in ,

Sabri Safiye: “Bilimkurgu Geleceğe Dair Bir Zihinsel Projeksiyon ise Öncelikle Bugünü Anlayabilmek Gerekiyor”

“İnanna’nın Dönüşü”nün yazarı Sabri Safiye ile bilimkurgu, yapay zekâ ve insanlığın geleceği üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Sabri Safiye ile "İnanna'nın Dönüşü" Üzerine Söyleşi
- Reklam -
- Reklam -

Kısa süre önce önce On8 Kitap etiketiyle yayımlanan İnanna’nın Dönüşü romanıyla yetişkin edebiyatına da adım atan Sabri Safiye ile yeni romanı hakkında konuştuk.


Röportaj: Kamil Erenli


İlk olarak Tüylü Bir Uzaylı Macerası kitaplarınızı inceleme fırsatı bulmuştum. Yeni romanınız İnanna’nın Dönüşü’ndeki karakterleriniz, olay örgüsü ve bilimkurgu öğeleri dikkatimi çekti. Alıştığımız bilimkurguların dışında, farklı bir yapısı var gibi… Kadim uygarlıklardan geleceğe tutulmuş bir fener gibi… Nasıl hissettirdi bu kitabın yolculuğu size?

- Reklam -

Belirsiz, silik bir iz gibi zihnimde beliriveren bir fikirle başlıyor kitapların macerası. Böylesi fikirleri tohuma benzetebilirim. Genellikle tohumlar küçüktür, önemsiz görünürler. Elbisenize takılır, bazen cebinizin içinden, bazen yerdeki kuru yaprakların arasından çıkıverirler. Nereden geldiklerini bilemeyebilirsiniz. Emin olabileceğiniz tek şey, yüz milyonlarca yıllık bir deneyimi taşıyarak geçmişten gelip, geleceğe doğru gittikleridir. Eğer onları uygun bir özenle sarıp sarmalarsanız serpilip gelişirler ve bir bakmışsınız, harika bir çiçeğe veya dallanıp budaklanan bir ağaca dönüşmüşler. Kendi geçmişimiz ve onu mümkün kılmış olan bütün insanlığın ve hatta gezegenin kadim geçmişi de geleceğe böyle köprüler uzatıyor. Ama hangi geleceğe? Galiba sadece bir yazar olarak değil, herhangi bir insan olarak bizi sürekli meşgul eden sorulardan biri budur. İnanna’nın Dönüşü de, hem içerik, hem de yazılma süreci anlamında, geçmişten geleceğe çatallanarak uzanan imkanlarımıza dair bir yolculuk oldu benim için. Sanırım kitabın kahramanının kendine seçtiği isimle uyumlu şekilde, kendime Şanslı demeliyim ki fikir tohumlarını filizlendirebildim. Bilimkurgu, bu yolda kullanmak üzere alet çantamıza konmuş bir mercek gibi iş görüyor. Öyle bir mercek ki en yakınımızdakini, hatta kendimizi, zamanda ve mekânda biraz uzağa taşıyarak, tepeden tırnağa görebilmemizi, gösterebilmemizi sağlıyor. Bu nedenle bilimkurguyu seviyorum.

Eğer bilimkurgu geleceğe dair bir zihinsel projeksiyon ise, bunu yapabilmek, öncelikle ayaklarımızın bastığı zemini, yani bugünü anlayabilmeyi gerektiriyor. Bugünü anlayabilmek de, onda sürekli katılaşan geçmişi ve üzerindeki köpüğü yani günceli fark edebilmekle mümkün. Pandemi hepimizin hayatlarını derinden etkiledi. Yapay zekâ gibi teknolojik gelişmelerse şimdilik biraz daha kısıtlı bir insan grubunun ilgi alanında. Fakat hepsi bizi sürekli olarak “İnsan nedir? Ne yapabilir?” sorularını sormaya ve cevaplamaya zorluyor. Bunlar yeni sorular değil. Ama örneğin dünyadaki tüm insanları adeta kuşatıp ele geçiren bir virüsün, dünyanın geleceğini belirlemede en az insan kadar etkili olabileceğini fark etmek şaşırtıcı değil mi? En gelişmiş zeki organizmanın karşısına dikilen en basit yapıdaki yarı-canlı! En azından gezegende yalnız olmadığımızı ve mutlak bir iktidara sahip olmadığımızı göstermesi bakımından bence çok öğreticiydi.

Yapay zekâ da bize endişeyle karışık şu soruyu sorduruyor: “İnsan, bir yapay zekâ düzeneği tarafından tümüyle ikame edilebilir mi?” Başka bir deyişle, gelecek akıllı makinelerin mi olacak? Zor soru. Acaba insanda, hatta virüs gibi bir yarı-canlıda, herhangi bir yapay zekâ tarafından ikame edilemez bir “fazlalık” var mıdır, varsa bu nedir? Sorular soruları besliyor, birbirleriyle kesişiyor. Açıkçası, yakın geçmişimizdeki bu gelişmeler beni bunlar üzerinde daha fazla düşünmeye yöneltti. İnanna’nın Dönüşü bu sorular temelinde oluştu diyebilirim. Eminim ki, tüm yazarlar, bilimkurgu yazsınlar veya yazmasınlar, bu yaşananlardan etkileniyorlar. Kısacası pandeminin veya yapay zekâ teknolojileri gibi gelişmelerin, yaratıcı süreçleri, birer kurgu çeşnisi olmaktan çok daha fazla etkilediğini düşünüyorum.

Sabri Safiye: “Yazmanın En Keyifli Taraflarından Biri, Olayların ve Karakterlerin Belirginleştikçe Ortaya Çıkan Kendilerine Has Talepleri”

Üç romanınızın da çıkış zamanlarına bakınca kısa sürede yoğun bir üretim gözlemledim. Hem bu yoğun üretimin altındaki nedeni hem de yazma halinizi merak ediyorum. Ritüelleriniz var mıdır? Nasıl yazarsınız?

Her ne kadar üretim süreçlerinin arası, yayın tarihlerine göre biraz daha açık olsa da, sanırım hızlı yazıyorum. Bunun iki nedeni var diyebilirim. Öncelikle, üzerinde çalıştığım herhangi bir şeye fazlasıyla yoğunlaşıyorum. Öyle ki, günün her saati zihnimin bir parçası onun için çalışıyor. Hatta çözemediğim bazı konularla yatıp, sabah bir yol bulmuş olarak uyandığım çok olur. İkinci olarak, yazma aşamasına uzun bir hazırlık ve demlenme süreci sonunda geçiyorum. Yani yazmaya başladığımda kitap kafamda ana hatlarıyla neredeyse tamamlanmış oluyor. Elbette yol boyunca birçok değişiklik yapmam gerekiyor, çünkü olayların ve karakterlerin belirginleştikçe ortaya çıkan kendilerine has talepleri var. Ama bu da yazmanın en keyifli taraflarından biri. İlk yazım tamamlanınca, mutlaka dönüp tekrar okuyorum ve bir dizi değişiklik yapıyorum. Sanırım benim yazma tarzım, kilden bir heykel yapmaya biraz benziyor; önce kütlenin içindeki form zihnimde canlanıyor, sonra malzemeyi yoğura yoğura metnin nihai haline ulaşıyorum. Bu süreçlere eşlik eden herhangi bir ritüelim yok. Dediğim gibi, üzerinde çalıştığım projeye o kadar yoğunlaşıyorum ki paralel akan gündelik olaylar, değişen ortamlar beni pek etkilemiyor. Yazmayı her aşamasıyla seviyorum.

İnanna'nın Dönüşü - Sabri Safiye

İnanna’nın Dönüşü çok katmanlı bir kurguya sahip. Öte yandan, bir oturuşta okuru içine çeken ve su gibi de akan bir roman… Bilimkurguların çoğunda anlatım, dil ve kurguya eşit derecede önem verildiğini çok görmeyiz, bir şeyler eksik kalır hep. Ama bu roman için uzun soluklu bir çalışma, demlenme süreci olmuş gibi sanki…

Öncelikle sorunun içinde beliren beğeniniz için teşekkür ederim. Haklısınız; İnanna’nın Dönüşü, bir önceki soruya verdiğim cevapta belirttiğim gibi, nispeten uzun bir demlenme ve sonrasında birkaç turluk yoğurma aşamasından geçti. Anlatım açısından, içerikle uyuşan bir yol tutmaya gayret ettim. Detaylı betimlemelerden çok, tamamlanmak için okuyucunun hayal gücünü talep eden sahneler kurgulamak istedim. Örneğin karakterlerin ve mekânların fiziksel özelliklerine, görünümlerine dair neredeyse hiçbir keskin belirlenim yapmadım. Herkesin zihninde karakterlerin ve mekânların başka başka görünümlerde canlanabilmesi ve bunun bir eksiklik hissi yaratmadan mümkün olabilmesi hedeflerimden biriydi. Eğer yapabildiysem ne mutlu bana.

- Reklam -

Romanınızda birçok bilimsel terim kullanıyorsunuz. Bu terimlerin çıkış noktasını merak ediyorum doğrusu…

Bilim ve diğer birçok konuda iyi bir okuyucuyum, çünkü çok meraklı biriyim. İnsanın, ilk zamanlardan itibaren dünya ve evrenle başlayıp devam eden macerası en gizemli polisiye romandan daha fazla cezbediyor beni. Bilim de bu maceranın bir kulvarı. Bu genel merak dışında, üzerinde çalıştığım konu hakkında özellikle okuyor, bilgileniyorum. Örneğin İnanna’nın Dönüşü için nanoteknoloji, kuantum bilgisayarlar ve yapay zekâ üzerine bir araştırma yaptım. Ayrıca Sümer mitolojisi, çivi yazısı ve İnanna kültüne dair arkeoloji kitaplarına başvurarak var olan bilgilerimi derinleştirdim. Bilimkurgunun kurgu kısmını bilim kısmıyla destekleyebildiğimiz ölçüde türün hakkını verebileceğimizi düşünüyorum. Açıkçası bilimin, uzmanlık konusu ne olursa olsun, sonuçta bize insan hakkında doğrudan veya dolaylı bir bilgi verdiğine inanıyorum.

Yeni Bir Terim: “Edibiyoloji”

Kitapta çok şaşırdığım bir kavramla tanıştım: “edebiyoloji”. Araştırınca böyle bir kavrama rastlamadım ama sizin kurgunuzda hayat bulan bir şey olduğunu gördüm. Bu kitaptan sonra yazılacak bilimkurgulara ilham verecek, üzerine çok konuşulacak bir kavram bence… Biraz anlatmak ister misiniz bu kavramı…

Sizin de fark ettiğiniz üzere, “edebiyoloji” benim uydurduğum bir kavram. İnsanlar, birçok farklı coğrafyada ve kültürde, ruh-beden ikiliği düşüncesinden fazlasıyla etkilenmiş görünüyorlar. Hatta bedenin ruhun prangası olduğu, onu kısıtladığı, sırtında yük oluşturduğu, hatta “yoldan çıkardığı” şaşılacak derecede yaygın bir tema. Sadece eski zamanlara ait bir düşünce değil bu; modern zamanlarda ruh kavramının akıl veya zekâ kavramıyla yer değiştirdiğini, onun da bedenin küçük bir bölgesiyle sınırlandığını, adeta bedenin geri kalanından özgürleşmiş kavanozdaki bir beyin imgesinin üretildiğini görebiliyoruz. Yapay zekânın yarattığı endişe ve heyecanı da bu imge sayesinde daha iyi anlamak mümkün. Ben biraz daha farklı düşünmeye eğilimliyim. Anlamın, bedensiz var olamayacağına inanıyorum. Aslında ikisi arasındaki kopartılamaz bağı birçok alanda, gündelik yaşamda da sürekli deneyimlemekte olduğumuzu düşünüyorum. Sözler, düşünceler, inançlar bedenimizin çok farklı noktalarında etkiler yaratma gücüne sahipler. Ve tam tersi şekilde, anlamı sadece beynimiz değil, bir bütün olarak bedenimiz üretmekte, ki bilim bu konuda bir dizi olgu derlemiş görünüyor. Anlamı insandan insana, zaman ve mekânın ötesine taşıyarak aktarmanın yolu eğer anlatılardan geçiyorsa ve edebiyat da bu aktarımın yetkinleşmiş bir haliyse, bedenimizle edebiyat arasında hep var olagelmiş ama bugüne dek örtük kalarak özelikle modern zamanların dikkatinden kaçmış bir etkileşim olduğunu varsayabiliriz. Ben, eğer bir gün bu karşılıklı bağ bilimin inceleme konusu olursa nasıl ifade edilirdi diye düşündüm ve “edebiyoloji” kavramını uydurdum. Çünkü bahsettiğim bu tartışmayı, bu sefer edebiyat yoluyla, İnanna’nın Dönüşü’nde de yapıyorum.

İnanna'nın Dönüşü - Sabri Safiye

Romanda öne çıkan iki kavram ve temsil ettikleri şeyler de çok çarpıcı… “Şiir” ve “dans”tan söz ediyorum… Biri silahı diğeri de özgürleşmeyi temsil ediyor… Nasıl bir bağdan söz ediyoruz?

Yine anlam ve beden ilişkisi üzerinden geliştirilmiş bir bağlam söz konusu. Şiir, benim için, çok anlamlılık veya anlam çoğalması yoluyla dilin sınırlarını zorlayan ve dil-öncesine, dil-ötesine uzanmayı amaçlayan çok önemli bir edebiyat tarzı. Bu röportajın kapsamını aşacağı için fazla girmek istemiyorum ancak dil, insanı insan yapan ne varsa, hepsini kapsayabilecek ve temsil edebilecek bir olgu. Dilsiz bir uygarlıktan bahsedilemez. Şiir, insanın insan olmakla yani dile girmekle geride bıraktığı, terk ettiği ya da öyle zannettiği ama her durumda dinmeyen bir özlem duyduğu bir hali yeniden ve yeniden var etme çabasıdır diyebiliriz. Ama açık ki, bunu yine dili kullanarak yapmak zorunda. O nedenle, şiir insana zincirlenmiştir, onun dışına, öncesine erişmesi sadece bir illüzyon olsa gerek. Bu da şiirin anlama batmış olduğunu, anlamla var olabildiğini, anlamın içinden filizlendiğini gösterir. İnanna’nın Dönüşü’nde, edebiyoloji yoluyla anlamın ölümcül bir silah olarak kullanıldığı distopik bir dünya kurguladım. Böylesi bir distopyada, yine beden üzerinde güçlü etki yaratan ve aynı zamanda zehirli olabilecek anlamdan, yani dilden tamamen ayrık, bağımsız kalabilen özgürleştirici bir başka eyleme ihtiyaç vardı. Onun ne olduğunu benim uydurmam gerekmedi. Çünkü doğal olarak dilden-önce ve dilden-öte, kadim kültürlerden bu yana hep var olagelmiş, hayatımızda vaz geçilmez bir yer işgal eden bir şeydi bu: dans! Böylece bu distopyada dans, özellikle Sümer tanrıçası İnanna’nın dansı olan Guştu, kendine önemli bir yer bulmuş oldu. Elbette umalım şiir hiçbir zaman böyle distopik bir silah olarak kullanılmasın, çünkü o bizim için çok kıymetli. Herkese dans ve şiirin el ele olduğu bir dünya diliyorum. Teşekkürler.


Sizler de Sabri Safiye ve kitabıyla ilgili yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, yeni içerikler için bizi Google Haberler’den takip edebilirsiniz.

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: [email protected]

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

The Spiderwick Chronicles Dizisi Disney+'ta İptal Edildi

“The Spiderwick Chronicles” Dizisi Disney+’ta İptal Edildi: Maliyet Düşürme Operasyonu Devam Ediyor

Arleen Sorkin Hayatını Kaybetti: Harley Quinn'in Sesine Veda

Harley Quinn’in Yaratılmasına İlham Olan ve Karakteri Seslendiren Arleen Sorkin Yaşamını Yitirdi