in ,

I Care a Lot İncelemesi: Güçlü Kadının Zayıf Hikâyesi

I Care a Lot incelemesi sizlerle. Netflix’te yayınlanan Rosamund Pike ve Peter Dinklage’lı yapım hakkında ilk yorumlar.

I Care a Lot İncelemesi
- Reklam -
- Reklam -

I Care a Lot incelemesi sizlerle. Gone Girl’ün başrolü Rosamund Pike ve Game of Thrones oyuncularından Peter Dinklage’ın yer aldığı film; J Blakeson imzasıyla karşımızda.

J Blakeson’ın, Netflix kütüphanesindeki yerini alan “güçlü” kadınların kötücüllüğünü anlatan eğlenceli filmi hakkındaki ilk yorumlarımız.

I Care a Lot sınıf hırsına, tekinsizliğin ve duygusuzluğun heyecan vericiliğine, seksizme; Marla’nın karakterinde bulunan tüm özelliklerin sevimsiz bir halde olmasına karşın; o öfke veya başka duyguları da bize hissettirebileceğine odaklanan bir film. Tüm bu konuları işlerken tepesine “güçlü kadınlar” felsefesini yedirmeye çalışmış bir yapım olduğu henüz başından belli. Bizlere kötü kadın karakterleri meşru kılacakmışız gibi sunan ve bir noktadan sonra gerçekten de onları beğendiğimizi düşünen (tabii ki beğeniyoruz, Pike oynuyor sonuçta) cüretkâr ve manipüle bir anlatım. Yakıcı eleştirilere kurban gitmemesinin sebepleri ise çok kolay. Karakterlerin uyumu, güzelliği; hikâyenin heyecanı ve kısacası oldukça eğlenceli olması. Kafanızı yastığınıza yaslayıp özlediğiniz güçlü kadın Pike’ı seyretmek ve eğlenceli bir iki saatinizi geçirmek isterseniz; bu film tam da size göre.

- Reklam -

I Care a Lot: Filmin Önemsediği Ne?

Daha önce birçok kez gördük. Ye ya da yen, öl ya da öldür, yaşamak için köpek balığı gibi ol; su uyur düşman uyumaz. Bu en basit tabiriyle bir sosyopatlık ya da çılgınlık olabilir. American Psycho’nun Patrick Bateman’ından çok iyi bildiğimiz bu dehşetli odaklanmışlık bu sefer yine aynı temellerin bazılarını barındıran Gone Girl’ün Amy’sine yükleniyor. Filmin ismi I Care a Lot olarak değişirken Rosamund Pike, Marla’nın vücudunu ödünç alıyor.

Marla Grayson ise biraz daha farklı. Filmin daha ilk saniyesinde bize bir monolog girerek kendisinin bir predatör olduğunu ve kendimizi da iyi bir insan olarak görmememiz gerektiği vurguluyor. Kendince bir güç gösterisi olan bu monolog bize Gone Girl monoloğunu hatırlattığından ilgimizi çekiyor. Bunun bir günah çıkarma ya da kötücüllüğünü “güçlü” olarak savunma olduğunu hiçbirimiz fark etmiyor, düşünmüyor. İlk sahnede kıpkırmızı takımının içinde bize ve içinde olduğu mahkemeye cüretkarlığını sunan Marla, adeta bu benim filmim ve şimdi şovumu izlemeye başlayabilirsiniz diyor.

I Care a Lot incelemesi netflix

Filmin önemsediği ise basit. Bu şovun (kötü) kahramanı olan Marla’nın istediği. Para ve güç. Yaşlı insanları sahte doktor raporları sayesinde özel olarak seçtiği huzurevine tıkıyor. Mal varlıklarına el koyuyor. Satıyor ve elden çıkarıyor. Bunları yaparken karşısına gelen her erkekten daha üstün olduğunu tüm acımasızlığı ile vurguluyor. Haksız ve zorba biri olsa bile günümüz dünyasındaki kadın erkek eşitsizliği yüzünden bazen kendimizi tutamayıp onun yanında buluyoruz. Marla’nın karşısındaki erkeğe ondan korkmadığını ve tüm hayatını bitirebileceğini bilmişçesine tehditkar yaklaşımında onunla gurur bile duyuyoruz.

Tüm bunları basit bir sistemine oturtan Marla’nın elinde oldukça fazla yaşlı var ve bunları sömürmekten, yaptığı iş birliklerinden ve kurduğu düzenden oldukça memnun. Amerika’da oldukça yaygın olan ancak üstüne pek de gidilmeyen bir konu olan yaşlı istismarının bu şekilde açık ve acımasızca anlatımı bizi etkilemiyor belki de. Ancak Amerika’ya bu yönden de dokunmanın, filmin yapmak istediği şeylerden biri olduğunu da fark etmememiz imkansız.

Dişi Bir Aslan: Marla

I Care a Lot’ın asıl başladığı kısım ise Marla’nın yanlış bir hedef seçmesiyle oluyor. Jennifer Peterson dışarıdan bakıldığında çok yumuşak ve kendi halinde biri. Marla’ya hedef olmak içinse biçilmiş kaftan; birçok mal varlığı, yakın bir aile mensubunun bulunmaması vs. Marla hızla işe koyuluyor ve kadını özel hapishanesine (huzurevi) kapatıp tüm malvarlığını birkaç ay içinde elinden geçiriyor. Maalesef ki Jennifer’ın oldukça büyük bir suçlunun annesi olduğunu öğrenmesi oldukça uzun sürüyor. Peter Dinklage’ın oynadığı Roman Lunyov, her suçlu gibi annesini oldukça seviyor ve onu bu dolandırıcılığın içinden alabilmek için her şeyi tek tek öğrenip Marla’nın üzerine her yönden askerlerini savuruyor.

Marla film boyunca açılış konuşmasında söylediklerini bir bir bize gösteriyor. Tek zayıflığı para hırsıymış gibi; önüne gelen hiç bir tehditten korkmayarak “erkeklerin dünyasında” kendi gücünü göstermeye çalışıyor. İzlerken bu tarz “girl boss” etkilerini görmek bizim hoşumuza gidiyor. Ve bunu yönetmenimiz de çok iyi biliyor. Sürekli macera ve dövüş içindeki filmlerden farklı olarak, I Care a Lot’ta kesikli bir aksiyona seyirci kalıyoruz. Olayların yükselişli inişli bir şekilde ilerlemesi heyecanı sürekli yukarılarda tutmayı sağlasa da bir patlama noktasını da aramıyor değiliz. Ancak yazarımız bunu da düşünmüş. Marla’nın karakter gelişimine filmin yarısından sonra tamamen ulaştığımızı düşünüyoruz. En son kararı verip de filmin “gerçek” kötüsü Roman’ın peşine düştüğünde pek de tatmin edici olmayan bir doruk noktaya ulaşıyoruz. Tatmin etmiyor çünkü filmin sonu bundan tamamen bağımsız bir kararla sonuçlanıyor.

I Care a Lot yorum netflix

Her şeye rağmen aksiyon içinde, sessiz ve öfkeli bir dişi aslanı izliyormuşçasına bir gösteri sunuyor bize Rosamund Pike. Gizlice düşmanlarının üzerine yaklaşmasını, kılık değiştirip Roman’ın dibine kadar girmesini ve onu bile neredeyse kölesi haline getirebilmesini saygıyla ve heyecanla izliyoruz.

- Reklam -

Sevginin Yeri: Her Anlamda Bir Partner

Yazarımızın tabiri caizse filmdeki hileleri oldukça yerinde. Bunlardan biri de sevgiyi ve dostluğu birleştirip bunu her anlamda bir partner olan Fran’ın (Eiza González) üstüne yüklemesi. Birçok popüler filmde kendine yerini edinse de bana göre hepsinde çok soğuk bir oyunculuk sergiliyor Eiza. Burada da bir fark yok. Soğuk bir sevgili rolünde. İşinin ve partnerinin her anlamda yanında. Oldukça becerikli ve zeki olması da ona adeta bir ajanın arkasındaki insanmış hissiyatını katıyor. Böylece yazar filmin en önemli destek karakterlerinden ikisini bir kişiye yoğunlaştırmış oluyor. I Care a Lot’ın asıl oyuncusu Rosamund Pike, filmin büyük bir yükünü üstlendiğinden bu iki sorumluluğun altında kalmış Eiza; göze çok az çarparak filmin arka planında kendine yer buluyor.

Güçlü kadın karakterin partnerinin de bir kadın olması bir yandan olumlu olsa da olumsuz sonuçlar da doğurabiliyor. Bunlardan birisi ise filmin ana karakterinin zaten kadın gücü olarak vurguladığı benliğini (ki bu muhteşem) yanındaki partnerine de fırlatıyor. Evet, söylenmek istenen çok güzel bir şey. Ancak iki karakter arasında kalan bir kavram özellikle Pike’ın varlığında diğerinin varlığının anlamsızlığına dönüşüyor. Fran da I Care a Lot boyunca bir film hilesinden başka bir işe yaramıyor. Marla’nın söylediği her şeyi yapıp her zaman arkasında olan bir kişi olarak varlığını sürdürüyor. Bu gariptir ki Marla’nın onu kurtarmasından sonra bile devam ediyor.

I Care a Lot’ın Önemsemedikleri

Yazar-yönetmen J Blakeson’ın bu filmi yaparken aklında olanları anlayabiliyorum. Basite kaçan her Hollywood yönetmeni gibi Blakeson da başarılı olan filmleri inceleyip onlardan teker teker kendi eserine katmış. Atomic Blonde, Gone Girl hatta John Wick gibi örneklerden birer birer en iyi noktaları almaya çalışılmış. Kendini durduramayıp Gone Girl’ün kendisini de cebe attığını söylememiz hiç de yanlış olmaz. Bu “toplama film” yapma fikri kâğıt üzerinde oldukça iyi olsa da sonuçta film yapıyorsunuz. Ve yine bu noktada dikkat etmeniz gereken çok fazla şey var.

I Care a Lot inceleme netflix

Öncelikle J Blakeson’ın kafasındaki “güçlü kadın” tanımına odaklanmak istiyorum. Geçen paragraflarda da bahsettiğim gibi I Care a Lot’ın ikilisi; kadın güçleri, Marla ve Fran. Yine daha önce söylediğim gibi film kadınların erkekler karşısındaki eşitliğine birçok kez vurgu yapıyor. Bu noktada benim beklentim bunun gibi bir filmi bir kadının yönetmesi olurdu. Eminim ki film bu halinden kat kat daha iyi olacak ve özellikle filmin sonu bu anlamsız şekliyle bitmeyecekti. Blakeson’ın kafasındaki formüle göre, güçlü kadın; duygusuz, hırs dolu, ölümcül ve her nedense eşcinsel. Günümüz dünyasına göre her bir karakter özelliği yine filmin kendisi gibi bir toplamadan ibaret. Güçlü kadın herkes olabilir ve Blakeson filmini yaparken bunu açıkça göremiyor.

Odaklanmak istediğim bir diğer şey ise Marla’nın izleyici karşısındaki imajının nasıl olduğu. Az önceki konuya oldukça yakın olduğundan bunu anlatmam çok da zor olmayacaktır. Filmin başından itibaren aslında “kötü” ve “acımasız” bir kötü karakter olan Marla’nın arkasından sürüklenmek zorunda kaldığımız su götürmez bir gerçek. Bunu Pike’ı kullanarak bizi adeta manipüle etmesi ise hiç hoş değil. Tüm bu karakter özellikleri ve kadın gücü gibi kavramların toplamı tehlikeli bir noktada sonlandırılmış.

Son Olarak: Filmin ve Bende Kalan Heyecanının Sonu

Filmin sonuna özellikle bir bölüm ayırmak istedim. Çünkü bu kadar anlamsız bir sonu uzun zamandır bir filmde izlememiştim. Filmin sonunda Pike’ın karakteri Marla ile Dinklage’ın karakteri Roman anlamsız bir birlikteliğe girişiyorlar. Bu tamı tamına filmin son 10-15 dakikasında gerçekleşiyor. Hem de Marla’nın tüm hırsı ve öfkesiyle; tüm dişi aslanlığı ile saldırıya geçmesinin hemen ardından. Roman’ın hastanede yatalak bir halde Marla’nın yasal koruyuculuğuna girdiği an ile aynı an… İzlerken oldukça eğlendiğim ve hiç düşünmeden seyrettiğim film bu noktada beynime sertçe vurarak çalışmasını sağlıyor adeta. Gereksiz olması bir yana, çok da anlamsız. Bu kadar net bir kişiliğe sahip olan Marla’nın karakter gelişiminin ve patlamasının yok sayılması tat kaçırıcı. Hatta filmin başındaki monoloğun bile bu noktada anlamı kalmıyor. Üzücü ve aptalca.

I Care a Lot netflix

Düşünmeden oturup eğlenceli bir Pike filmi izlemek istiyorsanız bu yapım tam size göre. Mutlulukla izleyebilirsiniz. Ancak filmin ve bu sektörün biraz da arkasını düşündüğünüzde, daha eleştirel yaklaştığınızda; I Care A Lot sizi pek de tatmin etmeyebilir.

Siz de yapım hakkındaki yorum ve eleştirilerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da bizimle paylaşabilirsiniz.

Ömer Faruk Avcı

19 yaşında, Eskişehir doğumlu. Hayallerim oldukça sayısal işlerde olsa da edebiyata ve yazarlığa tutku ve sevgiyle bağlı biriyim. Her alanda herkesten bir şeyler öğrenmeyi ve kendime bir şeyler katmayı çok seviyorum. Devam ettirmekte olduğum bir fantastik serim olmakla beraber aklımdan geçen her konuda içerik üretmeyi seviyorum ve bunları paylaşmak için her zaman can atıyorum. Ayrıca tam bir kahve aşığıyım.

1 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Batuhan Batuhan dedi ki:

    Film boyunca bu kadar bütçeyle ve bu denli oyuncularla nasıl bu kadar kötü bir film çekebilmişler diye düşündüm. Absürt derecede kötü bir film. O kadar kötü ki bir yapım ki düşünüyorsunuz nolmuş acaba ya ne işlenmiş bu süreçte merak ediyorsunuz. Bu filmin yapım aşaması belgesel olsa ve başlarından geçen o felakatleri anlatsalar izlenir arkadaşlar. O denli rezil bir yapım olmuş. Kanal D’de gece 2 de yayınlanan köpek balığı konulu filmler bile daha iyi…

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Van Gohg tablosu Montmartre’da Bir Sokak Manzarası

Van Gogh’un 100 Yıldır Gözlerden Uzak Kalan Tablosu Görücüye Çıkıyor: Montmartre’da Bir Sokak Manzarası

Toplumsal Eşitsizlik Orta Çağ İnsanının Kemiklerine İşlemiş

Toplumsal Eşitsizliğin Orta Çağ İnsanının “Kemiklerine İşlediği” Ortaya Çıktı