in , ,

Deli Gücük’ün Çizerlerinden Ozan Küçükusta ile “Türk Çizgi Romanı ve Sorunları” Üzerine

Ozan Küçükusta söyleşisi sizlerle. Deli Gücük’ün çizerlerinden, çizgi roman sanatçısı ve akademisyen Küçükusta ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Ozan Küçükusta söyleşi - deli gücük
- Reklam -
- Reklam -

Ozan Küçükusta söyleşisi ile karşınızdayız. Türk çizgi roman tarihinin unutulmazları arasında yer alan Deli Gücük serisine de çizimleriyle katkı sunan Küçükusta ile kapsamlı bir sohbet etme fırsatı yakaladık.

Ozan Küçükusta ile “Türk çizgi romanı ve sorunları” odağında gerçekleştirdiğimiz röportaj, Küçükusta’nın Deli Gücük günleri, eski ve yeni çalışmaları, mizah dergilerine bakışı ve daha birçok başlıkta dallanıp budaklandı.

Çizgi roman dünyasına dair yeni kapılar aralayabileceğiniz detaylı bir sohbet sizleri bekliyor.

- Reklam -

Söyleşi: Özgür Hünel


Merhaba Ozan hocam. Benimle görüşmeyi ve röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Öncelikle biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Bu fırsatı bana tanıdığınız için ben de size çok teşekkür ederim. Kendimden bahsedeyim. 1977 yılında Ankara’da doğdum. 2000 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Animasyon Bölümü’nden mezun oldum. 2019 yılına kadar çeşitli şirketlerde ve kendi şirketimde illüstratörlük, animatörlük, takım kaptanlığı, şirket yöneticiliği, çizgi roman üreticiliği gibi işler yaptım. İkiz oğullarımın doğmasının ardından akademisyenliğe yöneldim. Şu anda Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, Grafik Tasarımı Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktayım.

Ozan Küçükusta: “Benim Hedefim Rahat Rahat Yaratık Çizebilmekti”

Teşekkür ederim. Eskişehir Anadolu Üniversitesi mezunusunuz. Ülkemizde bir çizgi roman okulu yok ve buna en yakın şeyin Animasyon bölümü olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca ülkemizdeki birçok meşhur çizgi roman sanatçısı da bu bölümden mezun. Biraz Animasyon bölümünü çizgi roman odağında anlatmanız mümkün mü?

Aslında evet, doğru bir saptama. 1996 yılında bu bölüme girerken, benim de hedefim rahat rahat “yaratık çizebilmek”ti. Ama “yaratık çizebilmek” çok genel bir kavram; o bir ölçüt değil ama, şunu söylemeye çalışıyorum: “Bir şeyci” olmak istiyorsunuz. “çizgi romancı” olmak istiyorsunuz. Fakat çizgi romanın ülkemizde ne bir okulu var, ne de başka bir mecrası. Dolayısıyla daha bir çizgi romancı olmadan akacak bir mecra bulamadığınız için başka yerlere yöneliyorsunuz. Animasyon bu aşamada başka bir kurtarıcı oluyor çünkü yapmak istediğinize, yani düşlerinizi gerçekleştirmenize en fazla olanak sağlayan şey animasyon. Bir grafik tasarım gibi değil.

Diğer güzel sanatlar disiplinlerinde de kendi hayallerinizi gerçekleştirebiliyorsunuz ama animasyonda bu işin ucu bucağı biraz daha açık diye düşünüyorum. Yani biraz daha kişiselliğinizi, kendi kişiliğinizi, kendi fikirlerinizi ön plana daha rahat koyabiliyorsunuz. Dolayısıyla benim bu bölümü tercih etmemdeki sebep buydu. Ve çizgi romana animasyonun şöyle bir katısı oldu, aslında farklı sanatlar olmasına rağmen çizgi roman ve animasyon aynı sinematik dili kullanıyor. Kimisi bunu kabul ediyor kimisi kabul etmiyor fakat kimileri de çizgi romana “kâğıt üzeri sineması” diyor mesela. Bazıları diyor ki “öyle olmaz, gerçekten bir akış olması lazım”. Arasındaki tek fark, birinde akışı medya belirlerken diğerinde akışı kendiniz belirliyorsunuz. Bence ikisi aynı şey. Çok dolandırmayayım, demeye çalıştığım şu: Animasyon bölümünün çizgi romana en büyük katkısı kadraj, hareket, hareketin devamı, akış, devinim gibi şeyleri bana katması oldu. Benim böyle bir artım oldu.

Evet, yaygın görüş, çizgi romanın bir edebiyat alt dalı olduğu yönünde ama aslında edebiyattan ziyade sinemaya daha yakın olduğu da, bu alanda yazan-çizenler tarafından kabul görmüş alternatif bir görüş, o konuda haklısınız. Peki, çizgi roman anlamında tek otorite diyebileceğimiz, tek resmi eğitim kurumu diyebileceğimiz animasyon bölümünün, ülkemize, yani Türk çizgi romanına özgü bir üslup anlayışı söz konusu mu yoksa orada global bir çizgi roman eğitimi mi söz konusuydu?

Global bir eğitim söz konusu değildi. Aslında bu biraz da sizin okulda aldığınız eğitimle ve sizin o dönemki kişisel yeterliliklerinizle alakalı bir durum. Orada çizgi roman dili konusundaki yeterliliğiniz sizin de ilgililiğine bakıyor. Yani tamamen Amerikan tarzı (Comics) de çalışıyor olabilirsiniz, İtalyan tarzı (Fumetti) de çalışıyor olabilirsiniz, Japon tarzı (Manga) da çalışıyor olabilirsiniz. Amerika’da üretilen her çizgi roman Comics olacak ya da İtalya’da üretilen her çizgi roman Fumetti olacak diye bir kaide yok elbette. Bu ülkelerde ana akım dışında tamamen özgün ve bağımsız işler de üretilmekte.

“Türk Çizgi Romanı Bir Sektörleşmeye Yol Açamadı”

Türkiye’de de bu kapsamda serbest bir üslupla üretiliyor çizgi romanlar fakat “Comics” ya da “Fumetti” tarzında isimlendirilebilecek bir Türk çizgi roman üslubu yok bence. Hiç gelişmedi ve ortaya çıkmadı. Zira Türk çizgi romanı bir sektörleşmeye yol açamadı maalesef.

“Türk çizgi romanı” dediğimiz şey nedir? 1930’ların başında önce dergilerde başlayıp sonra özellikle 40’lı, 50’li yıllarda dergilerden kopup 60’lar-70’ler arasında altın dönemini yaşayan, Tarkan’ların, Karaoğlan’ların örnek gösterilebileceği bir ekol. Bunlar tür olarak birbirine yakın çizgi romanlardı. Ama hikâye ve çizim olarak birbirlerine benzemeleri, Türkiye’de çizgi romanın bir sektör olup olmaması konusunda belirleyici seviyede değil. Bir fikir vermiyor. Dolayısıyla bizim çizgi romanımız her defasında mizah dergileri kültürünün içinde yer almak zorunda kalıyor. Bizim esas sıkıntımız o aslında. Yani evet, bu televizyon medyası, daha sonra gelen güncel medyalar (sosyal medya) yaygınlaşmadan önce şimdi günümüzde insanlar nasıl dizileri takip ediyorsa o zaman da çizgi romanlar takip ediliyordu. Günümüzdeki diziler yerine çizgi romanlar vardı. Ama bizim toplumumuzun kültür tüketimi konusunda zaten bir problemi var ki zaten çizgi roman da bir kültür tüketimi. “çizgi roman okumak istemek” gibi bir şey var bazılarımızda ama bazılarımızda yok. İşte bu bazılarında olan şey de motivasyonlara sebep oluyor. Daha fazla alıyorsunuz, daha fazla üretime kanalize oluyorsunuz. Ama neticede bir sektörden bahsedemiyoruz. 90’ların sonunda 2000’lerin başında Akrep’in Gölgesi, Resimli Roman gibi dergiler ortaya çıktı. Ya da bizim başlayıp batırdığımız Tam Macera çıktı. Bu çoklu bilinmezliğin bağlanabileceği bir sebep de çok fazla medya olması ve insanların kültür tüketimi alışkanlıkları olmasa bile kültür tüketim ihtiyaçlarının başka yönlere kanalize olması.

özgür hünel - ozan küçükusta
Özgür Hünel ve Ozan Küçükusta

Amerika’da doğup büyüyen, orada eğitim alan bir çizgi romancı bir “Comics” üstadı oluyor. Fransa veya Belçika’daki birisi “Frankofon-BD”ci oluyor, Japonya’da / Kore’de “Manga”cı oluyor, İtalya’da “Fumetti”ci oluyor. Ama bizde bu tip bir isimlendirme söz konusu değil. Suat Yalaz dönemiyle başlayan, bize özgü, fırça ve çini mürekkebi ile çalışılan tarihi çizgi romanlarla bir stil doğmaya başlamış, hatta bu çizgi romanların yerli sinema uyarlamalarıyla neredeyse bir sektör de ortaya çıkacak gibi olmuş fakat maalesef çok gelişemeden kalmış. Sonradan dediğiniz gibi mizah dergileri içerisinde ayrı bir ekol gelişmeye başlamış, fakat o da bir noktada tıkanıyor…

Suat Gönülay’ı düşünün mesela. İlban Ertem’i, Galip Tekin’i, Bülent Arabacıoğlu’nu, Ergün Gündüz’ü düşünün. Bu isimlere baktığımızda bu kişilerin çizgi roman yapma motivasyonuyla dolu olduklarını fakat salt çizgi roman yapabilmeleri için de mizah dergilerinin vizyonuna uygun çizim verdiklerini görürsünüz. Ama işlerine baktığınız zaman tek tek ya da birkaç parça karikatür üslubundan çok farklı şekilde inanılmaz bir derinliği olan, hem çizgileriyle hem öykü derinliğiyle, hem romantizasyonuyla atmosfer derinliği olan işler bulursunuz karşınızda. Ve bu işlerin biraz içinde olan biri şunu der: “Bu karikatür değil, çizgi roman da değil ama Türkiye’de çizgi romana en yakın olan şey bu.”

Dolayısıyla bizim çizgi romanımız 80’lerin sonundan itibaren bu konuda evrilmiş vaziyette. Şu an yine görüyorsunuz birtakım bağımsız çizgi roman dergileri var. Benim de içinde bulunduğum Deli Gücük gibi ana akım dışında yer alan işler var ama bunlar böyle toplumsal olarak, toplumca çizgi roman tüketelim, okuyalım gibi sektörel bir etki yaratmıyor.

“Medya Fazlalığı Dikkat Dağıtıyor”

Yeterli talep olmadığı için, ona göre bir üretim de söz konusu değil. Belli bir grup takipçisi var, daha da küçük bir grup da üreticisi var. Bunlar kendi aralarında yaşam savaşı vermeye çalışıyorlar, dolayısıyla bir çizgi roman sektörü gelişemiyor, serpilemiyor diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Bunu mizah dergilerinde de görebilir. Mesela çizgi romanların yerini mizah dergileri alıyor dedik ama son 10-15 yıldır mizah dergileri de sıkıntı içerisinde. Kâğıt pahalılığından, fiyatlara yansımasından bahsetmeyeceğim. Kâğıt pahalılığı her dönem vardı. Bir şeyin tüketimi ne kadar fazla olursa, ne kadar o işe ihtiyaç duyulursa o ölçüde satış yapabilirsiniz. Bu medya fazlalığı insanların dikkatinin dağılmasına sebep oldu.

İnsanlar mizah dergileriyle haşır neşir olurlarken şu an çok fazla medya var. Şu an şöyle bir özgürlük var, eskiden bir diziyi bir gün izlerdiniz, bir sonraki bölüm için bir hafta bekleyip aynı gün ve saatte ekran başında olmanız gerekirdi. Bu medyalar bizim televizyon izleme alışkanlığımızı da değiştirdi. Artık canımız istediği zaman istediği yerde istediğimiz şeyi izleyebiliyoruz. Bir taraftan iyi bir şey, televizyonun kişiselleşmesini sağlıyor ama bir taraftan da çizgi roman gibi medyaların da kendi okuyucuları haricinde sesini duyurmasını daha da zorlaştırıyor. Buna ne aracı oluyor? Sinema uyarlamaları. Comics’ler olmak zorunda değil, bağımsız çizgi romanlar da filme uyarlanıyor. Fakat bu ne kadar başarılı oluyor? Ben bunun filmini izliyorum, filmini izlediğine göre çizgi romanına da gerek duyarım düşüncesi ne kadar etkili onu bilemiyorum.

Siz de Türk çizgi roman dünyasının tanınmış isimlerinden birisiniz. Kendi deneyimlerinizden yola çıkarak Türk çizgi romanını nasıl tarif edebilirsiniz? Yurtdışından farkları, bize özgü tarafları, avantajları ve dezavantajları nelerdir sizce?

Bu işin sektörleşememesinin acısını yaşayan biri olarak benim de her zaman motivasyonum kişisel ilgimdi. Kendi şirketimiz olduğu zaman bile gündüzleri müşteri için çalışırdık, akşamları oturup çizgi roman üretirdik. Bizim yaptığımız da deli işiydi. Sektör olmadığı için. Türkiye’de çizgi roman var, ama sektör değil. Var ama hâlâ mizah dergileri içinde. Türkiye’de çizgi roman var ama hâlâ kendi sesini bulabilmiş değil. Yani şu yok, eskiden çok meşhur bir laf vardı “bayiinizden ısrarla isteyiniz”. Şu anda bayiinizden ısrarla isteyecek biri yok.

Bayii de yok hatta.

Bayii de yok evet. Çizgi roman mutlaka basılı ya da dijital olacak meselesine önem vermiyorum. Eski kafalı biri olarak dergiyi karıştırıp kokusunu içime çekmek başka bir şey ama benim için ardıl karelerin bende bir büyü yaratması yeterli. Ama dediğim gibi hâlâ çok sınırlı sayıda üretiliyor.

“İnsanoğlu Devamlı Evrimleşmek, Değişmek Zorunda”

Dolayısıyla sanat ya da hikâye anlamında bir ekolleşme bağlamında yurt dışından farklılaşmaktan çok söz edemiyoruz?

Bu topraklar gerçekten medeniyetin, mitolojinin, dramanın, komedinin ana diyarı. Bu topraklar üzerinde yaşamak için gerçekten “süper kahraman” olmak lazım. Çünkü devamlı değişen dinamikler var. İnsanoğlu devamlı evrimleşmek, değişmek zorunda. Devamlı koşullara adapte olmak zorunda. Dolayısıyla bu topraklar üzerinde yaşamış her medeniyetin bir tarihi birikimi var. Hem tragedyası var, hem de komedyası var. Dolayısıyla çok fazla ölçü var. Biz gücümüzü bir taraftan onlardan alıyoruz ama bir taraftan da aldığımız gücü dışarıya yansıtma konusunda problemlerimiz var.

mizah dergileri

Mizah dergilerini hepimiz severiz, onlara hepimizin ihtiyacı var. Mizah dergilerinde gördüğümüz çizgi romanın bir de ticari formül tarafı var. Yani ne yaparsanız yapın hiçbir zaman tam anlamıyla “kafanıza uygun” üretim yapamazsınız, yapmanıza da gerek yok çünkü tek doğru karar veren merci siz değilsiniz ama siz başka insanlara onların bilmediği bir vizyon aşılarsınız. Böyle bir şey olmasaydı, Amerika’daki “American Comics Code Authority (ABD’de bir dönem çizgi romanları kontrolden geçiren bir sansür uygulaması)” gibi bir şey olmazdı. Burada da öyle bir şey var. Bizim aslında anlatacak çok fazla hikâyemiz var ama çizere bakıyorsun “akacak” mecra bulamıyor. Çizgi roman dergisinin iş yapması için başta 10-15 senedir belli bir okuyucu profili tutturmuş ve dergiyi sattıran bir çizer olmanız lazım. Eğer değilseniz, bir taraftan, hayatınızı ne üzerinden kazanacaksınız?

Türkiye’de hayatınızı çizgi romandan kazanmanız mümkün değil. Yurt dışında Comics’e, Frankofon’a, Manga’ya ve Fumetti’ye baktığınız zaman hepsinin geniş bir çalışma alanı var. Yani adam bir sene bir dergide çizmese ikinci alternatif bir karakterde zaten o işin işçisi olarak gene çalışmaya devam edebilir, işi hazır. Türkiye’de öyle bir şey yok. Sektör yok derken kast ettiğim bu. “Oğlum doktor mu olacaksın, çizgi romancı mı?” durumunda doktor olacak tabii ki.

Türkiye’ye baktığımız zaman kültür kökenlerimiz Orta Asya’da. Ama bir o kadar da Anadolulu bir medeniyetiz. Bir o kadar batılı da bir medeniyetiz. Tarih boyunca hep kültür anlamında bir arada kalmışlığımız söz konusu. Kültürel ve tarihi kimlik arayışı gibi süreçlerden geçmiş bir toplumuz. Dolayısıyla örneklerini verdiğimiz bu Japonya, Avrupa, ABD gibi daha yerleşmiş kültürlerde olduğu gibi adını koyabileceğimiz bir ekol olmaması aslında şaşırtıcı değil. Tam da şu anki çizgi roman stilimiz, yani her telden çalan, hem mizah barındıran hem de Suat Yalaz döneminde olduğu gibi, tarihten de beslenen, ortaya karışık bir stil olması aslında bu bahsettiğim, kültürel kimliğimiz ve arada kalmışlığımızla da bağlantılı diyebiliriz sanırım.

Doğru.

Geçmişte “Serüven”, “Tam Macera” gibi kısa ömürlü fakat oldukça kaliteli yerli çizgi roman dergilerinde işleriniz yayınlandı. Türk çizgi roman dergileri, çok kaliteli olmalarına rağmen çok kısa ömürlü olmalarıyla da biliniyorlar fakat yerli yazar ve çizerlerimiz de inatla yeniden ve yeniden şanslarını denemeye devam ediyorlar. Bu azme karşın neyi yanlış yapıyoruz da bu dergiler uzun ömürlü olamıyor? Sorun üreticilerde mi yoksa tüketicilerde mi?

Cevap aynı: Sektör. Sorun hem tüketicilerde, hem de üreticilerde. Sektörün olması için böyle bir ihtiyacımızın olması lazım: Toplumunun geneli “Ben çizgi romancıyım, ben doktorum, ben şuyum ben buyum ama ben çizgi roman okumak istiyorum çünkü tamamen kendi şahsi hızımla okuduğum o filmi okumak bana çok cazip geliyor” demeden böyle bir sektörleşmeden bahsedemeyiz. Arz-talep meselesi. Bir talep olacak, onu karşılayacak bir arz olacak ama o arz-talep dengesi doğru kurulmadığı için fiyatlandırmadan tutun da dağıtıma kadar pek çok şeyde çok ince hesaplar yapılması gerekiyor. Çünkü bir taraftan paranızla kumar oynuyorsunuz.

“Ticari Bir Meta Çizgi Roman”

Dağıtımcı da olsanız, yayıncı da olsanız paranızla kumar oynuyorsunuz. Türkiye’de inanılmaz kaliteli bir yayıncılık sektörü, inanılmaz kaliteli yayıncılar var. Neden bu kişiler yerli çizerlere çizgi romanlar yaptırmıyorlar da bir yerlerden ithal edip Türkçeleştirip satıyorlar? Bunun cevabı bu aslında. Çünkü ticari bir meta çizgi roman. Adam zarar edeceği bir işe girmek istemiyor. Bir yayıncı, “Ben bundan zarar etmeyeceğim,” dediği zaman zaten birtakım şeyler yoluna girmiştir çünkü arz-talep dengesi yerine oturmuştur. Adam bir sonraki çıkaracağı bir proje için hazırlatacağı işin ortalama kaç kişi tarafından alınacağını hesaplayabilir olmalıdır. Bu da devinen bir sektörde olur. Örneğin, şehrin göbeğinde bir lokantasınızdır, her gün her saat verdiğiniz porsiyon sayısı bellidir ama kimsenin geçmediği bir yolun kenarında bir lokantasınızdır, gelene gidene göre hizmet verirsiniz.

Yakın zamana kadar genel görüş, sizin de işaret ettiğiniz üzere, Türkiye’de çizgi romana yeterli talep olmaması şeklindeydi. Fakat sizin de değindiniz gibi, Türkçeye çevrilip satılan ithal çizgi romanlarda durum farklı. Son zamanlarda kitapçılarda çizgi roman rafları oluşturacak kadar fazla yayın olduğunu görüyoruz çünkü Amerikan ve Avrupa menşeili çizgi romanlar Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar basılıp satılmaya başladılar. Geçmişte çizgi roman anlamında herhangi bir talebi olmayan bir okur birden bire çok fazla çizgi roman almaya başladı. Bir ay içerisinde basılan çizgi roman sayısı onlarcayı buluyor. Tabii bunlar arasında yerli çizgi roman sayısı yok denecek kadar az. Bu durumda şu soru ortaya çıkıyor: Biz tüketiciye yüklenmekte haklı mıyız? Çünkü aynı tüketici yabancı çizgi romanların Türkçe baskılarını alıyor. O hâlde acaba yerli üreticilerin ürettiklerini beğenmiyorlar mı ya da yerli üreticiler yeterince üretim yapmadıkları için mi yabancı çizgi romanları satın almaya yöneliyorlar?

İşte bütün cevaplar aslında sorduğunuz soru içerisinde gizli. Neden yeteri kadar üretim yapılmıyor konusuna dönelim. Kime satacaksın? Diğerleri neden ithal ediliyor? Çünkü 2000’lerden sonra sayısı artan, Marvel ve DC’nin başı çektiği comics sinema uyarlamaları çok etkili oldu. Bunlar çizgi roman okumayan okurun da biz ilgililer kadar olmasa da tüketmesine yol açıyor. Ya da bir manga kültürü. Türkiye’de 10 sene önce Manga okumak için çok ilgili olmak gerekirken şimdi popüler medyaların da yönlendirmesiyle daha fazla tüketilir oldu. Adeta gençler arasında Manga’ya ilgi duymak bir moda oldu.

- Reklam -

Sinema uyarlamasından etkilendiğimiz için ya da arkadaşlardan görüp özendiğimiz için tüketiyorsak artık o iş çizgi roman tüketimi olarak tanımlanmaktan çıkmış, kültürler tüketimi hâline gelmiştir; Amerikan ve Japon gibi kültürleri okumayı seviyoruz.

O hâlde şöyle diyebilir miyiz? Manga, Fumetti, Frankofon’lardan veya Comics’lerden bahsederken, bu milletler bize çizgi romanlarından ziyade kültürlerini satıyorlar ve biz biraz garantici bir üslupla yerli bir üreticiden alacağımız ve kalitesi tartışmalı olan bir çizgi roman almaktansa, bizi eğlendireceği garantili olan o bilindik çizgi romanları, o bilindik kültürleri deneyimleyeme daha meyilli miyiz?

Öyle… Bunun için kimseyi de suçlayamam zira bu ülkede kültür tüketimi bir lüks. Önce aç karnını mı doyuracaksın yoksa kitap mı okuyacaksın. Dolayısıyla cebinde ayırdığın bir bütçe var, bunu neye ayıracaksın… Kültüre ayrılan bütçe ve vakit oldukça sınırlı olduğu için, başarısı uluslararası arenada kanıtlanmış işlere yöneliniyor.

Garanticilik burada devreye giriyor.

Paramız kıymetli. İnsanoğlu böyledir, verdiğimiz paranın karşılığını almak istiyoruz. Maydanoz da alsak çizgi roman da alsak bu böyle. Verdiğimiz paranın birebir karşılığını almayı hedefliyoruz.

Az önce kısaca değindiğimiz Deli Gücük çizgi romanına biraz daha eğilerek yerli çizgi romanın içeriğine de değinmek isterim. Levent Cantek’in yarattığı bu karakterin çizerlerinden birisiniz. Bu çizgi romanın, yerli çizgi roman sanatının en özgün eserlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Deli Gücük, ekibindeki her yazar ve çizere karakteri kendi üslubuna göre yorumlama serbestisi getiriyordu. Deli Gücük’te çalışmak nasıl bir deneyimdi, gelecekte bu karakter için yeni albüm planları var mı?

Yeni albüm olmasını umuyorum tabii ama bu, karakterin yaratıcısı sayın Levent Cantek’e ve katılım gösterecek diğer yazar/çizerlere bağlı. Deli Gücük’ün kıymeti şu: Adaletin olmadığı Osmanlı taşrasında bu “şey”, bu “adam” demiyorum çünkü kategorize etmek istemiyorum. Bu “adam”, bu “cin”, bu “garip mahlukat”, bir adalet mekanizması. Çok mu etik? Burada şu soruyu sormak gerekiyor: Adalet mutlaka etik kurallarla mı sağlanır yoksa adalet hukuk mudur? Kavramları sorgulatan bir karakter. Neden? Çünkü ihtiyaca göre beliren ve ihtiyaca göre biçimlenen bir karakter. Kimi yerde bir cin gibi ortaya çıkıyor. Kimi yerde eti kemiği olan bir insan gibi ortaya çıkıyor. Kimi yerde bir masal, bir destan bir efsane, bir kahraman gibi ortaya çıkıyor.

deli gücük kitapları

Dolayısıyla bu adam, ecinni ya da gulyabani, sanki atalardan ötelerden duyumlanılan bir şeylerin kâğıda dökülmesi sonucu doğdu. Ve esas kıymeti şuydu, her çizer Deli Gücük’ü önce bir metin üzerinde okuyup sonra görselleştirdi. Yani birisinden duyduğu bir şeyi görselleştirdi. Yani bir efsaneyi, bir kahramanı görselleştirdi. Dolayısıyla Deli Gücük’ün fiziksel özelliklerinin maceradan maceraya değişkenlik göstermesinin sebebi bu. Bu yüzden bu külliyatı oluştururken bu kadar fazla çizerin bir araya gelip her birinin farklı bir Deli Gücük yorumu ortaya çıkarması kıymetliydi.

“Deli Gücük Kafamın Bir Yerinde Uyuyan Bir Proje”

Deli Gücük önce Kamra Yayıncılık ile 2 albüm olarak çıktı. Sonra Flaneur Comics’ten bir albüm daha çıktı ama ben onda yer almadım. Benim en büyük hayalim, yaratıcısı Levent Cantek’in bu yönde bir girişimi olması durumunda Deli Gücük’ün bir TV dizisi olması. Çünkü Deli Gücük ihtiyacı olduğu duruma yani toplumsal adaletin ihtiyaç olduğu yerlere gelen bir varlık. Dolayısıyla bence bir filmde olmamalı. Sadece bir zalim ağanın zulmüne çare olmamalı. Aynı çizgi romandaki gibi, kimi zaman bir dudağı yerde bir dudağı gökte yedi kargasıyla dolaşan bir ecinni, bir yerde sopasıyla zalimin piştovuna vurarak etkisiz hâle getiren etten kemikten bir insan gibi, dizi olup daha fazla problem çözmeli gibi bir hayalim var. Deli Gücük kafamın bir yerinde uyuyan bir proje. Şu an ona çok da ihtiyaç duyamıyorum ama duyduğum zaman tekrar canlanmasını isterim.

Dizi olması güzel bir fikir. Çizgi romandakine benzer şekilde her bir bölümü farklı bir yönetmen yönetebilir, Deli Gücük’ü farklı aktörler, belki bir kadın, belki bir erkek, canlandırabilir ve her bir bölüm farklı bir sinematografik bakış açısıyla çekilebilir. Umarım Deli Gücük’ün yeni albümlerini de görebiliriz.

Umarım. Zira Deli Gücük ile temasımı kaybetmek istemiyorum.

deli gücük

Hocam biraz daha sizden devam edelim istiyorum. Aslında branşınız illüstrasyon / animasyon üzerine olsa da çizgi roman tutkusunun her zaman içinizde olduğunu biliyorum. Bu tutku hâlâ devam ediyor mu, Deli Gücük haricinde başka çizgi roman projeleriniz de olacak mı?

Öncelikle evet, bu tutku devam ediyor. Diğeri büyük bir bilinmez çünkü çizgi roman için biraz da kendinizi adamanız lazım. Baştan şunu kabul etmeniz lazım: Bu yaptığın şeyi satmayacak ya da para kazanmayacaksın. En azından Türkiye’de. Ya da bu yaptığın şeyi sadece potansiyel okurlar okuyacak; kimin okuduğunu bilmeyeceksin. Bu içten gelen bir şey. çizgi roman yapmak istiyorum. Şu an bir taraftan sanatta yeterlik, bir taraftan iş, bir taraftan aile hayatı derken hep ertelediğim projeler var fakat bunlar mutlaka bir şekilde gerçekleşecek, dolayısıyla çizgi roman yapmayı planlıyorum.

Hocam sanatta yeterlik dediniz. Bu konudan devam etmek istiyorum biraz da. Şu an akademisyensiniz, derslere giriyorsunuz ve bir öğrenci kitleniz var. Bununla bağlantılı olarak öğrencileri yakından gözlemleyebiliyorsunuz. Sizce sanat ve tasarım okuyan öğrencilerin çizgi romana bakışı nasıl?

Bilmiyorlar. Biz çizgi roman anlamında daha şanslı bir nesildik. Bizden öncekiler çizgi roman konusunda biraz daha şanslıydı çünkü ne kadar az medya bilirsen o kadar medyada sana gösterilen şey ile büyüyorsun. Onunla beraber büyüdüğün zaman onunla kurduğun anılar sende daha fazla yer ediniyor. Şimdiki neslin anıları ve ilgisi çok daha fazla şeyle bölünüyor. Ama dediğim gibi biz o konuda daha şanslıydık. Yeni nesil çizgi romanı biliyor ama belki de en başta dediğim gibi çizgi roman benim için bir sinema. Belki de bizim bu işe başladığımız dönemlerde bizim sinema şansımız yani kendi sinemamızı istediğimiz zaman istediğimiz yerde okuyabilme şansımız olduğu için bize bu kadar kıymetli geliyordu. Yeni neslin bizim kadar gözünde yücelttiğini sanmıyorum çizgi romanı.

Haklı tespitler. Özelde öğrenmek istediğim husus ise sanat ve tasarım öğrencilerinin diğer yaşıtlarına göre çizgi romana daha yakın olup olmadığı. Çünkü eğitim aldıkları branşa yakın bir medyadan bahsediyoruz. Sayısal ya da sözel bilimler okuyan öğrencilere kıyasla sanat okuyan öğrencilerin bu konuda daha meraklı olmaları beklenir sanıyorum.

Çok yakın değiller. İlgileri var ama bu konuda bizler gibi çizgi roman yapma gibi bir istekleri yok. Sevdirmek gerekiyor. İllüstrasyon derslerinin final projeleri mutlaka çizgi roman oluyor.

ozan küçükusta

O hâlde sizin kişisel deneyim ve gözlemleriniz bağlamında sanat ve tasarım öğrencilerinin çizgi romana ilgi anlamında diğer gençlerden bir farkları olmadığını söyleyebiliyoruz.

Evet.

Geçmişi yeterince irdeledik. Türk çizgi romanının sorunlarından bahsettik fakat geleceğe yönelik çıkarımlarda bulunmadık. Sizce bundan sonrasında Türk çizgi romanı için neler yapılabilir? Hangi türlerde ne çeşit üretimlere ağırlık verilmeli? Yerli okur kazanmak ve yabancı çizgi romanlarla rekabet edebilmek için neler yapmak gerekli?

Bu soru bizi tekrar “sektör” kavramına götürüyor. Sektör olacak ki üretilecek, sektör olacak ki tüketilecek. Sektör olacak ki tüketilen sayısı ne olduğu aşağı yukarı bilindiği için ona uygun üretim yapılacak. Düşüncelerim hep bu yönde. Negatif belki ama sabit.

“Yeni Nesil Influencer Olmak İstiyor”

Yani bir fasit daire var ve bunun içinden çıkmak ancak bir sektör oluşması ile mümkün olabilir.

Aynen öyle. Şöyle düşünebiliriz, Instagram çıktı, Instagram’da “influencer”lar çıktı. Bakıyorsunuz yeni nesil influencer olmak istiyor. Çizgi roman vardı, neden yeni nesil çizgi romancı olmak istemiyor? Var olan ne kadar ve nasıl tüketildiğiyle de ilgili bir olay.

Tüm bunlara ek olarak kapanış için eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Bu belki mesleki deformasyon ama kendi sinemamı çekebiliyor olmak bana çok kıymetli geliyor. Bir grafik tasarım yapıyorsunuz ya da bir resim yapıyorsunuz ama orada bir ardıllık durumu olmadığı için ya da bir öykü anlatma durumu da olmadığı için orada sadece tasarımın öyküsünün anlaşılması ve sanatçı tarafından anlatılması söz konusu. çizgi romanda ise kendi kafanızda kurduğunuz senaryoyu yorumlayabilmek ve izleyiciye istediğiniz kadraj, ses efekti ve kurguyla anlatabilmek gibi büyülü bir şey yapabilme fırsatı var. İşte bu bana çok kıymetli geliyor.

Bu yüzden ömrüm boyunca çizgi romanla dans etmeye devam edeceğim. Gönül ister ki çizgi roman okuma ve üretmeye daha fazla ihtiyaç olsa. Diyeceklerim bu kadar.

Hocam çok teşekkür ediyorum değerli vaktiniz için.

Ben teşekkür ederim.


Ozan Küçükusta hakkındaki yorumlarınızı ve söyleşiye dair görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: [email protected]

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Ezra Miller Hırsızlıkla Suçlanıyor

Adı Sürekli Adli Vakalarla Anılan Ezra Miller Şimdi de Hırsızlıkla Suçlanıyor

Marvel Yunan Tanrıları Temalı Yeni Proje Taika Waititi

Marvel’dan Yunan Tanrıları Temalı Yeni Bir Proje Geliyor