in ,

Yekta Kopan: Dünyanın Sonunda, Ormanın Ortasında, Umutlu

Yekta Kopan: Yazar, seslendirme sanatçısı, televizyoncu, sunucu… Onun hakkında çok fazla şey söylenebilir ama bazı şeyleri ondan dinlemek gerekir.

yekta kopan profil söyleşi
- Reklam -
- Reklam -

Bir topluluk var. Sabah erkenden uyanıyor, yüzlerini yıkıyor, kahvaltılarını yapıyorlar. Haber sitelerini, gazetelerini okuyup günlerine herkesten önce başlıyorlar ve neredeyse her gün, sabahın ilk saatlerinde Yekta Kopan’ın tanıdık sesi Twitter âleminin ucundan onlara sesleniyor: Günaydın, çaylar kahveler benden!

“Ben çok erken kalkıyorum. Kimse yoktur bu saatte, millete bir çay ikram edeyim, iyi gelir diye düşündüm. Birbirine günaydın desin insanlar ya, etrafımızda böyle insanlar olsun. Birbirimize bu kadarını hediye edebilelim istiyordum.”

Böyle açıklıyor Kopan artık görmeye alıştığımız sabah tweet’lerini. Alışmaktan da öte, “Bir iki sabah yapmayınca nerede kaldın, uyuyor musun, diyenler oldu,” diye ekliyor.

- Reklam -

Kopan’la pandeminin normalleştirdiği görüntülü konuşma sayesinde 2022 ocak ayının ilk günlerinden birinde buluşuyoruz. Altı ay önce, 2021 yazında söz almışım, yeni kitabı Bana Kuşlar Söyledi vesilesiyle Kayıp Rıhtım için bir profil yapacağım; ama takvimler bir türlü uyuşmuyor. Ancak o zamana denk gelebiliyoruz. Ben kameralar açılana kadar zihnimi zorluyorum, kişisel tarihimde Yekta Kopan’ın nerede başladığını çıkarmaya çalışıyorum.

Yekta Kopan ile Tanışmak

Yekta Kopan’la ilk tanışmamı hatırlıyorum. Çocuğum. Televizyonda Geleceğe Dönüş var. Marty McFly’ın ayakkabıları keşke bende de olsa diye düşünüyorum. Arkada film oynadıkça Kopan’ın diksiyonuyla can buluyor Marty McFly. Bugün hâlâ karakteri canlandıran oyuncu Michael J. Fox’un kendi sesini duyunca garipsiyorum.

O ilk temastan yirmi küsur yıl sonra Kopan’ı yaptığı tek bir işle tanımlamak kolay değil. O bir öykücü, seslendirme sanatçısı, televizyoncu, sunucu… Dahası YouTube’da yaptığı programlar, sunduğu ve katıldığı podcast serileri gösteriyor ki nerede bir mecra varsa orada. Ona bu kadar ayrı mecrada bu kadar farklı işi nasıl yaptığını sorduğumda cevap alamıyorum, sonra Bana Kuşlar Söyledi’den bahsederken çocukluğundan beri kendinde emin olduğu tek özelliğinin merak olduğunu söylüyor. Çok yönlülüğünün ardında yatan içgüdü bu bitmek bilmez merak olabilir mi diye düşünüyorum.

yekta kopan seslendirme

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, Kopan’ın bu meraklı hâlini her kolu farklı bir yere uzanan bir ahtapota benzetiyor: “Nasıl zaman buluyor diye düşünürüm. Her konuyu ilgiyle takip etmek, bunun için öncelikle merak etmek, bu donanıma sahip olmak için okumak, gezmek, seyahat etmek, iyi planlama yapmak, disiplinli olmak, her yerde olabilmek ve çalışmak, çalışmak, çalışmak…”

Görgün Taner’in neden böyle düşündüğünü anlamak için Yekta Kopan’ın kişisel blogu Fil Uçuşu’na bakmak yeterli. Zaman zaman uzun aralar verse de yıllardır blogunda çeşitli kültür metin ve objelerini, güncel olayları irdeliyor Kopan. Yazıları bazen o gün yaşadıklarının üstünden geçiyor, “Günden Kalanlar”ın çetelesini tutuyor. Bazen sevdiği bir çizgi romandan hareketle anekdotlar veriyor. Hatta bazen kendi içinde pastiş yaptığı küçük postmodern metinlerle karşınıza çıkıyor blogda: Emma Peel’ı televizyonda görmek ayrı, maceralarını Fil Uçuşu’nda takip etmek ayrı bir maceraya dönüşüyor.

Bu bitmek tükenmek bilmez merak içinde Yekta Kopan hiç durmadan, çocukluğunda başladığı seslendirme serüveninden beri çalışıyor. Üstelik bir projeyi bitirip bir sonrakine geçmek değil, “Aynı anda birçok farklı şeye çalışıyorum,” diye anlatıyor. “Bir zaman geliyor, elimdeki o iki üç şeyden bir tanesi öne çıkıyor. İki üç defterden biri daha çok zamanımı almaya başlıyor ve o noktadan sonra o defter üstüne çalışıyorum.”

Kopan’ın görüntüsü karşımda konuşurken bu cevap çok hoşuma gidiyor. Demek ki, diye düşünüyorum, çıkan her kitabın ardından çıkabilecek iki-üç farklı kitap daha var. Sohbetimiz kitaplara yoğunlaşırken, Yekta Kopan’la ilk tanışmamı hatırlıyorum…

Arkadaşım Can Koçak okuduğu son öykü kitabından bahsediyor. İçindeki öykülerin ne kadar iyi olduğunu söylüyor, ben de okumalıymışım. Hele “Portobello 22” öyküsünden bir parçayı tekrar tekrar hatırlatıyor.

Uçuş boyunca amcamın sesi çınlıyor kulağımda: “Babanı kaybettik!”

O günden beri ölen biri için kaybettik denmesinden nefret ediyorum. Kaybetmeseydiniz o zaman, diye bağırmak, küfretmek istiyorum, siktirin gidin, siktirin kendinizi de kaybedin!

Ben de okuyorum Bir de Baktım Yoksun’u. Sonraki günlerde en sevdiği şarkının sözlerini tekrar eder gibi birbirimize birkaç satırı tekrarlayıp duruyoruz. Cümlelerde vahşi bir duruluk var. Dil ağdalı değil. Bu kadar sade bir anlatının bizi nasıl bu kadar etkileyebildiği üzerine geceler boyu tartışıyoruz.

“Üzgündüm, Babamı Yeni Kaybetmiştim”

Yekta Kopan “Portobello 22”nin bulunduğu Bir de Baktım Yoksun’dan bahsederken “Bazı öyküleri yazarken kim bilir ne haldeydim, ben de bilmiyorum. Üzgündüm, babamı yeni kaybetmiştim,” diyor. Gerçekten de kitaptaki kimi öykülerde (Portobello 22 gibi) o üzüntüyü, acıyı, hırçınlığı hissetmemek mümkün değil. Babanın kaybı kitabın tamamına sinmiş.

Bana Kuşlar Söyledi: Yekta Kopan

Ondan 11 yıl sonra çıkan son öykü kitabı Bana Kuşlar Söyledi’de de hüzün var; ama hüznün yanında genişleyen bir endişe de var. Sanki bu kitapta o hüzün ve endişe hâli karakterlerin içinde sıkışıp kalmamış, çevrelerine, sayfalara, hatta kitabın tamamına yayılmış. Kitaptaki ilk öykü “Şarkısı Çocukluğun” hemen okuyucuyu da sokuyor o atmosfere.

“‘Ben seninle bugün bu sohbeti yapmak istiyorum diye başlıyor kitap,” diye açıklıyor Yekta Kopan kitabın bizi içine soktuğu dünyayı. “Dünya bu. Eğer dünya bu diyerek yazamayacaksam kitabı, dünyayı getirdiğimiz hâl bu diye başlatamayacaksam, dürüst bir kitap olmayacak. Dünya bu ve dünyanın sonunda o ormanın ortasında, yapayalnız rüzgârın sesini dinleyerek beklediğin andasın demem gerekiyordu. Çünkü biz öyle bir andayız. Dünyayı 30-40 sene sonra büyük felaketler bekliyor. Biz o ormanın ortasındaki çocuğuz. Bunu söyleyerek başlamam gerekiyordu.”

- Reklam -

Pandemi

Kitabın sert ve huzursuz başlangıcından böyle bahsedince sohbetimiz ister istemez ortasında mı, başında mı, sonunda mı olduğunu kestirmesi zor olan pandemiye geliyor. Dünyanın kapandığı ilk aylarda Kayıp Rıhtım Görüntülü Arıyor serisi için konuştuğumuzda ona da ekşi mayalı ekmek gibi herkesin kendini kaptırdığı yeni bir şey bulup bulmadığını sormuştum. Yürüyüşlerin ne kadar iyi geldiğinden bahsetmişti. Şimdi geri dönüp bakınca o iki yıllık kapanmanın kendisinde bir değişiklik yaratıp yaratmadığını soruyorum.

“Bu iki yılda öyle çok büyük bir şey oldu demek istemiyorum. Pek çok insan gibi, hayatın da pek çok döneminde olduğu gibi dalgalı bir dönem oldu. Şunu söyleyebilirim. Genel olarak daha çok kaygılandığım, kendimi daha çok yalnız hissettiğim anlar oldu.”

Yekta Kopan da pandemideki o yalnızlıkla pek çoğumuz gibi görüntülü konuşmalar, çevrimiçi canlı yayınlar vasıtasıyla baş etti. O baş etme iştiraklerinin biri de bugün hâlâ devam eden Takımdan Ayrı Düz Koşu. Otuzdan fazla bölüm paylaşılan canlı yayınlarda her ay Timur Akkurt, Coşkun Aral, Ünsal Ünlü ve Yekta Kopan o sırada içlerinden ne geliyorsa gündemlerine alarak sohbet ediyor.

Takımdan Ayrı Düz Koşu’nun güzelliği, öncesinde şunu yaparız bunu yaparız şunu konuşuruz diye hazırlanmamamız.” Yekta Kopan yayınların bu kadar süreceğini beklemediğini söylüyor. “Ben sandım ki pandeminin sıkıntılı günlerinde bir iki kere buluştuk, herkes bir şeyler anlattı, bitti.” Yayınların bugünkü hâline evrilmesini Timur Akkurt anlatıyor:

“Pandeminin başlarıydı, herkes evlere kapanmış durumu anlamaya çalışıyordu. Sosyal medyada kapalı kalmaktan, izleyecek bir şey bulamamaktan şikâyet eden çok insan vardı. Ben de anlatacak çok güzel hikâyeleri, anıları olan bu efsane kadroyu aynı yayında bir araya getirebilir miyiz dedim. Hepimiz çok yakın dostuz. Aralara mesafe bile girse bu değişmez. Birbirini çok iyi tanıyan bu takımı toplamak o yüzden hiç zor olmadı. Ayda bir gün olsa da bir araya gelip insanların kafasını dağıtalım, bir şeylere dikkatlerini çekelim istedik. Hem eğlensinler hem yorumlarıyla katılsınlar hem de ülke ve dünya gündemine farklı açılardan baksınlar dedik.”

Baktığınız ekranın ebadından bağımsız olarak Yekta Kopan’ı görmek her zaman büyük bir keyif. Yekta Kopan’la ilk tanışmamı hatırlıyorum. Akşam haberleri başlayacak diye televizyonu açmışız, haberler öncesi Gece-Gündüz programı var. Kulağımda her gün duyduğum bir ses, gözlerim yüzünü oturtmuş. Her gün ayrı kültür-sanat haberleri ve söyleşileri var. O yayınlar hızla günlük rutinimin bir parçası hâline geliyor.

Kopan’ın kültür-sanat camiasıyla ilgili yaptığı programlar sonra başka televizyon kanallarında da devam etti. Türkiye’de YouTube yayıncılığının iyice parladığı yıllarda Motto Müzik kanalındaki Noktalı Virgül uzun süre Kopan’ın konuklarını internet mecrasına taşıdı. Farklı farklı konuklarla farklı konularda farklı kanal ve programlarda sohbetler gerçekleştirdi. Bu internet yolculuğunda Kopan’la neredeyse her albümünün çıkışında sohbet eden Kalben, Yekta Kopan’ı “yol arkadaşı olmayı bilen bir sanatsever” diyerek tanımlıyor.

Yekta Kopan en son Set Arası programıyla YouTube’dan internet televizyonu platformlarına geçti. Programın çıkış noktasını “Kameranın önünde ve arkasında, sahnenin önünde ve arkasındaki insanlarla bire bir konuşabildiğim bir şey yapmak istiyordum ne zamandır,” diye anlatıyor. İkinci sezonunu deviren programın her bölümünde sinema ve televizyon dünyasından bir isimle derinlemesine sohbet ediyor. Yıllar sonra televizyona dönmenin nasıl bir his olduğunu sorduğumda hafızasını geri sarması gerektiğini; ama YouTube’a nazaran zorlanmadığını söylüyor.

“Bana Kuşlar Söyledi” Öykülerinin Hepsini Birbirine Bağlayan O Ortak Nokta

Kafamdaki, hafızamdaki Yekta Kopanların hepsiyle ayrı sohbet etmek istediğimi fark edince kendimi durduruyorum. Son kitabıyla ilgili yeterince konuşmadık ve merak ettiğim çok şey var. Bana Kuşlar Söyledi’nin 12 öyküsünün her biri ayrı irdelenebilir; ama hepsini bağlayan o ortak noktayı, öykülerin çocuk anlatıcılarını soruyorum.

“Dünyaya çocukların gözünden bakarsam ne görürüm sorusunu ilk kez “Uyku Koyunu” öyküsüyle yanıtladım. O öyküyü British Council için yazmıştım, o zaman çok düşünmüştüm öteki Teo’yu. Sonra pandemi sırasında da tamamı çocukların gözünden bakan bir öykü kitabı mümkün mü diye düşündüm. Öykü kitaplarındaki öykülerin birbirine bir şekilde teyellenmiş olması, çengelli iğneyle dahi olsa birbiriyle bağlantılı olması benim için çok önemlidir. Bu özellikle Bir de Baktım Yoksun’da çok belirgindi. Bana Kuşlar Söyledi’de daha da belirgin hâle geldi.”

Öyküler arasındaki bağlar çocuk olmayan karakterlerde bile birbirini gösteriyor. Benzer aileler, benzer hanelerde geçiyor öyküler. Bir öyküde akademisyen baba, diğerinde sosyal bilimci bir dede görebiliyoruz. Konuşurken söz “Dancing Queen” öyküsüne geliyor. Kitabın çıktığı tarihle ABBA’nın 40 yıl sonra gelen yeni albümü Voyage’ın bu kadar yakın olmasını zamanlamanın manidarlığına vurup şakalaşıyoruz. “ABBA’nın sahalara dönmesinde katkım olduysa ne mutlu bana. İstanbul’da bir öykü yazılır ve İsveç’te stüdyoya girerler,” diyor.

“Dancing Queen” ilginç bir öykü. Ölüm döşeğindeki anneannesinin yanında birkaç dakika geçiren küçük bir kız çocuğunu anlatıyor. Bu cümlenin bunalımına tezat oluşturacak şekilde öykünün kendisi insanı rahatlatıyor. Mutlu, dinlendiren bir okuma deneyimi sunuyor. Öyküyü pandemi sırasında yazan Kopan’a göre yazma deneyimi de okumak kadar iyi gelmiş.

“Keşke Dancing Quuen’deki Gibi Bir Anneannemiz Olsa”

“‘Dancing Queen’ geri dönüp üstüne çalıştıkça iyi geldi bana. Hâlbuki bir ölüm sahnesini anlatıyor. Keşke “Dancing Queen”deki gibi bir anneannemiz olsa diyen de çok oldu. Öykünün insanlara bu kadar iyi gelmesi beni çok mutlu etti. 2050’lerde kendi sonunu getirecek olan, kuraklığa, su krizlerine gidecek olan dünyanın iyiliğe her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu, iyiliğin dokunulabilen, çoğaltılabilen, paylaşabilen bir şey olduğunu düşünüyorum.”

Yekta Kopan konuşurken beyaz yalanlara başvurmuyor, düşündüklerini sakınmıyor. Dünyanın daha kötüye gideceğini söylüyorsa, bir bildiği var da söylüyor; ama bu cümleleri her seferinde umutla takip ediyor. Belki de bu yüzden sabahları dijital dünyada birbirini tanımayan insanların selamlaşması, birbirine çay-kahve ikram etmesi, birbirini bir kaşık suda boğmak için klavye başında hazır bekleyen insanların ele geçirdiği sosyal medya ortamında birinin çıkıp, “Nasılsın?” diye sorması anlamlı. Takımdan Ayrı Düz Koşu’nun çıkış hikâyesini paylaşan Timur Akkurt’tan Yekta Kopan’ı tarif etmesini istediğimde, “Herkese bir Yekta düşse şu hayatta, hiçbir sorunumuz kalmaz!” diye yanıtlamıştı. Hak vermemek elde değil diye düşünüyorum.

buz devri 6 seslendirme kadrosu yekta kopan

Bir saati aşan çevrim içi sohbetimizde daha pek çok şey konuşuyoruz. Buz Devri’nin son filmini seslendirmemesini sormak istiyorum; ama zaten Fil Uçuşu’nda çok güzel anlatıyor. O yazının aynı zamanda müzik ve edebiyatta da sık görülen endüstriyel sıkıntılara parmak bastığında hemfikiriz. Şu an ne okuduğunu sorunca Jack London külliyatına geri döndüğünü söylüyor. Levent Gönenç ile çizgi romanlaştırdıkları “Sarmaşık” öyküsünü, Akademi Ödülleri yayınlarını, diğer öykü ve romanlarını uzun uzun soracak kadar vakit yok maalesef; ama bir dahaki buluşmamızda kesin soracağım konusunda kendimi telkin ediyorum.

Pandemiden, endişeden, dünyanın nereye gittiği gibi ağır sorulardan bahsettiğimiz sohbetin sonunda, en başta söylediği cümleyi tekrarlayarak veda ediyor, “Çok iyi gördüm seni, çok sağlıklı gördüm, çok mutlu oldum.” Kulaklıklarımı çıkarıp bilgisayarın ekranını kapatırken Yekta Kopan’la ilk tanışmamızı hatırlıyorum.

Orçun Can

Alanya’da doğdu. Uzun süre Ankara’da, bir süre de İstanbul'da yaşadı. Uluslararası İlişkiler ve Sinema-Televizyon alanlarında öğrenim gördü. Kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, öyküleri Kafasına Göre Dergi ve Kayıp Rıhtım’da yayımlanıyor. Şu an Londra’da yaşıyor; metrolara, çift satır aralığına, kablosuz teknolojiye ve kırmızıya ilgi duyuyor.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

sivrisinekleri sıtma aşısı

Sivrisinekleri “Hackleyen” Bilim İnsanları, Hayvanları Sıtmaya Karşı Şırınga Olarak Kullandı

la casa de papel berlin dizisi çekimleri başlıyor

La Casa de Papel’in Öncesinde Geçecek ve Berlin Karakterine Odaklanacak Dizide Çekimler Başlıyor