Bizler kendisini önce internette bölümler hâlinde yayımlanan hikâyeleriyle, daha sonrasındaysa April Yayınları’ndan çıkan tarihi-fantastik kurgusu Bin Yıllık Hemşehri adlı kitabıyla tanıdık. Halil Babilli’den söz ediyoruz elbette, yani ülkemizin son dönemlerde yetiştirdiği en sevilen yazarlardan birinden.
Her ne kadar öyküleri ve kitabıyla adından sıkça söz ettirse de okurları olarak kendisini yakından tanıma fırsatını bulamamıştık bir türlü. Biz de bu noktadan yola çıkıp yazarımızla bir röportaj gerçekleştirelim dedik. Aldığımız cevaplara bakılırsa ne de iyi etmişiz!
Gelincik Theo’dan tutun da yazarlık tavsiyelerine, gelecekteki projelerden birinci elden tecrübe ettiği internet yazarlığına dek pek çok konudan bahsettiğimiz, keyifli bir söyleşi çıktı ortaya.
Dilerseniz sözü fazla uzatmayalım ve sizleri röportajımızla baş başa bırakalım.
Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Biz Kayıp Rıhtım olarak sizi ve yazarlığınızı yakından tanıyoruz elbette. Ama yine de adınızı ilk defa duyan okurlarımız için gelin klasik bir sorudan başlayalım. Kimdir Halil Babilli? Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Pek tabiî. Adım Halil Babilli, İstanbul doğumluyum. Otuz yedi yaşındayım. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Elektrik Mühendisliği okudum.Birkaç ülkede yaşadıktan sonra eşimle Avustralya’ya taşındık. 2013’ten beri Brisbane şehrinde yaşıyoruz. Danışmanlık yaparak geçimimi sağlıyorum. İki kedim ve bir köpeğim var. İnovasyon danışmanlığı yaparak hayatımı kazanıyorum.
Yazarlık kariyerinize nasıl başladınız peki?
Aslında pek yeniyim ve epey geç başladım. 2012 senesinde New York’da yaşıyordum, bazı sağlık problemleri baş gösterdi. Otuz yahut kırk yaşlarında insanlara ölümsüz olmadıkları dank eder derler, doğruymuş. Sağlık sorunları problemsiz sona erdi ama bu dünyada kalıcı bir şeyler bırakmak isteği iyice yüzeye çıktı. Belki de hatırı sayılır bir orandaki yazarın motivasyonu budur.
İlk yazdığım hikaye Kayık Düğünü’ydü. Annem ile teyzemin çocukken başlarından geçtiğini iddia ettileri bir hikayenin süslenmiş ve karakterlere bürünmüş hali. İddia ettiği diyorum zira epey süpernatürel bir hikayedir.
İlk basılı eseriniz olan Bin Yıllık Hemşehri’nin kökleri aslında internet ortamına dayanıyor. Tefrika olarak başladığınız bu kurgu daha sonra April Yayıncılık tarafından bir kitapta toplandı. Şimdi tam bu noktada internet öykücülüğüne dair fikirlerinizi almak isteriz. Özellikle son yıllarda yazın hayatına internet yoluyla başlayan yazarlarda bir artış görülüyor. Hugh Howey ve Andy Weir belki de bunun en çok bilinen iki örneği. Sizi internette yazmaya iten neydi peki? Benzer yazarların başarı hikâyelerinden haberdar mıydınız? Yayınevlerinin kapısını aşındırmaktansa onların sizi keşfetmesini mi amaçladınız? Yoksa basılı kitabınızı görmek sadece tatlı bir hayal miydi ilk başlarda?
Andy Weir’i ilk keşfeden kişilerden biri olmakla gurur duyabilirim sanırım. Crown Publishing yayın haklarını almadan önce okumuştum.
Şaka bir yana kendisinin başarı hikayesini biliyordum. İnternet öykücülüğü, insanlara erişim maliyetini ve külfetini minimuma indirdiği için önemlidir diye düşünüyorum. Biri iyi, biri kötü iki özelliği var. İyi özelliği herkesin istediği gibi yazabilmesi. Kötü özelliği de herkesin istediği gibi yazabilmesi. Bu müstehzi sözleri biraz açmak gerek. İşin ehli insanların elinden geçmeyen metinlerin kalitesi belli bir süre sonra, ortalama kaliteyi tanımlamaya başlayabiliyor ve bu ortalama kalite pek yüksek olmayabiliyor.
Öykülerimi internette yayınlamak dışında bir şansım yoktu. Evvela, Entartete Kusnt’deki edebiyat çevresinden tanıdıklarım sınırlıydı. Aklımda kitap çıkarma gibi bir fikir mevcut değildi. Üstüne üstlük, dünyanın öbür ucunda olmanın getirdiği zorluklar yüzünden böyle bir girişimin mümkün olabileceğini düşünmüyordum. Sınırlı edebi çevremdeki kişilerin öyküleri kitaplaştırma önerileri, sevgili Aslı Tohumcu’nun beni bir anlamda ‘keşfetmesi’ ile kitabın çıkmasına doğru bir yolculuğa başladık.
Peki siz Theo ile maceralarınıza internet ortamında başlamış ve sonradan kitaplaştırmış bir yazar olarak, Wattpad kültürüne nasıl bakıyorsunuz?
Wattpad hiç bilmediğim ve parçası olmadığım bir kültür, o yüzden maalesef bir yorum yapamayacağım.
Genç yazarlar internet üzerinden hikâyelerini paylaşmaya pek yanaşmıyor. Çalınma ve taklit edilme korkusu duyuyorlar. Onlara ne önerirsiniz?
İnternet öykücülüğü, insanlara erişim maliyetini ve külfetini minimuma indirdiği için önemlidir diye düşünüyorum.
Mantıklı olabilir pek tabiî. Bana söyleyenler de oldu, ama ben öyle bir korku duymadım. Belki de hikayelerin içeriğinden. Gelincik Theo fikrini çalıp da kitabını yazmak zordur diye düşünüyorum, zira bir dünya yaratmanız ve onu işlemeniz gerekir. Tek bir karakterle sınırlı değil kitap. Çalıntı bir kitap yazmak zahmetli bir iş. Bir de fantazi edebiyatı çok okunan bir edebiyat türü olmaktan uzak, zahmete değer mi bilmiyorum. Filmini yapmak isteseler, epey pahalı bir yapım gerekir. O seviyede bir film çekmek isteyen de eseri çalacağına yazarıyla çalışmak ister diye düşündüm. Belki de naiftim ve şansım yaver gitti.
Biraz da oldukça özgün bir karakter olan Gelincik Theo ve onun maceralarından bahsedelim öyleyse. Bin Yıllık Hemşehri kitabınızda ölümsüz bir gelinciğin bedenine hapsolan Theo’nun İstanbul’daki binlerce yıllık yaşamını anlatıyorsunuz. Bu fikir ilk olarak nasıl doğdu?
Gelincik Theo ilk hikayem Kayık Düğünü’nün başında görünüp kayboluyordu. Üzerinden geçtikçe hikaye değişti ve gelinciği metinden çıkardım. Ancak çok hoşuma giden bir karakter olduğuna karar verdim ve kendisi hakkında yazmaya başladım. Zaman geçtikte iyice belirginleşti ve olgunlaştı Theo.
Okurlarınızın Bin Yıllık Hemşehri’den keyif alabilmek için blog sayfanızda daha önce yayınlanmış öyküleri okuması gerekiyor mu?
Hayır gerekmiyor.
Eserlerinizde Osmanlı döneminden ve tarihten beslendiğinizi görüyoruz. Hatta bu yüzden sizi sık sık İhsan Oktay Anar’la karşılaştırıyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Anar’ın kitaplarının üzerinizde ilham ve cesaret verici bir etkisi oldu mu?
İhsan Oktay Anar ile karşılaştırılmak büyük bir onur. Ancak ben bambaşka tarzlarımız olduğunu düşünüyorum. Belkide tarihi fantazi romanı yazarları çok olmadığından, ister istemez böyle bir karşılaştırılmaya gidiliyor.
Kitabın açılışında eski bir inanca değinerek ev yakınlarında gelincik görmenin uğursuzluk getirdiği alıntısına yer veriyorsunuz. Theo’nun maceralarının çoğu da birilerine bir şekilde talihsizlikler getiriyor. Bu biraz da Koku’yu hatırlatıyor. Koku’nun başkahramanı Jean-Baptiste Grenouille de yanından ayrıldıklarının başına felaketler getirirdi. Süskind’in bu eserinden bir esin taşıyor olabilir misiniz?
Maalesef Koku’yu henüz okumadım.
Theo’nun Golem ile ilgili olan macerası pek çok okurun yorumlarından anlaşıldığı kadarıyla büyük bir kesimin favorisi gibi görünüyor. Bunda biraz da Frankenstein’ın mizahi ve tarihi bir yanı var sanki. Siz ne dersiniz? Tanıdık izler görmenin insanların bir öyküye daha çok bağlanmasını sağladığını düşünüyor musunuz?
İnsanların okuduklarıyla kendilerini özleştirmeleri mutlaka önemlidir. Bir hikayeyi okuyucuyu içine çekmeden ve kendisiyle ilinti kurmayacak bir şekilde yazarsanız insanların ilgisi pek çekmez gibi geliyor bana. Sanırım biraz bu oldu ve hikaye sevildi.
Kitabınıza dair en büyük eleştiri öykülerin bir araya geldiğinde bütünlük oluşturmaması üzerine. Aslında eserin kapanışında birkaç öyküyü birden birbirine bağlıyorsunuz. Okurlarınızın bu eleştirisi için siz ne söylemek istersiniz?
Öykülerin arka planında bütüncül bir akış var ancak klasik bir roman değil. O sebeple böyle bir eleştiriyi anlayabiliyorum. İkinci kitap hikayelerden oluşmayacak. Bu eleştiriyi getirenleri daha çok tatmin edecektir.
Theo’nun kendi içinde bir de mizahı var. Özellikle sucuğa olan düşkünlüğü gözden kaçmayan türden ve okurun yüzüne sayısız kez tebessüm yerleşiyor. Theo’ya yerleştirdiğiniz bu tercihin bir hikayesi var mı?
Hepimizin takıntıları, sevdiği yemekler, sevmediği yemekler ve düzeltmeye çalıştığı yönleri vardır. Sucuk da Theo’nun belki de biraz fazlaca düşkün olduğu bir yiyecek. Belki biraz züppelik de var işin içinde. İyi sucuk nerede yapılır nereninki kötüdür biliyor. O uzun ömründe rafine ettiği zevklerinden biri.
Bu arada sonu demişken, Bin Yıllık Hemşehri’nin hem muzip hem de yoruma açık bir sonu var gibi. Spoiler vermemek adına detaya girmeyelim sorumuzda, ama siz rahatça cevaplayın lütfen. Şöyle diyelim biz: o sona bakarak yepyeni olaylar silsilesine gebe de diyebiliriz, nihai bir son da. Siz bu sonu kurgularken ne düşünmüştünüz? Yoksa Theo’nun yeni maceralarına bir işaret mi bu?
Theo’nun yeni maceraları yolda, geliyor. Üzerinde çalıştığım kitap işgal sırasındaki İstanbul’da geçiyor. Kuvay-i Milliye mensupları, İngilizler ve Beyaz Ruslar ile dolu bir İstanbul gizemleri kendinden menkul bir şehir olarak yeniden karşımıza çıkacak.
Theo’nun kendisi ve maceraları kadar Zeynep Özatalay’ın başarılı gelincik çizimleri de dikkat çekiyor. Bir ara kendisiyle birlikte “Akadam” adlı hikayenizi çizgi romanlaştıracağınıza dair duyumlar almıştık. O konuda bir gelişme var mı?
O konuda son resmi rötüşları atıyoruz şu anda. Umarım çok yakın bir zamanda güzel haberler veririz.
Peki aynı zamanda bir tarih tutkunu olduğunuzu düşünürsek, gelecek romanlarınızda da tarih ile fantastiği birleştirmeyi düşünüyor musunuz? Yoksa başka tatlar mı sunacaksınız bize?
Hiç bilmiyorum ki? En az iki kitap daha Theo’yu yazacağım, onu biliyorum ama. Bunun yanında aklımda farklı şeyler de var ama üzerinde çalıştığım kitabı bitirmeden başlamak istemiyorum. Zira aynı anda birden fazla şey üzerinde çalışmak büyük bir zayıf noktam. Çok fazla şey üzeride aynı anda çalışınca işleri nihayete erdirmek uzun zaman sürüyor.
Bin Yıllık Hemşehri’nin bir de sesli kitap versiyonu var gördüğümüz kadarıyla. Hatta sayın Mazlum Kiper’le birlikte çalışmışsınız. Kayıp Rıhtım’ın görme engelli takipçileri de azımsanmayacak boyutlarda. Sizin sesli kitaba olan bakışınıza dair birkaç cümle alabilir miyiz? Bu soruyu özellikle bu takipçilerimiz için sormuş olalım. Çünkü ülkemizde bu alan oldukça ağır işler durumda.
Mazlum Kiper’in kitabımı seslendirmesi beni çok onurlandırdı. Kitabın ruhuna çok uygun bir sesle insanlara ulaştı Theo. Sesli kitaplara sıcak bakıyorum. Özellikle zamanınızı yolda geçiriyorsanız devamlı suretle bir şeyler okumak mümkün olmayabiliyor. Ancak sesli kitapla bu sorunun önüne geçebiliyorsunuz.
O zaman kitabınızın e-kitap versiyonu olduğunu da okurlara hatırlatıp onu da es geçmeyelim. E-kitaplar hakkında ne düşünüyorsunuz, basılı kitabın önüne geçmesi yakın mıdır? Sizin tercihiniz hangisi?
Beş altı sene önce, e-kitabın basılı kitaplarını kökünü kazıyacağı konuşulurdu. Basılı kitap satışları azaldı ancak beklenildiği kadar düşmedi. Geçenlerde bir yazarlar buluşmasına katıldım Avustralya’da. Orada basılı kitap sayısını arttığını söylemişti bir konuşmacı. Aynı trend bende de var. Artık daha çok basılı kitap satın alıyorum. Kendi çapımda eski kitap koleksiyonu yapmaya çalışıyorum.
Elektronik kitaplar ucuz ve zamanımız için münasip ürünler. Basılı kitabın alış fiyatının üzerine bir de hep süregelen bir maliyeti vardır. O kitabı bir yerde saklayacaksınız, yer kaplayacak. Bu maliyettir. 5000 elektronik kitabı Kindle’a sığdırırsınız ama 5000 basılı kitap için birkaç tane oda gerekebilir.
Bir okur olan Halil Babilli’yi de tanımak isteriz. Kendinizi nasıl bir okur olarak tanımlarsınız? Ayrıca, sizde iz bırakan yazarlar ve eserlerden de biraz bahsedebilir misiniz?
Hepimizin malumu klasiklerin çoğu boşuna klasik olmamışlar. Oulipo akımı ve sihirsel gerçeklik içeren kitaplar en sevdiğim türler. Hemen her gün 80-100 sayfa okumaya çalışırım. Bilimkurgunun da ayrı bir yeri var bende. Sevdiğim yazarlar arasında James Joyce, Herman Melville, Georges Perec, Arthur C . Clarke, Alastair Reynolds, Flann O’brien, Bulgakov, Hemingway, Evelyn Waugh, Graham Greene ve Oscar Wilde’ı sayabillirim. Türk yazarlar içinde ise Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Enis Batur, Vüs’at O. Bener, Yahya Kemal ve Melih Cevdet var. Unuttuğum yazarlar mutlaka vardır.
Kitabınızı sinemada ya da televizyonda görmek ister miydiniz? Eğer bir uyarlama teklifi gelse, siz bu uyarlamanın neresinde dururdunuz? Yani sadece hikayenizin yanında mı dururdunuz, yoksa oyuncu seçimlerinden kamera açılarına işin için de mi olmak isterdiniz?
Mutlaka isterdim. Güzel bir uyarlama teklifi gelirse neden olmasın? Yaptığım işlerde sadece metni yazan kişi olmanın dışında, tüm üretim sürecine katılmayı seviyorum. Kitap yazımı sürecinde de bu oldu. Rahatsız edici bir şekilde her işe burnumu soktuğumu zannetmiyorum ama bence bu işler çok keyifli süreçler, o yüzden geride durmak yerine içinde olmayı seviyorum.
Röportajımızın sonuna gelirken teklifimizi kabul edip sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak yazarlık hayali kuran herkese ne söylemek ister, ne tavsiye edersiniz?
Asıl ben çok teşekkür ederim. Yazar olmanın ilk önkoşulu yazmak. Planlamayı ve düşünmeyi bırakıp bir an önce yazmaya başlamak gerekir. Bence meselenin büyük bir kısmı sebat, yılgınlığa düşmemek ve disiplinden ibaret.