in ,

Çevirmenin Çemberi: Jane Eyre

Bu kez köşemizde sevilen çevirmen Arzu Altınanıt’ı ağırlıyoruz. Kendisi unutulmaz başyapıt Jane Eyre’ı tekrar Türkçeye kazandırırken yaşadıklarını ve karşılaştığı zorlukları anlatıyor.

jane eyre ust
- Reklam -
- Reklam -

Sevgili Hazal Çamur, Çevirmenin Çemberi için Jane Eyre çevirimle ilgili bir yazı yazmamı istediğinde, “İyi de bu kitap bilimkurgu değil ki,” dedim. O da bana klasiklere de yer verdiklerini ve bu kitabın çeviri aşamasını merak ettiğini söyledi. Ve işte karşınızdayım.

Jane Eyre, İngiliz Edebiyatı’nın en sevdiğim romantik klasiklerinden biri. O yüzden çevirmem istendiğinde büyük bir heyecanla, “Evet,” dedim ve akabinde ben nasıl bir işe kalkıştım duygusuyla boğuşmaya başladım. Daha önce de Herman Melville’in Veranda Öyküleri adlı, içlerinde Kâtip Bartleby’nin de bulunduğu altı adet uzun öyküsünü içeren klasik bir eser çevirmiştim. Kâtip Bartleby dışındaki öykülerinin ilk çevirisiydi bu. Üstelik dili çok daha ağır, betimlemeleri çok daha detaylı ve uzundu. Bir de buna Melville’in gotik romantizmi, absürdizmi, varoluşçuluğu ve alegori sanatı eklenmişti. Yine de korkuyordum, evet tam anlamıyla korkuyordum çünkü elimde 1800’lü yıllarda yazılmış, edebi değeri çok yüksek bir eser vardı ve daha önce birkaç kez dilimize çevrilmişti. Üstelik hakkında tezler yazılmış, derslerde incelenen bir eserdi söz konusu olan. Yani hataya yer olmayan bir işe soyunmuştum. Bu korkum, bu heyecanım çeviri boyunca devam etti.

Çeviri süreci dört ay diye başladı ama tam altı ay sürdü. Günlük çalışmamın çok altında bir hızla çalıştım çünkü her cümle fazlasıyla edebi, fazlasıyla değerliydi. Çevirip geçmek söz konusu bile değildi. Tekrar tekrar okunması, sembollerin kaçırılmaması, en iyisinin yapılması gerekiyordu. Yani sayfalar su gibi akmadı. Hemen hemen her cümle, kelimenin tam anlamıyla saç baş yoldurttu. Sürekli daha iyisi ne olabilir duygusu yaşattı.

- Reklam -

jane eyreNasıl gidiyor?” sorusuna çeviri boyunca aynı cevabı verdim: “Sadomazoşist bir ilişkimiz var.” Tam ifadesi bu, çünkü hem canıma okudu hem de inanılmaz bir keyif verdi. O upuzun cümlelerle, muhteşem betimlemelerle uğraşırken resmen canım acıdı, beynim sulandı ama biten her paragrafta aldığım keyif tarif edilemeyecek kadar güzeldi.

Ama en zoru o upuzun cümleleri bölmeden, anlaşılır ve akıcı bir biçimde ifade etmekti. Bölmek işimi kolaylaştıracak olsa da bu konuda ciddi bir savaş verdim. Aksi Charlotte Brontë’ye yapılmış bir saygısızlık olurdu. Asla aynı tadı vermezdi. Bu yüzden, “Hayır, bölmeyeceğim,” diye diye devam ettim.

Saçımı başımı yolduran ikinci şey artık sözlüklerde var olmayan eski kelimelerin anlamlarını bulma çabaları oldu. İnternette her şey var, diye düşünmeyin sakın. İnanın olmayan şeyler de mevcut. Günümüzde artık var olmayan bazı şeyleri nasıl anlatır ki insan?

Üçüncü zorluk ise göndermeler, alıntılar, sembollerdi. Öncelikle yakalanılması, ardından doğru ifade edilmesi ve okur için anlaşılır olması için çevirmen notu konması gereken yerlerdi bunlar ve sayıları oldukça fazlaydı. Shakeaspeare’den Kutsal Kitap’a, eski krallardan mitolojik karakterlere kadar birçok şeye gönderme vardı ve bunların anlaşılır hale getirilmesi gerekiyordu. Bundan dolayı fazla çevirmen notu kullandım. Çevirmen notu olmaması gerektiğini söyleyen, hatta bunu çevirmenin ‘ben her şeyi biliyorum’ ukalalığı olarak alan bir kesim var ancak ben, açıklık getirilmesi gereken yerlerde bunu görmekten hoşlanan bir okur olduğumdan gerektiğinde kullanılması taraftarıyım. Jane Eyre’de de bu gerekliydi. Çevirmen notu kullanmasaydım Fransızca cümleleri de çevirmek zorunda kalacaktım ki bu, kitabın özünün bozulmasına neden olacaktı. Ayrıca göndermeler için de aynı şeyi yaptım. Şu paragrafta olduğu gibi:

Çoğu pazar akşamı beş, altı küçük kız Eutychus bölümünü sahnelerdi. Uykudan gözlerini zor açık tutan bu kızlar, üçüncü kattan olmasa da dördüncü sıradaki banktan yere kapaklanır ve yarı ölü bir halde tekrar ayağa kaldırılırlardı.  Bunları diriltmenin yolu ise sınıf ortasına sürükleyip vaaz bitene kadar ayakta dikilmeye mecbur etmekti. Bazen bacakları onları taşıyamaz, üst üste yığılırlar ve o zaman gözetmenlerin yüksek taburelerine dayatılıp oturturlardı.

- Reklam -

Burada,  Aziz Paul’ün konuşması sırasında pencere kenarında oturmakta olan Eutychus’un uykuya dalarak üçüncü kattan aşağıya düşüp öldüğü ve Paul’ün aşağıya inip ona sarılarak mucizevi bir biçimde yeniden hayata döndürdüğü belirtilmezse bu paragraf çok havada kalacaktı.

Bu arada bazı yerlerde isimlerin farklı söylendiklerini; Jane’e Janet, Joan ya da Jeannette; Adèle’e Adele diye hitap edildiği göreceksiniz. Bunların yazım hatası olmadığını, orijinalinde bu şekilde olduğunu belirtmek isterim. Bazen Fransızcaya gönderme yapılmış; bazen sevgi, bazen yergi, bazen de cehalet göstergesi olarak bu şekilde kullanılmış.

Kısacası her bir cümle yazıldı, silindi, tekrar yazıldı. Yine içe sinmedi, kalkıldı kahve yapıldı, bir daha bakıldı. Ve nihayet bitti. Ben de bittim ama dünya edebiyatının ilk feminist kitabının çevirmiş olmanın tatmini ve mutluluğu her şeye değer.

Size kitabın Jane’nin umutsuzluğunu dile getirdiği cümlelerle veda ediyorum. Umarım benim çevirirken aldığım keyifle okursunuz.

“Yaz ortasında kış bastırmış, Haziran ayı lapa lapa kar yağan Aralık’a dönmüş, olgunlaşmış elmalar buzla kaplanmış, tomurcuk güller don altında ezilmişti. Yemyeşil çayır ve mısır tarlaları donuk bir örtünün altındaydı âdeta. Dün gece rengârenk çiçeklerle dolu yol, bugün üzerine basılmamış karla kaplıydı. Sadece on iki saat önce tropik bahçelerdeki gibi sallanan yapraklarla dolu güzelim koru, artık soğuk Norveç’in çam ormanları gibi ıssız, vahşi ve beyazdı. Tüm umudum sönmüştü. O gece Mısır’da doğan ilk canlıların uğradığı lanet beni de çarpmıştı.  Daha dün filizlenen, ışıldayan, capcanlı umutlarıma baktım. Hepsi, bir daha asla canlanmayacak soğumuş ve morarmış cesetler gibi çırılçıplak yatıyorlardı.”

Arzu Altınanıt

Ege Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okumaya Lise 1’de karar verdi ve bu kararından asla pişmanlık duymadı. İngilizce Öğretmenliği ve bir İngiliz Yayınevi’nin Eğitim Müdürlüğü’nden sonra emekli olup Bodrum’a yerleşti. Sıkıntıdan yıllar önce bulaştığı ve nefret edip bir daha aklına bile getirmediği kitap çevirisi işine bir tesadüf sonucu geri döndü. Nefret, öyle büyük bir aşka dönüştü ki çeviri mikrobunu kızına da bulaştırdı. O gün bugündür durmadan kitap çeviriyor, blog yazarlığı yapıyor ve uzun süre önce başladığı romanını bitirme hayali kuruyor.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

fables 9 ust

Masallar’ın 9. Cildi Yakında Geliyor!

nightflyers ust

G.R.R. Martin İmzalı “Nightflyers” Dizi Oluyor!