Art Spiegelman’ın Pulitzer dahil birçok ödül aldığı iki ciltlik biyografik grafik romanı Maus incelemesi sizlerle. Eseri ve arkasında yatan gerçekleri aydınlatıp grafik roman kavramının geçmişi ve şimdisine bakıyoruz.
Kitap olarak yayımlanmadan önce Raw ve Funny Animals dergilerinde kısmen yayımlanan Maus iki kitaptan oluşuyor. İki kitabın yayımlanma tarihleri arasında 13 yıl var. Maus: Hayatta Kalanın Öyküsü (Maus: A Survivor’s Tale) başlığıyla yayımlanan çalışmanın ilk kitabı, 1973 yılında çıktı. İkinci kitap, Ve Sorunlarım İşte Burada Başladı (And Here My Troubles Began) ise 1986’da raflara geldi.
Her iki eserde de Spiegelman, görsel hikâyecilik anlatımını muazzam şekilde kullanıp; anlatmak istediği öyküyü çarpıcı ve başarılı bir şekilde bizlere sunuyor. Tekrar tekrar okumaya ve farklı görüşler çıkarabilmenize açık olan kitap, derin ve deneysel bir eser. Art Spiegelman bu ikilemede tarihi, çizgi sanatlarını, soykırımı, savaşı ve sonrasındaki travmayı harmanlamış; ince detayları ile postmodern bir tarzda çift zamanlı gerçeklikte hikâyelendiriyor.
Hikâye Art Spiegelman’ın, 1970’lerin sonunda bir gün babası Vladek’i Rego Park’ta ziyaret etmesiyle başlıyor. Vladek Spiegelman İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımını yaşamış, aralarında Auschwitz’in de olduğu farklı toplama ve çalışma kamplarında bulunmuş bir isim. Azmi, şansı ve kararlılığı sayesinde hayatta kalmış; dahası eşi Anja’nın hayatını kurtarmayı (kısmen) başarmış biri. Art daha önceki ziyaretlerinde birkaç kez babasına, onun ve annesinin hikâyesini çizmek istediğini belirtmişse de babası pek istekli davranmamış. Art’a, soykırımı bir yana bırakıp, para getirecek bir şeyler çizmesini öğütlemiş. Art’ın ısrarı üzerine Vladek öyküsünü anlatmaya başlamasıyla, soykırım odaklı gibi gözüken ama esasında zamansız bir hikâye olan ve katmanlardan oluşan Maus da başlamış oluyor.
Eser çift zamanlı bir gerçeklik üzerine yazılı. Spiegelman, kitabın yazım aşamasına konu olan yetmişli yılların (1978-1982) sonunda Amerika’da babasının anlatısını dinlemekte. İkinci zaman gerçekliğimiz ise 1930’lu yılların başlarını ve İkinci Dünya Savaşı dönemini konu almakta. Dolayısıyla Maus, iki ayrı öyküsel ve tarihsel düzlemden oluşuyor.
İkinci zaman gerçekliğimizde babanın anlatma seanslarında baba ve oğlun yaşadıkları diğer olaylar yer alıyor. Böylece öykü sadece bir savaş öyküsü olmaktan çıkıp başka konuları da içerme ve savaş-soykırımdan sağ kurtulmuş birisinin kişilik yapısındaki değişimi/gelişimi içerme fırsatını elde ediyor. Bu iki zaman gerçekliğinde yazar genellikle babasının yanında geçirdiği anıları sunsa da aynı zamanda kendi hayatını bizlere sunmuş oluyor. Bu bağlamda eser hep otobiyografik hem de biyografik olmayı başarıyor.
(Biyografi teknikleri üzerine) Maus: Hayatta Kalanın Öyküsü ile, Art Spiegelman, babasının oğlunun doğumundan önce Auschwitz’e sınır dışı edilmesini doğrulamak için ölüm kamplarından birçok “belgesel türünde” kanıt içerir… … adeta olayları yaşayanın (Vladek) anıları bir ritüel ve hafızanın “titreşimleri” şeklinde hikâyeler oluşturur.
(Reading Autobiography – Sidonie Smith, Julia Watson)
Bir Soykırım Grafik Romanı: MAUS’un Başarısı ve Önemi
Maus yayınlandığında pek çok olumsuz tepki de alıyor. Spiegelman soykırım gibi ciddi bir meseleyi “hafif” bir sanat biçimi ve o zamanlar bir satış yöntemi olarak düşünülen (her ne kadar grafik roman kavramının çizgi roman kavramını bir üst seviyeye çıkarıp ciddi bir edebiyat kategorisine geçirse de), grafik romanla anlattığı için eleştiriliyor.
Üstelik eseri övenlerin genelde mutlaka bahsettiği, “Ha evet Almanlar kedi, Yahudiler de fare olarak resmedilmiş,” gibi edebiyat ve teşbihin kullanılışının yalnızca bir benzetme/yerleştirmeye indirgendiği bir detay da var. Spiegelman Maus’ta Yahudileri fare, Almanları kedi, Amerikalıları köpek, Polonyalıları da domuz olarak çiziyor. Buna pek tabii sinirlenip tepki verenler de olmuştur. Spiegelman’ın iki kitabının başına da eklediği faşizan alıntılar bundan dolayı muhtemel bir savunma tepkisi olabilir.
“Şüphesiz ki Yahudiler bir ırk ama insan değiller.”
Esasında Art tam olarak grafik roman tanımını geliştirmek veya çok kaliteli bir örneğini oluşturmak gibi bir amaçla girişmemişti bu işe. O, annesinin ölümünden sonra aile geçmişine dokunmaya ve Yahudi soykırımını en iyi şekilde anlatmaya çalışıyordu. Bu aynı zamanda Maus’a “En İyi Grafik Roman” listelerinde sürekli rastlamamıza neden olan şeylerden biriydi. O, babasının hikâyesini tüm çıplaklığıyla bizlere sunarken yaşamadığımız anların ve duyguların en saf halini de iletiyordu. Bu, okuyucuya geniş bir alan tanımasına (düşüncelerimizin yönlendirilmeden yalnızca saf düşünce olarak kalmasına) bir örnek. Yazarın aynı zamanda nefret, özlem, keder, çaresizlik, ölüm, savaş, ihanet, umut, kurtuluş ve açlık gibi kavramların hem duygusal olarak bize işlemesine hem de bu kavramların ne olduğun içimizdeki insanlığa inceletmesi ve yansıtmasıyla ne kadar dâhi bir yazar/çizer olduğunu fark ettiriyor.
Nedir?: Grafik Roman ve Maus’un Edebiyatı
Maus ile canlanan ve yükselen grafik roman kavramı, adından da anlaşılabileceği üzere herhangi bir romanda kendini gösterebilecek bir hikâyenin çizgi ve grafiksel bir dille aktarılmasıdır. Grafik roman kavramı, çizgi romandan sonra gelen ve onda olan paylaşımla ortaya çıkan eser (çizim, çini ve renklendirme) yerine tek kişinin tüm işi yaptığı bir format halindedir. Anlattıkları itibarıyla çizgi romanın bazen fantastik bazen sarsıcı olan içeriğinden uzaklaşıp daha edebi eserler üretme yolunda ilerlemiştir. Hülasa grafik roman, tematik bütünlük ile genellikle bir kitaptan oluşan, yetişkinler için üretilen ve kitap formatında basılan derinlikli çizgi romandır.
Maus’un döneminin hatta belki de tüm zamanların en iyi grafik romanı olarak karşımıza çıkmasının elbette bir sebebi var. Spiegelman eserini oluştururken bahsettiğimiz doğallığı ve okuyucuyu altın bir kafeste bırakıp duygulara maruz bırakması dışında iki özelliğiyle çok güçlü.
Hikâyenin başında bahsettiğimiz, babanın öyküsünü anlatmaya başladığı ana kadar süren birkaç sayfalık kısa bölümü bir çerçeve öyküdür (öykü içindeki öykü). Bu bağlamda edebi bir birlikteliği (baba ve oğlun hikâyesi) sağlaması bir özellik oluşturur.
Diğer bir özellik ise bu çerçeve öykünün gerçekten de panel çerçeveleri içinde ince ayrıntılar (kitaptaki tüm s’lerin schutzstaffel’in ss’leri olması vb.) ve çift zamanlı gerçekliğin içinde bile birkaç zaman gerçekliğinin çizgisel olarak olmasa bile anlatılmasıdır. Vladek ile beraber yaptığı konuşma seanslarında sürekli rastladığımız bu ince detaylardaki zaman/duygu anlatımı çizgi romanlardaki klasik kare kare ilerleme (frame by frame) mantığının aşılmış olunduğunun, yazarın edebi ve grafik olarak dâhiyane bir iş çıkardığının kanıtıdır.
Sonuç: Edebiyatın Görsel Çarpıntısı
Schindlers List’i, Golems of Gotham’ı rahatça sollayıp geçerek ve Elie Wiesel’in, “Soykırım edebiyatı diye bir şey yoktur ve olamaz da,” görüşüne karşı gelerek türünün en iyi örneği olmayı başarmıştır Maus. Art Spiegelman edebi söylemi; edebiyatın metinlerarasılık, tarih yazıcılığı, otobiyografi, üstkurmaca (roman içinde roman/romanın nasıl oluştuğunun hikâyesi) gibi teknik ve yöntemleriyle sağlamıştır. Görsel çarpıntı dediğimiz olayı başarması ise çizgi romandaki “iyi resim çiz, okunacak bir hikâye yaz” mantığından çok; hikâyesel bütünlüğü, panelleri ve sayfa koreografisi üzerine sinematografik bir birliktelik yakalaması ile olmuştur. Tüm bunları çarpıcı ve duygularımızla oynayan bir gerçek(çi) roman anlayışında toplayıp görsellik içinde sunan yazar, eseri ile bizim için grafik anlatının şüphesiz en iyi örneklerinden biri konumuna geliyor.
Ancak her yapıtın bir sevmeyeni vardır. Kuvvetli bir kitleye hitap etmesi birçok konuda Maus’u öne itmiş ve bazen aynı sebeple bazı topluluklarda “abartı” bir eser konumunda değerlendirilebilir. Ancak esere yalnızca edebiyat veya grafik yönüyle yaklaşılmamalı ve, “Minimalistlik adına Yahudiyi fare, almanı kedi yapmanın nesi orijinal,” denilerek eserin bir noktasında odak bırakarak tüm özellikleriyle beraber incelenmekten kaçınılmamalı. Ki gerçekten abartı olarak görmekte olanlar için bile Maus bir kült ve grafik roman kavramının en önemli temsilcilerinden biridir.
Türkçeye İletişim Yayınları etiketi ile kazandırılan eserin editörlüğü Levent Cantek’e, çevirisi ise Ali Cevat Akkoyunlu’ya ait.
Sizler Art Spiegelman’in Maus’unu okudunuz mu? Bu zamansız eser hakkında düşüncelerinizi ve sorularınızı Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.
Kendini ifade ederkenki tutumu açısından diğer soykırım dramalarından/trajedilerinden ayrılıyor.
Hikâyenin merkezindeki baba karakteri sempati oluşturmuyor. Ve bu anlatımın yetersizliğine ya da karakteri işlememekten ileri gelmiyor. O öyle biri; aksi, inatçı ve geçmiş deneyimleri itibariyle yanlışlaması zor.
Her şeyi kendi açısından olduğu gibi aktarıyor. Hayatta kalmak için asgari tutarda gerekli olanı yapmış. Yaptıkları sayesinde hayatta kalabildiği için de geçmişteki kararlarının haklılığını canhıraş savunuyor. Aksiliğinin, pintiliğinin, istifçiliğinin, kuşkuculuğunun vs. arkasında her şeye rağmen hayatta kalabilmesini sağlayan tutum ve kararları yatıyor.
Okur, baba karakteri hep öyle miydi yoksa yaşadıkları mı onu bu mizaca büründürdü fikri arasında gidip geliniyor.
Babanın geçmiş olaylardan heyecansız, işte şu oldu, ben de öyle yaptım, düzlüğünde bahsetmesi, çizgi romanın gerçekçi belgeselci atmosferini güçlendiriyor.
Genellikle bu tür hikâyeler okuyucunun/izleyicinin bam teline dokunacak dramatizelikte aktarılır. Bu sebeple okur/izleyici kendi zamanından geçmişin kurgusal canlandırılmasına tanıklık etmektedir; üçüncü kişi olarak, kendi döneminden birinin geçmişe dair kurgusunu gözlemler; empati yeteneğine ve “Onun durumunda ben olsaydım?” gibi sorulara göre de o kurguyu değerlendirir.
Maus’ta, evet, çizer ve anlatıcı yine bizim konumumuzda biri; yaşamadığı olayları aktarıyor. Lakin kendi tecrübesizliğinin farkında ve bu durumu babasıyla olan ilişkisini, ona karşı tutumunu içeren panellerde belli ediyor. Baba da kendi hikâyesini kendi bıkkınlığıyla, unutmak ister tavrıyla anlatıyor; kurgucunun kurguladığı bir karakter ve onun dramatize edilerek kurgulanan hikâsi yok. Kendisinden sonra gelenlerin, başkalarının anlattıklarıyla (film, kitap, anı vs.) öğrendiklerine bizzat şahit olmuş. Ancak dönemin içinden biri olduğu için de her şeye hakim değil; bizim için kötü dönemlerdi, atlatmaya çalıştık algısında. Bu çok normal. Çünkü birileri onun için deneyimlerinin ne kadar trajik olduğunu, bilmediği daha neler olduğunu anlatmamış.
Hani, nasıl mecazlamalı? Kazayı yapan için her şey olup biter; ne olduğu sorulunca fazla bir şey anlatamaz, şu oldu, bu oldu, diye özetleyebilir. Kazaya şahitlik edenin verdiği ayrıntılar daha fazla, tanıklığı daha canlı, duygusal yoğunluğu daha fazladır.
Hah, işte. Maus’ta kazayı deneyim edenin bakış açısı odakta. Aktarıcı oğulsa tanıklık edemediği, benzer vakalardan dolanıklı biçimde fikir sahibi olduğu bir kazayı anlatma gayreti içerisinde. Oğul babayı trajik bir hikâye anlatması için zorluyor. Ama baba da kendi kuşağındakiler gibi düşünmesi ve yapması gereken ne varsa onu yapmış; kontrol edilemeyen hadiselere ayak uydurmaya çalışmış; medeniyetin gidişatı ve insanlığın durumu hakkında endişelenmekle uğraşmamış.
Babanın bu durumu oğluna kişisel olarak dert oluyor. Babasından trajik bir an öğrenmek, o esnada babanın duygulandığına şahit olmak ve bu vesileyle tanıdığı insana nasıl dönüştüğüne dair ipucu bulmak istiyor gibi. Oğulun ısrarcı çalışması, babasını affedip kabullenebilme niyeti de taşıyor. Ama babasından gelen her bilgi beklediği gibi olmayınca hayal kırıklığı yaşıyor. Oğulun itiraf edemediği şey, ailevi sorunlarını ve babasının mizacından doğan gerginlikleri, geçmişte yaşanan bambaşka trajedilere bağlama çabası gibi.
Bu açıdan irdeleyince oğulun durumu, şimdi ve geleceğe dair sorunları geçmişteki trajik olaylarda, iyi ile kötünün daha net olduğu zannedilen anlarda aramak gibi. O geçmişten gelen babaysa -bilinçsizce- farklı bir yanıt veriyor; her şey insanların ne yapıp ne yapmadığında bitiyor.
Sorunların kökenindeki bu değişiklik, doğal olarak oğulu memnun etmiyor. Çünkü sorunların kaynağı insanlar ve nasıl bir insan olunduğuna bağlanıyor. Genel veya kişisel çaptaki olaylar karşısında nasıl inisiyatifler alındığı önem kazanıyor.
Bu durumu oğul açısından düşününce, sonuç açısında da sebep açısından da içi kemiren ikilemler üçlemler ortaya çıkıyor.
Örneğin, baba sevimsiz gelen mizacına kaynaklık eden iş bilirliği sayesinde hayatta kalmış. Eh, oğul da o sayede var olabilmiş. Ancak babanın aynı mizacı başka insanların üzülmesi, oğulun mutsuz bir çocukluk geçirmesi, ailenin dağılması vb. durumlara da sebebiyet vermiş.
Bu durumu geçmiş trajedileri anlamak için bir tür ölçek olarak kullanınca umut ve karamsarlığın kol kola yürüdüğü bir tahlil ortaya çıkıyor. Bunlar parça parça şeyler. Geçmişteki kurbanlar da failler de insandılar… Kurban olmanın da fail olmanın da dereceleri var… Hayatta kalmak söz konusu olduğunda verilen kararlar ahlaki doğru ve yanlış kıstasına göre değil, o anda uygun olan veya olmayana göre tercih meselesine dönüşüyor… Zor zamanlarda hayatta tutan barışçıl zamanlarda hayatı başkaları için zor hale getirebilir… vs. vs.