in ,

The Lighthouse İncelemesi: Aydınlığın Örtüsünde

The Lighthouse film incelemesi ile karşınızdayız. Robert Pattinson ve Willem Dafoe’nun başrolleri paylaştığı yapım, En İyi Görüntü Yönetimi Oscar’ına da aday.

The Lighthouse inceleme
- Reklam -
- Reklam -

2019’un çok konuşulan filmlerinden, En İyi Görüntü Yönetimi kategorisinde Oscar adayı The Lighthouse filmini inceledik.

Tarihler, topraklar, isimler değişse de insanın hiç değişmeyen, kadim bir hikâyesi vardır. Bir bilinmeyenle başlayan bu hikâye, dönüp dolaşıp bu gizemin aşikâr olmasıyla sonuçlanır. Ancak nihayete eremesin diye bir nokta değil, her defasında sonsuzluğu çağıran “üç nokta” konur hikâyenin sonuna. Zira bu bilinmeyenin aşikâr olmasıyla başlayan bu son, ya bir kıyametin eşiğidir yahut yeniden doğuşun. Böylelikle insan nefes aldıkça, yaşadıkça, anlattıkça feleğin çarkı da aynı hikâyenin patikasında dönmeye devam eder; bir başka ismi, toprağı, tarihi yolculuğuna katık ederek.

Max ve Robert Eggers kardeşlerin kaleme aldığı karanlık hikâye de nitekim bu döngünün bir başka meyvesidir. Kaderleri bir deniz fenerinde kesişen iki adamın güç ve iktidar mücadelesini adım adım işleyen The Lighthouse (2019) kurgusunun köklerini mitolojiye ve edebiyata dayandırmıştır. Başlangıçta Edgar Allan Poe’nun “The Light-House” adlı öyküsünden yola çıkarak hikâyeyi gerilim unsurlarıyla ören Eggers kardeşler, daha sonra bu parçaları yeniden yorumlayarak tabir yerindeyse kendi deniz fenerlerini inşa ederler.

- Reklam -

The Lighthouse Filmi Konusu Ne Hakkında?

Buna göre deniz fenerinde bekçilik yapmak üzere işe yeni alınan delikanlı Ephraim Winslow (Robert Pattinson), fenerde yıllardır görevli olan ihtiyar Thomas Wake (Willem Dafoe) ile dört hafta geçirecektir. Pek konuşkan biri olmayan Winslow, ihtiyar bekçinin talimatlarına uyarak çevredeki işleri kısa sürede öğrenir. Ne ki başlangıçta samimi bir tutumla yaklaşan Wake, bir süre sonra Winslow üzerinde hiyerarşik bir güç kurmaya başlar. En başta Winslow’un deniz fenerine girmesi yasaklanır; zira orada görmemesi gereken, yalnızca Wake’in bildiği çok özel bir şey vardır. Kurgunun başında bu “gizemli obje” imgesini tanıtan film, onu hem bir korku unsuru hem de hikâyeyi bir arada tutacak bir temel olarak kullanır. Nitekim kurgunun ilerleyen adımlarında da deniz fenerinin efsunlu bir etkiye sahip olduğu sezilir.

The Lighthouse

Winslow, işe başlamadan önce feneri ve bulunduğu bölgeyi araştırıp sorgulamıştır. Buna göre etrafta fenere dair, denizkızlarının, açıklanamayan seslerin, çılgına dönen insanların zikredildiği tuhaf söylentiler dönmektedir. Wake de bir önceki yardımcısına ne olduğu sorulduğunda fenerin etkisine kapılarak aklını yitirdiğini, çalışmaya başladıktan kısa süre sonra da öldüğünü söyleyerek bu hikâyeleri pekiştirir. Başta anlatılanlara pek ikna olmayan Winslow, zamanla tuhaf görüngülerin ve bahsi geçen denizkızlarının etkisi altına girmeye başlar. Bulundukları ada, sanki onlarla konuşmakta, onları deniz fenerinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Bir taraftan yaşadığı her garip olayla birlikte bir gizemin içine doğru ilerlediğini fark eden Winslow, diğer taraftan Wake hakkındaki gerçekleri öğrendikçe hayatının tehlikede olduğuna inanır.

Büyülü Gerçekliği Kabul Etmek

Kurgunun bundan sonraki kısmında iki bekçinin delilik ile sağduyu arasındaki gelgitleri; birbirleri ile ilgili gerçekleri öğrendikçe fiziksel şiddete, saldırıya varan bir güç mücadelesine girmeleri, sonunda da birbirlerine yenilmeden evvel deliliğe yenik düşmeleri anlatılır. Bir masal vardır ortada; gerçekliği kişiden kişiye, hatta bir andan ötekine değişir durmadan. İnanmaksa deliliğe davet edilen genç bekçiye kalmıştır. Peki, Winslow’u çılgına döndüren denizkızları gerçek midir? Wake’in eski yardımcısı, kendi eceliyle mi ölmüştür? Tüm bunlar bir yana, deniz fenerinde gizlenen gerçek nedir?

Hikâyeyi akıcı tutmak için tekrar tekrar karşımıza çıkan bu sorular, bir merak düzeni oluştururken esas çabanın, gerçeklikle düş arasındaki farkı anlamaya çalışmak olmadığını; bilakis filmin kurulduğu evrene, büyülü gerçekliği başta kabul ederek yaklaşmak gerektiğini anlatır. Zira efsaneleri, söylentileri, hikâyeleri kabul etmemek, Winslow’un akıl sağlığına mâl olmuştur. Öte yandan “büyülü fener” ile oluşturulan merak objesi, kurgudaki en gerçek dışı gizeme sahiptir ve Winslow ancak fenerin sakladığı bu sırrı öğrendiğinde gerçek anlamda aydınlanabilir. Postmodernizmin manifestosu niteliğindeki bu anlayış, gerçekliğin güvenilmezliğini, öznelliğini, değişkenliğini vurgular. Descartes’tan bu yana sistematik bir şemaya oturtulmuş lineer ve teleolojik zaman-mekân anlayışı ise büyülü gerçekliğin üstünlüğü ile kırılmıştır.

The Lighthouse

- Reklam -

Sahne ile Perde Arasında

Hızlı sayılmayan temposuna rağmen izleyiciyi baştan sona bir gizem ve merak atmosferinde ağırlayan The Lighthouse, gerilim unsurları sayesinde akıcılığı yakalamıştır. Deniz fenerinin gizemi çerçevesinde şekillenen farklı hikâyeler Poe’nun üslubunu yansıtırken 1.19:1 açılı siyah-beyaz çekim, sanrıların verildiği sahnelerdeki uzaklaştırma ve yakınlaştırma biçimi, Hitchcock-severlerin hemen tanıyacağı bir hava oluşturmuştur. Bu anlamda farklı üslupları ve gelenekleri bir araya getirerek tanıdık pek çok tadı, modern kurgusunda sunan film, hem içerik hem de teknik anlamda zengin bir doku sunar. Filmin çok konuşulan bir diğer özelliği de oyuncu kadrosudur; genelde drama türünde görmeye alışık olduğumuz Robert Pattinson, The Lighthouse’da yepyeni bir kimlik ve oyunculukla karşımıza çıkar.

Özellikle filmin sonlarına yaklaşırken akıl sağlığını gittikçe kaybeden ve nihayetinde tamamen deliren karakterinin hakkını sonuna kadar vermiştir. İhtiyar bekçi rolündeki Willem Dafoe ise tecrübesini teatral bir üslupla konuşturmuştur. Burada izlediğimiz, bir efsanenin sahnelenişi midir? Film boyunca gizemini koruyan, hatta içinde bir sır olup olmadığı bile bilinmeyen bir “fener ideası” üzerinden yorumlayacak olursak, Godot’yu bekleyen Vladimir ile Estragon’un farklı yansımaları mıdır? Yoksa tarih boyunca süregelen iktidar mücadelesinin bir başka destanı mıdır? Tüm bu unsurlar göz önüne alındığında ikili, ortaya adeta tiyatro ile film arasında bir eser çıkarmıştır desek yanlış olmaz.

The lighthouse 3

Pandora’nın kutusu, açılmak üzere kapanmıştır.

Tıpkı asırlardır anlatılan bu öyküde olanlar gibi, filmin sonunda deniz feneri de sırrını nihayetinde ifşa eder. Ancak adada geçirdiği dört hafta boyunca gittikçe büyüyen bir merakla feneri görmeye çalışan Winslow için gerçekler aydınlığa kavuşurken izleyici, daha karanlık bir gizemin içine sürüklenir. Fenerin kör edici aydınlığına aklını kaybeden Winslow’un geçirdiği ilahi aydınlanma sahnesi, her anlamda 2008 yapımlı Martyrs filminin sonunu akıllara getirir. Zira her iki aydınlanma da kahramanın hem kıyameti hem de yeniden doğuşu olurken delilik, gerçekliğin tek kıstası hâline gelmiştir. Her ikisi de bu doğuşu yaşamak için bedensel acıya katlanmak zorunda kalmış, acının zirve noktasında da Derrida’nın jouissance terimini, yani doruk noktasındaki acılı zevki deneyimlemişlerdir.

Pandora’nın kutusu böylelikle bir kez açıldıktan sonra maddeye, bedene, hayata dair her şey artık anlamını yitirir; geriye bir tek doğaya ve adanın sesine terk edilmiş ıssız bir kimlik kalır.

Sizler The Lighthouse filmini izlediniz mi? İzlediyseniz nasıl buldunuz? Kayıp Rıhtım Forum’da yorumlarınızı paylaşabilirsiniz.


* Yeni Paris’in Son Günleri: Sürrealist Bir Fantazya

Rabia Elif Özcan

1995 yılında, dünyaya ilk defa dokunduğundan bu yana okuyor gözlerim, ellerim, kulaklarım ve hislerim. En çok doğayı okuyorum, sonra müziği, renkleri; ve edebiyat okuyup çeviriler yapıyorum, başka gözlerin bakışlarına dokunabilmek için. Dimağımın heybesinde biriktirdiğim kelimelerden masallar fısıldıyorum. Hayatı satır aralarına katık ediyorum; yağmurlu gökte vicdanı arıyor, mum ışığında güneşi buluyorum. Sabah günümü aydın eden kahve kokuları gece gözüme uyku sürüyor. Küçücük bir kutuda azıcık yaşıyorum, yetinmekle doyuyorum.

4 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for fascinate fascinate dedi ki:

    filmi izlemek için vizyona girmesini bekliyorum. siz ne zaman ve nerede izlediniz? yoksa gösterime girmeyecek mi?

  2. Avatar for Kotununiyisi Kotununiyisi dedi ki:

    Filmekimi’nde gösterildi. Dijital olarak bile yayınlandı. Artık sinemalara geleceğini düşünmüyorum. İnternetten izleyebilirsiniz.

  3. Avatar for LordKratos LordKratos dedi ki:

    Oyunculuklar çok çok iyiydi bence. Film ile ilgili aynı şeyi söyleyemem. Çok karmaşık ve kopuk geldi bana. Karakterler o kadar iyiydiki aslında bu eksikliği çok hissetmedim. Hadi Willem Dafoe zaten efsane; ama Pattinson da muhteşem oynamış. Bu adam Batman rolünün de hakkını verecek gibi. Hatta, Dafoe’nin Joker, Pattinson’un Batman olduğu bir film görmek muhteşem olur gibi geldi bana.

  4. Avatar for Nemo Nemo dedi ki:

    Bu yazı çok hoşuma gitti. Mis gibi olmuş, ellerinize sağlık. :slight_smile:

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Game of Thrones Film

Game of Thrones Finalinde Hayata Geçirilmeyen Üçleme Film Serisi Planı

Şüphecinin El Kitabı Ön Okuma

Şüphecinin El Kitabı Sizi Bilgi Çağında Gerçeği Bulmaya Davet Ediyor