Ayyaş Buda çıkalı üç sene geçmişti ve bu üç senede bir sürü çocuk romanı ve hikâyesi yazmıştım. Dergilere sıklıkla öyküler yazsam da yetişkinlere yönelik işlerden gittikçe uzaklaştığımı düşünüyordum ve bu içten içe bende bir rahatsızlık oluşturmaya başlamıştı.
Bu günlerden birinde, bir kafenin bahçesinde kitap okurken (Kafenin bahçesinde okuyordum çünkü beni sürekli takip eden inşaatlardan kaçıyordum) birden zihnimde karanlık, rahatsız edici ama bir taraftan da komik bir hikâye oluşmaya başladı.
Kitabı masanın üzerine bıraktım ve hikâyeye yoğunlaştım. Uzun zamandır yetişkinler için aklıma bir hikâye gelmediğinden ona sıkı sıkı sarıldım. Aslında başta hikâye falan değildi tabii ki sadece birkaç parça cümleydi beliren. Mesleğinden nefret eden, aile ve arkadaş ilişkileri hasarlı, karanlık geçmişiyle hesaplaşma arifesinde olan bir kahraman üzerinde oynamaya başladım.
Sibel o an kafenin kırık merdivenlerinden indi ve yanıma oturup bana kendinden bahsetmeye başladı. Nasıl biriydi, nelerden hoşlanırdı, onu ne delirtirdi bunlar üzerine uzun uzun konuştuk. Konuşurken ne yalan söyleyeyim ondan etkilendim; gülüşünden, grek burnundan ve tekinsiz bakışlarından…
Kahraman usul usul bana kendini anlatırken ve hikâyesi az çok belirmeye başlarken hava kararıyordu, şehir ikimizin de üzerine üzerine geliyordu ve sanki inşaatlardan, toz topraktan ve kemiklerimizi sızlatan insan gürültüsünden kaçamamıştık. Büyük bir hızla şehrin karanlık tarafının içine doğru çekiliyorduk. Bu sinirlerimi bozsa da yazarken her şeyi üzerimden atacağıma emin olduğum için mücadeleyi kabul ettim ve nelerden nefret ediyorsak karşılıklı anlatmaya başladık. Kafenin duvarlarını yıkıp bahçeye giren dolmuşlar mı, üzerimize çöplerini atan dev insanlar mı, insanı çıldırtan pandalar mı belirmedi… evet pandalar…belirdiler…
Ben, Babam ve Diğerleri: Kendi İçinde Eleştirel Bir Metin
Pandalar sakin gibi görünse de oldukça asabi ve yırtıcı hayvanlardır, masum yüzlerinin ardında her zaman tekinsiz bir tarafları vardır ve vücutları siyah-beyazın dengesini üzerinde taşır. Sibel’in bir kurtarıcıya, bir kahramana ihtiyacı vardı; en azından konuşurken bana öyle söylemişti ve ben de ona bir kahraman verdim. Ama bu pelüş panda sayfalar ilerledikçe neye dönüşeceğini kendi seçecekti, belki de bir yazar olarak hiçbir şey benim elimde değildi.
Birkaç gün ben, Sibel ve Panda hikâyenin üzerinde düşündük. Yavaş yavaş kurguyu genişlettik, yeni kişiler aldık aramıza ve sonunda yola çıkma kararı aldık.
Ben, Babam ve Diğerleri kendi içinde eleştirel bir metin olacaktı; çağa tanıklık edecek; insan ilişkilerine dokunacak, ailenin karanlık taraflarını aydınlatacak, başkalaşım geçiren insanları anlatacak, bilinçaltının derinliklerine inecek ve okuyanla birlikte deliliğin sınırlarında gezinecekti. Okuyanı şaşırtacak, ona sağlam bir yumruk atacak ama öldüresiye dövmeyecekti. Dövüş bittiğinde bir sigara yakıp düşünecek hali kalmalıydı insanın.
Her şey bittiğinde ben, Sibel ve Panda epey rahatlamış hissettik kendimizi. Anlatmak istediğimizi anlatmış, girmek istediğimiz sokaklara girip çıkmıştık. Sonrası okuyucudaydı artık. Belki günün birinde, şehrin karanlık bir sokağında karşılaşırdık.
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!