir şeye veya bir insana hissettiğiniz tutku sizi hiçbir zaman olmayacağınız veya olamayacağınız biri yapabilir. Bir yıl, bir ay, bir gün önce kesinlikle yapmam dediğiniz şeyleri yaptırabilir size. Çizdiğiniz sınırlar üzerine inşa ettiğiniz duvarları yerle yeksan edebilir. Önüne geçmeye, bir şekilde kontrol altına almaya çalışabilirsiniz. Hatta ve hatta iki yıllık emeğinizi saniyeler içerisinde yakıp kül de edebilirsiniz. Ama el yazmaları yanmaz.

Gözünüzü kırpın ve geçen süreyi düşünün. İşte bu süre, bir insanın dünya tarihinde geçirdiği süreye denktir. Sonsuz olduğu düşünülen bir evrenin nokta kadara dahi olmayan bir gezegeninde öyle anlar vardır ki nutuklar tutulur, tüyler diken diken olur. August Landmesser çıkar ve Horst Wessel isimli savaş gemisinin tanıtımında yüzlerce insan Nazi selâmı verirken hiçbir şey yapmadan gamsız bir şekilde öylece durur. Bayraklarını taşıdıkları ülkeye madalya kazandıran Tommie Smith ve John Carlos ise başlarını öne eğer ve yumruklarını diker havaya, başka da hiçbir şey yapmazlar. Sessiz çığlıkları ırkçılığın kulak zarlarını patlatır. Aynı şekilde Tank Adam da elindeki pazar poşetleriyle çıkar yolun ortasına, tankların önünde öylece dikilir. Epi topu altmış kiloluk bir adam, otuz beş tonluk onlarca tankı durdurur. Bu insanların hepsi ölümsüzdür ve ölümsüzlüklerinin altında baskıya, tiranlığa ve diktaya karşı sergiledikleri cesur duruş yatar. Çünkü en büyük ayıp korkaklıktır.

Mihail Bulgakov‘un Usta ve Margarita adlı eseri, baskıya, tiranlığa, yalakalara ve yozlaşmışlığa atılmış edebî bir şamardır. Sesi sonsuza dek yankılanacak bir şamar.

- Reklam -

“Usta ve Margarita” Kitabının Yazarı Mihail Bulgakov Kimdir?

Eseri biraz da olsa daha iyi kavramak açısından Mihail Bulgakov’un hayatını az çok bilmekte fayda var. Tabii tek gereken bu değil lâkin bir yerden başlamak gerek.

Mihail Bulgakov 1

Kiev’de, 15 Mayıs 1891 tarihinde dünyaya gelen Mihail Bulgakov, ilâhiyat profesörü olan Afanasyi İvanoviç Bulgakov’un oğludur. Tiyatroya olan aşkı çocuk yaşlarda başlamış olacak ki, rolleri kardeşleri arasında paylaştırıp evde oynattığı komedi oyunları yazar. Sekiz yıl sonra mezun olacağı okula 1901 yılında başlar; bu sırada Gogol, Puşkin, Dickens ve Dostoyevski gibi yazarları okumaya başlar. 1909’da mezun olduğu okuldan sonra direkt olarak tıp fakültesine gider, 1916 yılında mezun olur, hem de özel takdir belgesiyle. Smolensk’in Nikolskoe köyünde doktorluğa başlar, burada geçirdiği süre Genç Bir Doktorun Anıları’nı yazdıracaktır sonraları ona. Fakat Bulgakov, en başından beri doktorluğu sevmez, yapmak istediği tek şey yazmaktır ve bunu kendi sözleriyle Yazamamak, diri diri gömülmekle eşdeğer, diyerek belirtecektir ileride.

İlk öyküsünü bir tren yolculuğu esnasında spontane şekilde yazar Bulgakov, 1919 yılında. Tren mola için bir kasabada durunca da yazdığı öyküyü alır, kasabadaki gazeteye götürür. Ve ilk öyküsü bu şekilde yayımlanır. Bir yıl sonra doktorluğu bütünüyle bırakan Bulgakov artık tamamıyla kendini tiyatro ve edebiyata verir. Fakat ne yazık ki sanat kariyeri doktorluk kariyerinden çok daha zorlu olacaktır. Neden mi? Çünkü eserleri, komünist kahramanları içermediği veya rejimi eleştirdiği gerekçeleriyle sansüre takılır. Sansüre takıldığı yetmezmiş gibi toplum mühendisliği doğrultusunda hareket eden “seçkinler” her şeyine karışır ve elde ettikleri her fırsatta Bulgakov’u burjuva olmakla suçlayıp aşağılarlar. Hükümet tarafından Beyaz Muhafız’ın tiyatroya uyarlanmış hâli Turbin’in Günleri için izin çıkar. Hatta Stalin’in gösteriyi en az on beş kere izlediği ve çok sevdiği bilinen bir gerçektir. Fakat Sovyet bürokrasisi tekrardan karşısına dikilir ve yeniden eserlerine ve oyunlarına sansür uygulanmaya başlar. Belirtmekte fayda var, Bulgakov bu denli ağır baskılar altındayken ve tiyatroda görevli insanlar ona “burjuva değerlerini savunan gelip geçici yazar” derken, kendisini savunan ve oyunlarının sanatsal kaygılar taşıdığını söyleme cesaretini gösteren tek isim Maksim Gorki’dir.

“Derken Pilatus irkildi. Parşömenin son satırlarında şu kelimeleri seçti: “…en büyük ayıp… korkaklık.”

Lâfı uzatıp sizleri sıkmanın bir manası yok. Mihail Bulgakov’un tiyatro ve edebiyat hayatı, baştan aşağı sansür ve yasaklamalarla doludur. Hatta yazar, ’29 ve ’30 yıllarında Stalin’e birer mektup yazar. Hayatının merkezindeki yazma eylemini özgürce gerçekleştiremediği için ülkeyi terk etmek istemektedir. Fakat Stalin, bu isteği yerine getirmek yerine ona Moskova Sanat Tiyatrosu’nda iş tahsis eder. Takdir edersiniz ki buradaki işi de diğerlerine benzer, iş bilmeyen işgüzarlar ve onların uyguladığı yasaklar ve sansür. Ve Mihail Bulgakov, hiçbir zaman basılmış hâlde göremeyeceği fakat kendisini ölümsüz kılacak kitabı, yani Usta ve Margarita‘yı yazmaya başlar tüm gücü ve hırsıyla.

evil trio

Tanımadığınız Kimselerle Asla Konuşmayın!

Roman, günbatımına yakın bir saatte, kendisini kara büyü konusunda uzman olarak tanıtan Profesör Woland’ın (yani şeytan) Moskova’daki Patrik Göletleri’nde sohbet eden Berlioz ve Bezdomnıy’ın konuştuklarına müdahil olmasıyla başlar. Devlet ideolojisini ve devletin resmî ateist görüşünü tebliğ eden kalitesiz şiirleriyle genç Bezdomnıy, Massolit Yazarlar Birliği Başkanı Berlioz ile bir tartışma içerisindedir. Derler ki, Tanrı ve İsa Mesih yoktur, insan kendi kaderini kendi belirler ve yazar olarak da görevleri, Tanrı’nın ve İsa Mesih’in var olmadığını insanlara edebiyat yoluyla anlatmaktır. Fakat Woland tam olarak aksi istikamette düşünmektedir. Düşüncelerini kanıtlamak hasebiyle ikiliye yakın geleceği anlatır. Der ki; sen, Berlioz, bir komsomol tarafından kafan kesilecek ve öleceksin, aynı şekilde sen Bezdomnıy, delirecek ve tımarhaneye tıkılacaksın. Berlioz ve Bezdomnıy’ın bu iddialar hakkındaki tepkilerini az çok kestirebilirsiniz. Fakat Woland’ın söyleyecekleri bunlarla sınırlı değil, İsa’nın yaşadığını, çünkü çarmıha gerildiği vakit bizzat orada bulunduğunu söyler. Ve Moskova’yı içinden çıkılması zor bir kaosa sürükleyen olaylar silsilesi bu şekilde başlar.

Moskova’yı ziyarete gelen Profesör Woland tek değildir, çok nitelikli bir kadrosu vardır. Kitabın en renkli karakterleri, şeytanın yaverleridir. Tercümanı ve sağ kolu Korovyev (Fagot olarak da geçiyor), tetikçi ve ulak Azazello ve ekibin en az saygı gören üyesi olmasına rağmen neredeyse tüm okurların hayran olduğu, kitabın en bilindik karakteri; arka ayakları üzerinde hareket edip devletin kolluk kuvvetleriyle silahlı çatışmaya girebilen kara kedi Behemot!

“- Siz Dostoyevski değilsiniz, -dedi Korovyev’in kafasını karıştırdığı kadın yurttaş.

– Kim bilebilir ki bunu, kim bilebilir, -diye yanıt verdi beriki.

– Dostoyevski öldü, -dedi kadın yurttaş, ama pek de emin değil gibiydi.

-Protesto ediyorum! -diye haykırdı hararetle Behemot.- Dostoyevski ölümsüzdür!”

İlk bölümde Woland ve ekibinin yaptıkları, romanın rejim ve toplum eleştirisinin temelini oluşturuyor. Devrim sonrası Moskova halkı, edebiyat çevresi ve Varyete Tiyatrosu’nun yöneticileriyle direkt veya dolaylı yönden temas kuran bu ekip, onların ikiyüzlülüğünü, açgözlülüğü ve yozlaşmışlıklarını biz okurlara sunuyor.

Moskova’ya inen şeytanın ilk karşılaştığı kişiler edebiyatçı (Berlioz ve Bezdomnıy); biri şair, diğeriyse Massolit’in başkanı, ve tartıştıkları şey, Hz. İsa’nın yaşamadığını insanlara edebiyat yoluyla anlatmanın yollarını bulmak. Aynı şekilde Varyete Tiyatrosu’nda Woland ve ekibinin yaptığı gösteri, Sovyet bürokrasisine yapılmış ince bir eleştiri. Zira gerekli dökümanlara sahip olduğunuz vakit, resmî olarak ateist olan bir devletin başkentinde kara büyü gösterisi yapabiliyorsunuz. Önemli olan sahip olduğunuz belgeler ve tanıdığınız insanlar; sahneye koymak istediğiniz oyunun sanatsallığının veya içeriğinin hiçbir önemi yok.

Döviz gördüğü vakit ağzının suyu akanlar, şaşaalı kıyafet ve lüks gıdalara düşkün Moskova Halkı, insanları ispiyonlayarak haksız bir şekilde merkezî muhitteki konutlarına çökmek isteyenler, hepsi son derece keskin bir satir ile yerlere seriliyor.

- Reklam -

İki Zaman, Üç Hikâye ve Sayısız Tema

Usta ve Margarita, iki farklı zamanda geçen, üç ayrı hikâyeyi anlatan ve içinde onlarca farklı etmeni barındıran, ziyadesiyle katmanlı bir roman. Tıpkı Köpek Kâlbi ve Ölümcül Yumurtalar gibi yoğun bir satirle yapılan toplum ve sistem eleştirisi var, fakat kitap sadece bundan ibaret değil. Evrensel iyi ve kötüden tüyleri diken diken eden bir aşk hikâyesine, fantastik karakterlerin gerçeküstü ortamlardaki komik davranışlarından cesaret ve korkaklığa kadar birçok konu mevcut.

“- Başka şeylerin yanı sıra dedim ki, -diye anlatmaya başladı tutuklu,- her türlü iktidar insanların üzerinde kurulmuş bir baskıdır ve öyle bir zaman gelecek ki, ne Sezar’ın iktidarı olacak ne de başka bir iktidar. İnsan hakikat ve adaletin krallığına geçecek ve burada hiçbir iktidara ihtiyaç duyulmayacak.”

İki zaman demiştik, birincisi, yukarıda bahsettiğim 1930’lar Moskova’sı. İkincisiyse Pontius Pilatus’un valiliği altındaki eski Kudüs. Bu bölümler de karşımıza kitabın ana karakteri olan Usta’nın tamamlanmamış romanı olarak çıkıyor. Belirtmekte fayda var, Moskova’da geçen hikâyenin dili ve üslûbuyla Kudüs’te geçen hikâyenin dili ve üslûbu birbirinden farklı. Kitabın devrim niteliği taşıyan özelliklerinden biri de bu. Yani şöyle ki; Pontius Pilatus’un yaşadıklarını anlatan kısım gerçekçi bir temel üzerine kuruluyken, Moskova’da yaşananlar fantastik öğeler içeren, fazlasıyla aklın sınırlarını aşan ve mantıkdışı bir temel üzerine kurulu. Zıtlığın bu denli rafine kullanımı da yazarın dehasının sadece bir örneği.

“Bana bir iyilik yap da şu soru üzerinde biraz düşün: Kötülük olmasa senin iyiliğin ne işe yarardı ve gölgeler kaybolsa dünya nasıl görünürdü? Gölgeler nesnelerden ve insanlardan ötürü oluşur ne de olsa. İşte kılıcımın gölgesi. Ama ağaçların ve canlı varlıkların da gölgeleri olur. Saf ışığın tadını çıkarma fantazin yüzünden, üzerindeki bütün ağaçları ve bütün canlıları söküp atarak bütün yerküreyi çırçıplak bırakmak mı istiyorsun yoksa? Aptalın tekisin.”

Profesör Woland ve ekibi, türlü oyunlar ve okuru eğlendiren numaralarla okura sunar değişen toplumu ve baştan aşağı çürümüş sistemi. İkinci bölümdeyse Usta ve Margarita‘ya ve Pontius Pilatus’un yaşadıklarına yoğunlaşır. Eski Kudüs’te geçen bölümler gerçekçi temeldeyken, Usta ve Margarita‘nın yaşadıkları son derece gerçeküstü ve fantastiktir. Her şey göz önünde bulundurulduğunda, Usta ve Margarita‘yı tek bir tür altında sınıflandırmak olanaksızdır.

Usta ve Margarita, Mihail Bulgakov’un sadece hayâl gücü ve kurgusuyla değil, yazım tekniğiyle de adeta ders verdiği bir eser niteliğinde.

Bulgakov ve Yelena
Mihail Bulgakov ve eşi Yelena

Yazarın Hayatından Yansımalar

Mihail Bulgakov’un hayatını yüzeysel dahi olsa bilen okur, satır aralarında Bulgakov’un bıraktığı incileri görecektir.

Usta, yazdığı romandan ötürü dışlanmış ve tımarhaneye kapatılmış bir yazardır. Hayatının aşkıysa evli bir kadın olan Margarita’dır. Margarita, Yelena Bulgakova gibi evlidir ve büyük bir aşkla Usta’ya bağlıdır. Hatta bu aşkı kontrol edemez ve en sonunda kocasını terk eder ve sonunu düşünmeden Usta’ya kavuşmak için elinden gelen her şeyi yapar, Profesör Woland’la işbirliği dahil. Mihail Bulgakov, Yelena Bulgakova’yla olan ilişkisini şu şekilde anlatır kitapta Usta’nın ağzından:

“Ara sokakta katil yerin altından nasıl fırlarsa insanın karşısına, aşk da bizim karşımıza fırlamış ve anında ikimizi de serseme çevirmişti!”

Bulgakov, bu romanı ilk olarak 1928’de yazmaya başlıyor fakat 1930 yılında politik baskılardan ve sansürden ötürü Sovyetler Birliği dahilinde hiçbir gelecek görmediği için iki yıllık emeğini yakıyor. Fakat el yazmaları yanmıyor ve Bulgakov 1931 yılında tekrardan başlıyor romanına.
“Kusura bakmayın ama inanmam, -diye yanıt verdi Woland,- bu imkânsız. El yazmaları yanmaz.”
Ölümünden dört hafta öncesine canla başla çalışmaya ve romanını yazmaya devam ediyor Mihail Bulgakov. Yaşadığı sosyal dışlanma, ekonomik sorunlar, hepsi bir yana dursun, yataktan kalkamaz hâle geliyor (doktor olması hasebiyle yaşayacağı sağlık sorunlarını önceden kestirdiği doğrudur ki ırsî bir hastalıktan ölüyor), beti benzi atıyor. Ve kör oluyor. Çevresindekileri yüzlerine dokunarak tanıyor. Ne kadar hasta olursa olsun farkında her şeyin, biliyor bu kitabı hiçbir zaman basılı olarak göremeyeceğini, ama bir an olsun geri düşmüyor. Kitabın eksik kalan kısımlarını ve gerekli düzenlemeleriniyse Yelena Bulgakova yapıyor. Bu eşsiz başyapıtı önce Mihail Bulgakov’a, sonrasındaysa eşi Yelena Bulgakova’ya borçlu okur.

“Ne gelir elden, seven sevdiğinin kaderini paylaşmak zorunda.”

10 Mart 1940 tarihinde hayata gözlerini yumuyor Mihail Bulgakov, bitirdiği, fakat nokta koyamadığı yılda. Tıpkı Usta gibi, bu hayatta hiçbir zaman kavuşamadığı huzura ebediyette kavuşuyor.

Çeviri ve Kapak Tasarımı

usta ve margaritaÜç farklı çevirmenden, iki farklı dilde okudum bu başyapıtı. İlki Penguin Classics’in “The Master and Margarita” kitabıydı ki anadilim olmaması hasebiyle bu çeviriyi değerlendirmeye dahi almayacağım. İkinci okumam Can Yayınları‘ndan çıkan “Usta ile Margarita” kitabıydı, çeviriyse alanında son derece ehil Aydın Emeç‘e aitti. En güncel okumamsa, Mustafa Kemal Yılmaz‘ın çevirisi oldu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle çıkan. Eserin diğer çevirilerine bir hadsizlik etmek istemem (dil ve çevirmen fark etmeksizin) lâkin bu muhterem şahsın sitemizde yayınlanan “Çevirmenin  Çemberi” yazısına bir göz atmanızı isterim. Burada bir sayfa boyunca Mustafa Kemal Yılmaz’ın Rusça aslından yaptığı çeviriyi övebilirim fakat buna gerek yok, dosyayı okuyunca anlayacaksınız çeviriyi yaparken sahip olduğu disiplini ve gösterdiği titizliği.

Kapak tasarımı son derece iyi, romanın en bilindik ve sevilen (çoğunluk tarafından tabii) karakteri Behemot, oynamayı çok sevdiği satranç taşları ve Moskova’nın simgesi olan Aziz Vasil Katedrali üzerinden bize gülümsüyor.

Bütün bunlara ek olarak, kalabalık karakterli Rus eserlerini okurken zorluk yaşayanlar için eşsiz bir hizmet mevcut bu baskıda. Romanın kişileri, düzenli bir sınıflandırma ile kitabın başında bulunuyor, değerli Mustafa Kemal Yılmaz’ın önsözünden hemen sonra tabii.

Sonsöz

Usta ve Margarita başta olmak üzere Mihail Bulgakov’un diğer eserleri ve oyunları, siyasî baskının ve devlet otoritesinin gerçek (evet, gerçek, simüle edilmiş hâlde değil) ve had safhada olduğu yıllarda yazıldı. Büyük Temizlik bir yana, Josef Stalin’in iktidarı boyunca Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde değil arkadaşlar, kardeşler dahi birbiriyle siyaset konuşmaya, iktidarı eleştirmeye korkardı. Her ne kadar kitabın başındaki “Çevirmenden” kısmında Mustafa Kemal Yılmaz önemli hususlara parmak bassa da, tekrar edip haddim olmadan birkaç noktayı hatırlatmakta fayda görüyorum.

Şeytan ayrıntıda gizlidir, bu sebeptendir ki Usta ve Margarita‘yı ciddi derecede etkilemiş olan Faust ve İncil hakkında fikir sahibi olunması, okurun eserden alacağı hazzı arttıracaktır. Buna ek olarak Josef Stalin’in iktidarı, Sovyetler Birliği’nde yaşayan insanların devrim sonrası yaşadığı değişim, uygulanan sansür, devlet kontrolü, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi gibi konularda az da olsa fikir sahibi olan okur, Usta ve Margarita‘yı çevirmenin bilgi dolu dipnotlarıyla birlikte çok daha büyük bir keyifle okuyacaktır.

İdeolojiler, diktatörler, iktidarlar ve onların yalakaları… hepsi, ama hepsi tarihe karışır. Zamana direnense ustalar ve onları yaşatan eserleridir.

İhsan Çağatay Boz

1991 yılında geldiğim bu dünyanın mevcut gerçekliğinden hiçbir zaman memnun olmamam hasebiyle oyunların ve kitapların sonsuz dünyasında yaşarken, her şeyi istediğim şekilde bükebildiğim öyküler yazıyorum. Tarih ve felsefenin yanı sıra insanlığın nükleer savaşlar, durdurulamayan virüsler veya kontrolden çıkan yapay zeka ile intihar ettiği veya karanlığa gömüldüğü eserlere de ilgim ve takdirim sonsuz. Son olarak, George Romero ile başlayan zombi sevdam katlanarak devam etmekte.

2 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Ozlem Ozlem dedi ki:

    Bu faydalı inceleme için çok teşekkürler. Eline sağlık :hugs: Mihail Bulgakov’un okuduğum ilk kitabıydı ve kelimenin tam anlamıyla elimden düşürememiştim. Okul kütüphanesinde Can yayınları baskılı kitabı vardı onu okumuştum sanırım ileri de İş Bankası Kültür yayınları çevirisini de okuyacağım. :bowing_woman:

  2. Avatar for DigitalMilitia DigitalMilitia dedi ki:

    Okuduğun için çok teşekkür ederim Özlem, beğendiysen çok güzel, beklediğine değmiş demektir.

    Can Yayınları’nın çevirisi de gayet iyi lâkin Mustafa Kemal Yılmaz’ın bir sözcük için verdiği mücadeleyi gördükten sonra İş Bankası baskısını merak ettim. Birincil tercihim bu oldu ki çevirinin geneli bana çok daha akıcı geldi, dipnotlara girmiyorum bile. Buna ek olarak, karakter listesinin bulunması büyük bir artı. Eminim ikinci okuyuşunda daha güzel gelecektir.

    Tekrardan çok teşekkürler vaktini ayırıp okuduğun için ^^

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Gölgeler - Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli’nin Yeni Romanı “Gölgeler” Raflarda

is bankasi kultur klasikler 5 6

İki Yeni Kitapla Türk Edebiyatı Klasikleri Serisi Büyüyor!