in , ,

Mars’ta Koloni Kurmak Edebiyatı Nasıl Etkileyecek? | Soruşturma

Mars’ta koloni kurmak edebiyatı nasıl etkileyecek? Her geçen gün daha “olası” hale gelen Kızıl Gezegen’de yaşamın kurmacaya etkilerini edebiyat dünyasından isimlere sorduk.

Mars Koloni Edebiyat
- Reklam -
- Reklam -

Ülkü Tamer, 1950’li yıllarda Erdal Öz’e yazdığı mektupta laf arasında ondan şu soruşturma için bir yazı istiyor: “Uzaya gidiş, sanatı etkileyebilir mi?” Uzay yarışının ilk defa somut adımlara dönüştüğü o yıllarda, edebiyatçıların da duruma kayıtsız kalmama isteği dikkat çekici.

Bundan 70 yıl sonra, artık uzay çok daha yakın. Mars’a araçlar iniyor, başka gezegenlerin uydularında yaşam aranıyor. Peki bir gün gerçekleşme ihtimali artık hayli elle tutulur hale gelen “Mars’ta koloni kurmak” meselesi edebiyatı nasıl etkileyecek? O gün geldiğinde Kızıl Gezegen’e doğru yola çıkanlar ya da Dünya’da kalanlar, nasıl bir edebiyatın parçası olacak?

İşte bizim de sorumuz bu: “Mars’ta koloni kurmak edebiyatı nasıl etkileyecek?

- Reklam -

Bu kapsamda hazırladığımız soruşturmamıza katılan yazarlar şu şekilde: Arzu Eylem, Arzu Uçar, Mehmet Berk Yaltırık, Nermin Yıldırım, Orkun Uçar, Ömür İklim Demir, Sabri Gürses, Saygın Ersin, Sedat Demir ve Suat Duman.

Keyifli okumalar diliyoruz.

Mars’ta Koloni Kurmak Edebiyatı Nasıl Etkileyecek?

Arzu Eylem: “Başka Bir Yer İhtimali Tüm Anlamları Yok Eder ya da Belki de Yeniden Kurar”

Arzu Eylem Mars Koloni

Mars’ta koloni kurma fikri edebiyatı çoktan etkiledi aslında. Edebiyatın Mars’a uzanması 19. yüzyıl sonlarında başlıyor. Farklı olansa bugün uzak/düşsel sayılanın gerçeğe yakın durması. Olgunun salt kurmaca düzeyde yaşanması ile gerçekleşme ihtimali üstünden kurgulanması yazarı/yazmayı elbette etkiler diye düşünüyorum. Fantastik ve bilimkurgunun sınırları ütopyaya veya distopyaya doğru genişlemeyi sürdürür, bu genişleme yazarın fantazisi değil, gerçekliği yorumlayışı, eleştirisi umudu olur. Edebiyatın meselesi insan merkezli kalmaz, insanı da içine alan bir bütünlüğe dönüşür. Yıllardır bilimkurguya yapıştırılmış kaçış edebiyatı tanımlaması da biraz utanır.

Bu soru benim için çok kıymetli. Çünkü tam da konu üzerine düşündüğüm ve yazdığım bir romanım var. Mars’a göç etme hikâyesi üstüne düşünmek, aşk, iletişim, ötekilik, teknoloji, doğa, evren, insanlık ve insansızlık benzeri pek çok kavrama sarıldığımı fark etmemi sağladı. Yaşadığımız bu dünya bir sınırsa, bu sınırı anlamlı bir yere dönüştürme dürtüsüyle kurdu belki de insanlık tarihini. Bu sınırın aşılabilmesi, başka bir yer ihtimali tüm anlamları yok eder ya da belki de yeniden kurar. Ama yıkmak ve kurmak iyi olurdu. Çünkü Mars öyküsü gerçeğe yaklaştıkça, dünyadaki sömürü anlayışının yeniden üretilmesine doğru uzanır. Salt gerçekçi bir bakış da bize bu karanlığı anlatır. Henüz gerçekleşmemişken, edebiyat daha fazlasını yapmalı, sınırları ihlal etmeli, başka türlüsünü düşlemeli, eleştirisini mümkünle yoğurmalı sanki. Çünkü gökyüzünde ülke yok…

Arzu Eylem

Arzu Uçar: “Hayal Gücümüz Devreye Girecek”

arzu uçar mars koloni edebiyat

Mars’ta kurulacak olan koloniden, giden insanların yaşayışından çok az ve birbirini tutmayan haberler aldığımız bir dünya geliyor benim aklıma. Sonuçta gidecek olan kişi sayısı dünya nüfusuna oranla çok sınırlıysa, bu insanların ütopik mi, distopik mi bir ortamda yaşadığını gözümüzle görmeden inanamayacağız.

Bilmediğimiz yerde de hayal gücümüz devreye girecek ki kurmacayı harekete geçirmek için ihtiyaç duyduğumuz şey de bu zaten. Dünyada yaşayanların yazdığı bu metinleri meraklısı okur tabii ama ben Mars’tan gelecek metinlerin daha çok ilgi göreceğine inanıyorum. Koloniye katılmış yazarlar ya da orada yaşadıklarının etkisiyle kaleme sarılmış edebiyat heveslilerinin yazdığı kitaplar yerküremizde oldukça ilgi görecektir. 1984 gibi metinleri çoktan hatmetmiş kuşkucu okur ise Mars’ta yazılmış kitapların Elon Musk’ın kurduğu bir yayın kurulunun onayı olmadan Dünya’ya gönderilmeyeceğini, orada dönen kirli tezgâhtan haberdar edilmeyeceğimizi öngörecektir tabii. Şimdiden birtakım kehanetler internet sözlüklerinde yerini almış. Bir kullanıcı, dünyanın en zengin ailelerinin Mars’a giderek sadece insanları öldüren bir kimyasalı Dünya’ya salacaklarını, sonra Dünya’ya gelip insansı robotlar yardımıyla mutlu mesut yaşayacaklarını yazmış mesela. Eğer bu zenginler insafa gelir de hayatta kalırsak, Mars’taki koloni yazma tıkanıklığı yaşayan kalemlerimiz için de güzel bir çözüm olabilir.

Roman ya da öykü boyunca ne kadar uğraşsa da dünyada tutunamayan karakterimiz son gemiye atlayıp bir bilinmeze doğru yola çıkar. En az yüzlerce metin bu gibi finallere ya da başlangıçlara sahip olur diye düşünüyorum.

Arzu Uçar

Mehmet Berk Yaltırık: “Zamanla Mars Folkloru Oluşacak”

mehmet berk yaltırık yazar

Bir anda yeni bir tarih ve edebiyatla karşı karşıya kalacağız diye düşünüyorum, sanki alternatif bir dünyayla tarihlerimiz çakışmış gibi. Mars tarihi oluşacak, oranın kendi kültürel dinamikleri ve sosyal yaşayışlarından hareketle. Gittikleri bu yeni dünyayla çatışmaları ve geride bıraktıkları dünyayla muhtelif çatışmaları hem tarihi oluşturacak hem kültür farkını belirginleştirecek. Dolayısıyla zamanla Mars folkloru oluşacak, kendi değer yargıları, mizaçları, hatta sözlü hikâyeleri; biraz eski dünyaya biraz geldikleri yeni dünyaya dair, kâh gerçek kâh hayal. Böylece Mars edebiyatından da söz etmeye başlayacağız.

Oralı olmanın ötesinde orada, başka bir dünyanın, gezegenin parçası olarak varlığını sürdüren insanların elinde gelişen konular ve belki farklı, karma edebiyat türleri söz konusu olacak. Yeni oluşturulan bir dünyanın dimağıyla, bizim en fazla ülke değiştirmekle yahut hayali mekânlarla sınırlı dimağımız çatışacak her şeyden önce. Beğenilerimiz, farklılıklarımız, esprilerimiz ve argomuz, küfürlerimiz belirgin derecede farklılaşacak ki oraya taşınabilecek kültürlerin çeşitliliğini düşündükçe, karşımıza çıkabilecek sentezler sınır tanımayacaktır kanaatindeyim.

Temelde “dünyalı, uzaylı” dediğimiz ayrım ve sınır ortaya çıkacak, ötekileştirme veya yüceltme söz konusu olacağı için iki farklı edebiyat oluşacak hem sözlü hem yazılı olarak. Kendi beklentileri, hayalleri, belki yeni gezegen kolonilerine yönelik endişe ve umutlar hem Mars edebiyatını hem dünya edebiyatını etkileyecek. Mars edebiyatı mı yoksa dünya edebiyatı mı (koloni olduğundan) tartışmaları yeni polemiklere ve fikirlere, farklı düşünce çatışmalarına yol açacak. Mars göçmenlerinin taşıdıkları, dünyadan götürdüklerimiz ve koruduklarımız karşı karşıya gelecek her şeyden önce. Edebiyatı, dünya edebiyatı ve Mars edebiyatı kavramlarının tartışılacağı bir ortamda hangi akımların, eğilimlerin, fikir kalıplarının hatta hayal gücümüzün, tasavvurlarımızın nasıl şekilleneceğini tahmin edemiyorum ama kuvvetle muhtemel hayli hareketliliğe, renkliliğe tanık olurduk diye düşünüyorum.

Bir de hayalin de ihtimalleri var. Ya kadim bir medeniyetin kalıntısına denk gelirsek yahut başka bir medeniyetle rastlaşırsak, dünyamıza, yerleştiğimiz çorak bir gezegene bakışımızı, kültürümüzü, inanışlarımızı, günlük yaşantımızı ne yönde etkileyecek diye sordukça aklımda sayısız soru ve cevap beliriyor.

Mehmet Berk Yaltırık

Nermin Yıldırım: “Bize Ütopya, Mars’a Distopya”

Nermin Yıldırım yazar mars koloni

1961’de Vostok 1’le fezaya yükselen Yuri Gagarin de, ondan sekiz sene sonra Apollo 11 ile Ay’a inip kendi için küçük, Dünya için büyük bir adım atan Neil Armstrong da bir zamanların parlak yıldızlarıydı. Onların heyecanlı hikâyeleriyle simgeleşen Ay ve uzay sergüzeştinin iştah açıcı girizgâhı, ışıltılı bir çağın da başlangıcı sayılmıştı. Bir kuşağın çocukları astronot olmayı düşleyerek büyüdü, yazarları öte dünyalarda geçen hikâyeler yazdı, sinemacıları gözlerini uzayın derinliklerine daldırdı. Yeninin nice ihtimallere gebe saflığı, müthiş cazibeliydi. Lakin hayatlar hayallerle pek örtüşmedi. O hayalperest kuşak, ne yeni gezegenlerden ne de içinde yaşadıkları emektar Dünya’dan iyi haberler alabildi. Paylarına düşen, daha çok savaş, daha çok yoksulluk, daha çok zorbalık, daha kötü iklim koşulları, daha çok hayal kırıklığı ve daha az hayal oldu. İşte bu yakın tarih hikâyesi, bana bundan sonra edebiyatta ve hayatta olabileceklere dair ipuçları veriyor.

Başka gezegenlerde geçen öyküler kurmak elbette hâlâ cazip ve kışkırtıcı. Zira hâlihazırdakinden umudu kestikçe, yepyeni yerlerde sistemler kurmak, edebiyatın en zevkli sığınaklarından biri. Ama aktüel meselelerle birlikte baktığımda, açıkçası şu an Mars bana çok da sevimli görünmüyor. Zavallı gezegenin zerrece suçu yok. Suç, Dünya’yı içinden kaçılacak hale getiren, köşeye sıkıştıkça da politik gündemi değiştirmek için Mars’a sığınmaya çalışan kravatlı adamlarda. Eh, bizim ve sessizliğimizin de payı az değil o suçta. Velhasıl tam da şimdi Dünya’dan bahsetmek istiyorum. Yoksulluğun, ayrımcılığın, türlü çeşit adaletsizliğin alev alev sardığı dünyamızdan. Ona ne yaptık ki Mars’a ne yapacağız… Bir gezegene yerleşip onun iliğini kemiğini emip tükettikten sonra yenisini kolonileştirmek mi olacak yüce insanlığımızın hayatta kalma yöntemi?

İşin doğrusu bana uzaya çıkma değil de tam da Dünya’ya inme vaktiymiş gibi geliyor şimdi. Bu dünya niye böyle aksak dönüyor, önce onu yazalım biraz daha. Mars’ın başına getireceğimiz olası felaketleri bilahare düşünürüz. Biz Mars’ı düşünüp kendi ütopyamızı yazarız, varsa Mars’ın sahipleri de bizi düşünüp kendi distopyalarını yazarlar muhtemelen. Bizim için şöyle konuşurlar herhalde kendi aralarında: “Dostuz mostuz diyorlar ama pek matah bir şeye benzemiyorlar. Baksanıza, evlerini yakmış buraya geliyorlar. Kendi evini yakandan bize hayır gelir mi?”

Nermin Yıldırım

Orkun Uçar: “Kızıl Tozun Yazarları”

Orkun Uçar

Marslı yazarların anlatacağı hikâyeleri anlamak için önce Dünya’daki keşifler çağının edebiyata etkisine bakmak lazım… Koloni dönemi yazarları çevre şartlarından etkilenmişti. Onların ilk kaygısı hayatta kalabilmekti. Ve servet kazanmak.

Yeni diyarlar zorluydu, her adımda onları ölüm bekliyordu. Ama zenginlik hayalleri de sunuyordu.

Amerika kıtasında da ilk fırsatları toprak sunuyordu. Mesela pamuk, tütün… Sonra madenler; gümüş, bakır, altın.

Mars’taki edebiyatı ilk etkileyecek olan muhtemelen yaşam zorlukları, kısıtlı olanaklar ve kapalı ortamlar olacak.

Koloniciler Marslı olmaktan daha çok Dünyalı sayacak. Hâlâ mavi gezegenimizin anılarını taşıyacak. Ama eski yuvalarındaki sıradan şeylere ulaşmak lüks sayıldığında değişim başlayacak.

Açık havada rüzgârı hissederek yürümek, çimenlere basmak, yüzmek (hatta duş almak), hatta çay, kahve… Sürekli kapalı ortamda yaşamak klostrofobik bir tat bırakacak yazılacak satırlara.

Çoğunlukla aynı yüzleri görecekler ve zorluklar nedeniyle belki de onlardan nefret edecekler.

Çocuklar kendilerini Marslı saymaya başlayacak.

Sürekli olarak Dünya’dan gelen kaynakların azlığından şikâyet eden ebeveynlerini dinleyerek büyüyecekler.

Dünya’da elbette, “Niye Mars’a sürekli para harcıyoruz, onları besliyoruz,” diyecek siyasi söylemler olacaktır. Marslı torunlarımız bunları duyacak.

Dünya’dan malzeme getiren gemilerin mürettebatı ile aralarında sorun çıkacak. Dünyalılar belki de onlara üstten bakacak.

Marslılar Dünyalıların kendilerine ait kaynakları sömürdüğünü düşünecek.

İlk Mars edebiyatında bütün bunlar etkili olacak. Daha sert, daha kızgın…

Yerleşimlerin meydanları, sokakları acı dolu kayıpları hatırlatan isimlere sahip olacak. Çocuklar onları Mars’ta bir hayata mahkûm eden ebeveynlerini sorgulayacak.

Ölümlerin acı tonu, kaynak azlığının sürekli etkisi ve kızıl toz.

Gezegeni Dünyalılaştırma çalışmaları yol aldıkça daha geniş alanlara yerleşmek mümkün olacak. Başka bir insandan kilometrelerce uzakta yaşayan münzevileri ortaya çıkaracak. Garip inanışlar, tarikatlar…

- Reklam -

Bir noktada servet olanakları ortaya çıkacak. Kalabalık Dünya’dan fakir göçmen akışı olacak. Bütün sıkıntıları öncüler yaşadı ama yeni gelen fakirler onları takdir etmeyen, kültür ve din farklıları barındıran yabancılar.

Yeni gelen Dünyalı göçmenlerin hak talepleri, Marslılarla aralarındaki sorunlar, Dünyalı şirketlerin veya hükümetlerin yanlışları kaçınılmaz olarak Marslı özgürlük hareketini doğuracak.

Asteroid kuşağı zenginlik dolu ama Dünyalı hükümet ve şirketler onlara çok azını bırakıyor. Kan, ter ve gözyaşı Marslıların ama küçük bir pay alıyorlar.

Mars milliyetçiliği, kültürü, dini, sporları ortaya çıkıyor.

Bu arada Dünya’da kendi sorunlarını yaşıyor. Belki de Marslıların özgürlüklerini kazanmasına yardım edecek zayıf anlar; savaşlar, hastalıklar, iklim sorunları.

Marslı yazarlar özgürlüğün kızıl şafağını yazacak. Aşk romanları, polisiyeler olacak ama Marslıların gözü Güneş sistemindeki uzak ufuklar. Mutlu ve zengin geleceği anlatan bilimkurgu romanları okunacak.

Orkun Uçar

Ömür İklim Demir: “İnsanlar Hikâyelerini Anlatmaya Devam Edecek”

ömür iklim demir

Mars’ta yaşamaya başladığımızda sadece yeni bir gezegeni değil, yepyeni bir tür yalnızlığı da keşfedeceğiz bence. İnsan yalnızlığını daha ne kadar uzağa taşıyabilir, önce onun cevabını bulacağız. Sonra uzak kelimesine takılacak çoğumuzun aklı… Ev ve uzak gibi temel kelimeler bile Dünya’dan Mars’a giden birisi için başka, Mars’ta doğup büyüyen birisi için bambaşka anlamlara gelecek. Dolayısıyla, ilk başlarda bu farklılaşmanın edebiyata ve diğer sanatlara olan yansımalarını göreceğiz.

Tabii bu algı farklılaşması insanın iç dünyasıyla sınırlı kalmayacak. Renkler, rüzgâr, gece, gündüz, gökyüzü, o, bu, şu, her şey değişecek. En basitinden Boğaz’daki mehtaplı bir geceden bahsedilmeyecek orada yazılan metinlerde. Bunun yerine, bambaşka şeylerden, kızıl tepeleri yalayıp geçen tozlu rüzgârlardan bahsedilecek mesela. Cam kubbenin altında uyurken, geceyi balıkçı teknelerinin patpatı değil, havalandırma boşluğundan sesi taa odamıza kadar gelen jeneratörün uğultusu bölecek. O bölünmüş gecenin ortasında, yine şimdikine ya da bin yıl öncekine benzer şeyler düşüneceğiz. Bana göre, ne olursa ya da nerede olursa olsun, insanlar hikâyelerini anlatmaya devam edecek. Muhtemelen değişmeyen tek şey de bu olacak.

Ömür İklim Demir

Sabri Gürses: “Bir Uzay Bediyatına, Mars Edebiyatına Doğru”

Sabri Gürses

Uzay yolculuğu heyecanı büyük dünya savaşları sonrası ortaya çıkmıştı, bizim kuşak, yani yetmiş doğumlular onun sonuna yetişti. Bir yandan ülke içindeki tedirgin edici karışıklıkları (darbe öncesi, sonrası, arası diyorlar genellikle) yaşadık, bir yandan astronot olma, uzaya gitme hayalleri kurduk, ansiklopedilerde roketleri inceledik, siyah beyaz televizyonların karanlığında, başka ülkelerde çekilmiş filmlerin dağınık hayallerini seyrettik, orijinal çizimlerden kopyalanıp yeniden çizilmiş çizgi romanlarda, mesela Örümcek Adam’da uzak gezegenlerden gelip bir asalak bir giysiye dönüşen uzaylıları gördük, Solaris’in akıllı deniziyle 2001’in akıllı HAL bilgisayarı arasında kozmonotlarla astronotlar arasındaki çekişmeleri, uzay buluşmalarını okuduk.

Sonra, Ballard’ın uzay yolculuğundan dönmüş, barlarda aylaklık edip hatıralarını anlatan astronotuna dair bir şeye dönüştü benim için uzay. John Brunner’ın The Sheep Look Up romanındaki ekolojik felaketler, David Brin’in The Earth’ündeki denetimden çıkmış karadelik deneyleri, kişisel bilgisayarların yayılması vs. derken uzayın yerini siber uzay aldı. Yazdığım Boşvermişler üçlemesinde, insanın ve bölgesel olarak insanların makineler karşısında gereksizleşmesini, uzay yolculuğu fikrinin aklın seyahatine fikrine dönüşmesini, kutsal metnin işlevini sorguladım; Sevişme’de bedenin şehrin ve siber uzayın mekânındaki yerini sorguladım. Sovyetlerin çöküşü Amerikalılarla Rusların uzayda işbirliğine engel olmayacak gibiydi, İstanbul’daki Amerikan Kütüphanesi’nde enformasyon otoyolunun geleceği ve Çin’in 2030’larda Ay’a inme planlarıyla ilgili kitaplar okuyordum. Sonra kütüphaneyi kapattılar, artık İnternetin çağı başlıyordu.

Derken bir gün Bakırköy’de bir sahafta Kim Stanley Robinson’ın Kızıl Mars’ını buldum; ön kapağı yırtıktı, ilk sayfasında Fredric Jameson’ın övgüsü duruyordu. Robinson’ın bakışı sahiden farklıydı; epik destan olarak anlatıyordu yerleşimi, en ince ayrıntıları, olasılıklarıyla, yaşanabilecek çelişkilerle. Bilimkurgunun umut verici bir örneği olarak duruyor hâlâ; Alien ya da Prometheus gibi filmlerle, Doom ya da Half Life gibi oyunlarla iyice akıllarımıza yerleşen o uzak gezegenlere şirketlerin yerleşmesinden, şirketler aracılığıyla yeni dünya kolonizasyonundan farklı bir olasılığı açık tutuyor. İnternet bizim kuşağın gezegenlerarası uzayını alıp sosyal medya uzayına daraltmışken, çağımızın en çarpıcı uzay fantazisi tvit atmayı seven zengin bir spekülatörün Dünya’yı uydularla kuşatıp uzaya araba gönderme gösterisi haline gelmişken geçmişi hatırlamakta yarar var.[1] Bilimkurgusal ekolojik felaket dünyevi gerçeklik haline gelirken, bunun üstüne küresel ekokültürel bir felaket yığıldı: İçinde yaşadığımız siber-internetsel-kültür uzayındaki yolculuklarımız geleceğin bütün gezegenlerarası uzay yolculuklarından daha acil bir sorun olarak karşımızda duruyor. Uzaya, başka gezegenlere dünyadan aldığımız mikropları, biyolojik alışkanlıkları götürecektik; artık kültürel mikrop ve alışkanlıklarımızı da eşzamanlı yaymaya çalışacağız, Ay’la, Mars’la kurduğumuz gecikmeli iletişimle ilgili bütün fikirlerimizi bir yana bırakacağız. Jules Verne’in, Wells’in, Cyrano’nun uzay ve gelecek hayallerinin akıl almaz bir şekilde aşan kültür yükümüzü yayacağız. Beşinci Element’te beşinci elementin internete birkaç dakikalığına girip dünyanın bütün bilgisini aldığı bir sahne vardır, Luc Besson birkaç ikonik görüntüyle dünyanın kötülüğünü verir, oysa gerçek İnternetle karşılaşan gerçek bir uzaylı (böyle bir icada sahip olduğunu hiç hayal etmediğimiz bir varlık) hayal edemeyeceğimiz bir sarsıntı yaşayacaktır. Barutlu silahlarla, dürbünlerle, fotoğraf makineleriyle dünyanın keşfedilmemiş köşelerine, erişilmemiş yerlilere ulaşan Batılı emperyalistlerle kıyaslanamayacak bir deneyim olacak başlamakta olan uzay yolculukları, Ay kolonizasyonu, Mars yerleşimi çağı. Ama gidecek miyiz, biz ya da makine suretlerimiz illa ki gidecek anlaşılan kayıp rıhtımı bulmaya.

Bizim edebiyatçılarımız bin dokuz yüz ellilerde uzay edebiyatı nasıl olacak diye sorduğunda yanıt verilmişti aslında; uzay edebiyatı Zamyatin’in anlattığı gibi, bizim internette yaptığımız gibi cam odalarda oturup büyük ortak uzay kolonizasyonunu, insanlığın bütün evren için düşündüğü büyük matematiksel ideali çoğaltan bir edebiyat olacak, oldu. Bugünlerde herkesin ağzında dolanan algoritmaların, matematiksel aykırılık, matematiksel uyum edebiyatı. Günümüzde uzay seyahati fantazyalarının büyük kısmı, ekolojik olarak çökmüş, çökmekte olan bir dünya ve ondan kaçıp başka bir gezegende yeni bir hayat kurmaya çalışan insanlar fikrine dayanıyor; oysa daha büyük bir kabus bunun tam tersi olabilir – mevcut, hakim kültür biçimlerini koruyarak sürdüren ve başka gezegenlere bunu yayan bir insanlık. Dünya edebiyatı Dünya’yı kurtaramadı, Mars’a yerleşebilen bir insanlığın dünya edebiyatını yayması, Mars’la Dünya arasında (aklı başında bir insanlığın reddedeceği) sosyal medya modeli kültürü sürdürmesi delice olacaktır.

Fakat Kim Stanley Robinson’ın ilk okuduğumdan beri iyimserliğiyle beni şaşırtan, düşündüren bir sahnesini, ilk Mars yolcularının bir zikir ayinini seyredip, Enel Hak nidalarının ardından Mevlana’nın şiirini okuma sahnesini hatırlamakta yarar var. Bütün bu teknokorkuların ötesinde belki de insanın kaz suretli Ülgen’le, Nirvana’yla, Miraç’la, Vahdeti Vücut’la keşfettiği içsel uzay yolculuğunun berraklığını sürdüren bir edebiyat için umut beslemekte yarar var. Mars edebiyatı biz hakiki, insana yaraşır bir Dünya edebiyatını ve hayatını hâkim kılmadan var olmayacak bence.

[1] Bu arada çağın bir diğer spekülatörünü, bizim bilgisayarlar arası uzayımızı pencereler arasında, pencereden pencereye uzanmak haline getirmiş olan diğer spekülatörü de unutmayalım. Bilgisayar uzayımızın onun bilgisayar üreticileriyle kurduğu tekel olmadan ne kadar farklı gelişebileceğini düşünmek akıl yorucudur.

Sabri Gürses

Saygın Ersin: “Kaçınılmaz Bir Adaptasyon Edebiyatı”

Saygın Ersin

Metnin hangi gezegende yazılacağı önemli gibi geliyor bana.

Muhtemel bir Mars kolonisinde, ilk yerleşimcilerden fazla bir ‘edebi performans’ bekleyemeyiz gerçi. Hayatta kalmak, sadece yiyeceğin değil suyun ve oksijenin de devamlılığını sağlamak gibi çok daha temel kaygıları olacak çünkü. Bir de çok fazla mühendis olacak etrafta. Mars edebiyatının ilk örnekleri olarak günlükler ya da anı – romanlar okuyacağız bence. Sonrası ise ‘edebi evrim’in bileceği şey…

Bir taraftan da şunu düşünüyorum: Mars’ta koloni kurmayı planlayanlar, gidecek ilk kafileye birkaç da yazar eklemişlerdir belki de. O zaman işin rengi değişir tabii. Oturup kendi hikâyesini yazsa bile şahane olur! “Mars’ta yazılmış ilk romanı kaleme alma göreviyle Mars’a giden bir yazarın hikâyesi…”

Kulağa harika geliyor ama bu durumda da şöyle bir çekince doğuyor içime: Mars’ın edebiyatı da, tıpkı oradaki bitkiler gibi ‘Dünya’dan gönderilmiş’ olacak. Kaçınılmaz bir ‘adaptasyon edebiyatı’ olacak. Hal böyleyken, mühendislerin günlüklerini okumak daha heyecan verici, daha samimi geliyor bana.

Kesin olan tek şey ise şu: Organik ya da adaptasyon; bol bol betimleme ve iç tahlil okuyacağız. O mavi gün batımını, o ıssızlığı, o varoluş kaygısını hatta o özlemi hangi yazar anlatmak istemez ki?

Dünya’ya gelince…

Bir öngörüde bulunmak çok zor. Her şeyden önce kavram ve tema olarak Mars’ı bilimkurgunun tekelinden kurtarmak zaman alacak. Dünya edebiyatı  Mars’ı ancak bu aşamadan sonra içselleştirebilir. Fakat Mars gibi yeni bir ‘anlatı diyarının’ ortaya çıkması, kısa bir süre içerisinde tüm yazarların elini ve zihnini rahatlatacaktır. En basitinden, en faydacı açıdan düşünürsek, bir kahramanı ya da yan karakteri postalayabileceğimiz Yeni Zelanda’dan bir daha ırak bir yer var artık!

Saygın Ersin

Sedat Demir: “Kurmacalarımız Biraz Daha Kızıl Renkte Olacak”

sedat demir yazar

Mars’a gittiğimizde yine agoralar, meydanlar, yatay-dikey mimari, alışveriş merkezleri ve parklarla karşılaşacağız. Hatta orada gettolarımız da olacak. Muhtemelen tepelerden kızıl araziye bakıp hasret dolu şiirler yazacağız. Kurmacalarımız da biraz daha kızıl renkte olacak. Yalnızlığımızın ve çevremizdekilerin önemini daha fazla hissedip daha kısa romanlar yazacağız. İlk başlarda Dünya’ya gidip gelmek kolay olmayacak ve belki buraya öte dünya diyeceğiz. Tüm fantastik unsurlarımız dünyadaki geçmişimiz olacak gibi görünüyor. Nostalji demeyeceğiz geçmişimize ve geçmişimiz başka bir Dünya’ya ait olacak. Geçmiş nedir ki? Unutulur hemen. Bunların ardından kızıl toprak üzerindeki konutların kiralarını ve veresiye sistemini konuşacağımız. Bunlar da yazdıklarımıza karışacak. Ayaklarımız bazen kuma.

Sedat Demir

Suat Duman: “Edebiyatçılar Bu Tuhaf İşgalin Yazıcılarına Dönüşecek”

suat duman

Mars’a gidilmeli mi, doğrusu bu artık bir soru olmaktan çıktı. Uzun zaman önce çıktı, Galileo’dan, Kopernik’ten beri. Yine de bu öncüler oraya, sonsuz olasılık havuzuna, dünyayı anlayabilmek için bakıyorlardı.

Kopernik dünyanın değil, güneşin merkezde olduğunu ilan etmişti. Gelinen noktada kapitalizmin tanrısı teknolojiyi evrenin yeni merkezi ilan ediyor. Teknoloji bizi Samanyolu’nda dolaştıracak bunun farkındayım ama Jules Verne’in götürebileceği kadar uzağa götürebilecek mi göreceğiz.

Edebiyat evet gökyüzünü ister ama süzülmek için, sömürmek için değil. O nedenle insanı, doğayı, varoluşu anlamaya çalışmak ödevi hâlâ önümüzde duruyor. Bu Mars’a (koloni kurulduğunda değil, bu kaynakların insafsızca sömürülmesidir) seyahat ettiğimizde de değişmeyecek.

İnsan, dünyanın ta kendisi, edebiyat da dünyanın bir parçası. Haliyle insana, (farklı milletlere, lanetli sınıfa) karşı konumlanmış bir edebiyat, evet var ama dünyaya karşı konumlanmış bir edebiyat yok. Dünya dışı hayatın bir parçası olmaya başladığımızda, hele Mars gibi dilsiz, savunmasız gezegenler söz konusu olduğunda edebiyatçılar korkarım bu tuhaf işgalin tarih yazıcılarına dönüşecek. Bir farkla Amerika kıtasının talanına benzer bir durum: bu kez kadim gezegeni savunacak bir yerli kabile bile olmayacak! Dünya’yı anlamak kendimizi anlamak anlamına geliyordu. Mars’ı anlamak, Mars’ı tanımlamak, onu ele geçirmek anlamına gelecek.

Uzay boşluğunda nicedir dolaşıp duruyoruz, başımız asırlardır göğe çevrili. Kaçınılmaz olana karşı durmak edebiyatın işi değil. Edebiyat Mars’ı da yazacak. Bir zamanlar bütünüyle hayal ürünü olan, bundan böyle gerçekçi edebiyatın alanına dâhil olacak. Hiç şüphesiz, her anlamda ufkumuz genişleyecek!

Suat Duman


Mars’ta koloni kurmanın edebiyat üzerindeki etkilerine dair görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.

Onur Selamet

1993 İstanbul. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunu. Çeşitli kısa ve orta metraj film projelerinde yer aldı. Öyküleri kimi dergi ve fanzinlerde yayımlandı. 2013'ten beri üç arkadaşıyla birlikte Marşandiz Fanzin'in makinistliğini yapmaya devam ediyor. İlk öykü kitabı "Ölü Dalgıcın Sonbaharı" ise Eylül 2018'de yayımlandı.

4 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Lycaeninae Lycaeninae dedi ki:

    Düşlerinizin dalgalı denizlerinde Kayıp Rıhtım arayışı muhteşemdi :relaxed:
    Mars Kolonisi, üzerinde sürekli düşündüğüm bir proje ve 100’ün 1’i olmayı hedefliyorum. :+1:t6:

  2. Avatar for Keystone35 Keystone35 dedi ki:

    Her bakımdan çok şanslı olduğunu düşündüğüm yeni nesil umarım üniversitede YÖK dersi olarak Mars Dili ve Edebiyatı görür. :rofl:

  3. Avatar for alihandrowski alihandrowski dedi ki:

    Hepsini okumadım ama Orkun Uçar’ın dedikleri aklıma Avrupa’dan gelen çayları Amerika’da denize döken köleleri getirdi :smiley:

  4. Avatar for alper alper dedi ki:

    :slight_smile:
    Doğu Perinçek eksik. :slight_smile:

    Opera Anlık Görüntü_2021-03-26_151205_twitter.com

    Cem Yarmuş - Yeni Dünya: Mars’ın Keşfi

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Nawal El Saadawi

Mısırlı Kadın Hakları Savunucusu ve Yazar Nawal El Saadawi Yaşamını Yitirdi

Kendinde Değil Gibisin - Aylin Sökmen

Kendinde Değil Gibisin – Aylin Sökmen | Yazarının Kaleminden