in ,

Doğu Yücel: “Sadece Hikâyeye Kulak Veriyorum ve Onun Götürdüğü Yere Gidiyorum”

Kayıp Rıhtım Kitap Kulübü, Doğu Yücel ile söyleşti! “Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler” başta olmak üzere pek çok konuya değinen kapsamlı bir sohbet sizleri bekliyor.

Doğu Yücel
- Reklam -
- Reklam -

Kayıp Rıhtım Kitap Kulübü soru-cevap etkinlikleri serisinde sıra geldi dördüncü basamağa. Bu sefer değerli kalem Doğu Yücel davetimizi yanıtsız bırakmayarak kulübümüze konuk oldu.

Her zaman olduğu gibi ilk olarak Yücel‘in Can Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı “Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler“i ağırladık ve tartıştık. Ölüm sonrası kendimizi sorguladık, İstanbul’da varoluş savaşı verdik, paranın oyuncağı olduk.

Ardından Kayıp Rıhtım Forum üyeleriyle birlikte yazarın yeni eserine, edebiyata ve yazarlık üzerine düşüncelerine dair merak ettiklerimizi ilettik. Ortaya beğeneceğinizi düşündüğümüz keyifli bir söyleşi çıktı. Etkinliğe katılan tüm Kayıp Rıhtım okurlarına ve Doğu Yücel’e tekrar çok teşekkür ediyoruz.

- Reklam -

Derlediğimiz sohbeti aşağıdan okuyabilirsiniz.

hr

Alacakaranlık Kuşağı’nın (The Twilight Zone) etkisi yazdıklarınızda hissediliyor. Etkilendiniz mi?

Alacakaranlık Kuşağı beni çok etkilemiş bir dizi. Rod Serling hayal gücüyle ve muhalif kişiliğiyle örnek aldığım belli başlı yazarlardan biridir. Gençken edindiğim Öteki Yayınevi’nden çıkan, dizinin önemli bölümlerinin hikâyeleştirilmiş hallerinden derlenen Alacakaranlık Kuşağı halen başucu kitaplarımdan biri. Her yazar etkilendiklerinin ötesinde kendine has bir tarzı da yakalamalıdır. O yüzden doğrudan AK gibi hikâyeler yazmaktansa onlara kendi açımdan bir bakış getirmeye çalışıyorum denebilir.

Dehşete düşürme ve ürkütme gibi dürtüleri uyandırma yoluyla okuru etkilemenin veya düşündürmenin hikâyecilikteki rolü hakkında görüşünüz nedir?

Dehşete düşürme, rahatsız etme gibi dürtüleri okuru uyanık tutmak için kullandığım söylenebilir. Sıradan ilerleyen bir öyküde yaratacağınız şok etkisiyle okurun gözlerini dört açmasına sebep olabilirsiniz, böylece ne kadar rahatsız olsa da öykünün normal seyrine ilgisini kaybetmiş okur tekrar öykünün içine girer. O yüzden dehşet sahneleri benim öykülerimde esas gaye değil, bir geçiş duygusu olarak görülebilir. Ve dehşet sahnelerinin altında da tüm sahnelerde olduğu gibi hikâyeyle bağlantılı bir anlam olmalıdır.

Bir sahneyi hikâyeden çıkardığınız o hikâye bir şey kaybetmiyorsa o sahneden vazgeçmelidir yazar. Son olarak: Aslında tüm bunları en azından öykünün ilk taslağında çok bilinçli yapmadığımı da söylemeliyim. Sadece hikâyeye kulak veriyorum ve onun götürdüğü yere gidiyorum.

Doğu Yücel
Doğu Yücel

Korku edebiyatının edebi ve düşünsel nitelikleri hakkında, görüşleriniz neler?

Korku edebiyatı aslında biraz muhafazakâr bir tür. Yabancılara karşı korku, ötekileştirmek gibi birçok negatif yanını sayabiliriz. Lovecraft’ı çok sevsem de adamın ırkçı yanından rahatsızım mesela. Korku sineması da bir dönem resmen Vatikan’ın hizmetindeydi, Exorcist filmi sayesinde kutsal öğretiler taraftar kazandı. Fakat diğer yandan korku öğeleri hikâyeciye yaratıcılık anlamında çok fazla alan açıyor. Ve artık çağdaş korkuda, Clive Barker gibi yazarlar sayesinde korku sanatının daha derinlikli kullanılabileceğini fark ettik. Ya da sinemada Shyamalan gibi sinemacılar yapıbozumcu bir tavır sergilediler. Village filmi bu açıdan çok anlamlıdır. Bu konu epey çetrefilli, üzerine panel yapılsa sabaha kadar konuşuruz. Şimdilik bu kadar diyeyim.

Düş kavramının hikâyecilik anlayışınız üzerinde etkileri oldu mu?

Gençken hikâyeciliğe merak sardığımda yazarlık üzerine kitaplara bakındım. Şu an epey var ama zamanında birkaç taneydi. Sanırım Lajos Egri’nin Piyes Yazma Sanatı’nda okumuştum, rüya yazmanın yaratıcı kanalları açma konusunda faydalı olabileceği yazıyordu. Bu öneriyi okuduktan sonra yatağımın yanında not defteri ve kalem tutmaya başladım ve gece ilginç bir rüya gördüysem o deftere uyanır uyanmaz bunları yazmaya başladım. Örneğin ilk kitabım Düşler Kâbuslar ve Gelecek Masalları’nın açılış öyküsü Rüya Çocuk’ta yazdığım rüyaların çoğu o dönem gördüğüm ve not aldığım rüyalardır.

Eski öykülerinizi yeni baskıları vesilesiyle gözden geçirdiğiniz oldu. O süreç içerisinde eserinizde değişikliğe gittiğinizde ne gibi yollar izlediniz? Yazar olarak size ne gibi kazanımları oldu?

Tam olarak editör gibi davranmadım, editör gibi davransam daha çok müdahale etmek durumunda kalırdım. O zaman da öykünün ruhunu zedeleyebilirdim. Hangi esere müdahale ettiysem o yaştaki Doğu yanımdaymış gibi düşünerek müdahale ettim. Bir de tam bu noktada söylemeliyim ki, Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam dışında hiçbir kitabıma ben olması gerektiği gibi bir editör desteği almadım. O yüzden bu kitapların yeni versiyonlarında yıllar içinde kazandığım tecrübeler ekseninde biraz editörlük de yapmış olabilirim. Ama dediğim gibi öykünün ruhuna aykırı olacak değişiklikler yapmamaya çalıştım. Hatta bu yüzden Kayıp Rıhtım yazarlarından Bengü Akagül’e de danıştım, çünkü o Düşler Kâbuslar ve Gelecek Masalları’nı çok seviyor, bazı cümlelerde, “Bunu siliyorum, değiştiriyorum ne dersin?” diye sordum mesela. Bazen çok karşı çıktı, bazen o da kabul etti.

Aslında yazmakla ilgili her süreç size yazar olarak katkıda bulunur. Bir röportaj deşifresi gibi eziyetli bir gazeteci hamallığı bile size diyalog yazımında yardımcı olabilir. O yüzden editöryal süreç ya da eski yazdıklarına bakıp onun üstünden geçmek, 10-20 sene önceki yazar kendinle yüzleşmek, elbette bundan sonraki yazarlığını olumlu yönde etkileyecektir.

Kitaba adını da veren Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve İstanbullu öykülerinin biraz arka planını anlatabilir misiniz?

Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam, kendi adımı google’larken aklıma gelen bir öykü. Aslında herkes bunu az ya da çok yapıyor. Ben bir kitap çıkardıktan sonra biraz daha sık yapıyorum galiba. Ama kitabınıza dair yorumları okumanın daha doğru bir yolu da yok, ne yapayım… Neyse bir gün yine sabah erken kalktım, kahvaltımı ettim, ofise doğru yola çıktım, otobüse bindim, indim, hiç kimseye günaydın demeden / hiç kimse bana günaydın demeden masama yürüdüm, bilgisayarımı açıp kendi adımı google’ladım ve “ya şimdi kendi ölüm ilanımla karşılaşsam” diye düşündüm.

dogu yucel can
Doğu Yücel

Sonuçta sabah kalktığımdan itibaren hiç kimseyle en ufak bir irtibatım olmamıştı, belki de 6th Sense’teki Bruce Willis gibi ölüydüm ve farkında değildim! Bu tip öyküleri çok severim bir de, yani “hayaletin ölü olduğunu fark ettiği” öyküler. The Others böyledir. Hatta senaryosunu yazdığım Küçük Kıyamet de böyle bir hikâye. Aslında bu konunun öyküleştirildiği -benim bildiğim en eski örneği en azından- Ambrose Bierce’in Owl Creek Köprüsü’nde Bir Vaka isimli öyküsüdür. Neyse işte, öyle bir fikir geldi aklıma ve buradan güzel, ilginç, anlamlı bir öykü çıkarabileceğimi düşündüm. Sonuçta Google ve internet bireylerin kendi varlıklarını kanıtladığı yerler oldu artık. Yaşadığımızı burada kanıtlıyoruz, öldüğümüzü neden buradan öğrenmeyelim? gibi bir beyin fırtınası ve sonuç bu öykü…

İstanbullu öyküsünün hikâyesi ise Kıbrıs’ta oynadığımız bir futbol turnuvasına dayanıyor. Epeydir Türkiye Yazarlar Milli Takımı olarak dünyada benzer takımlarla maçlar yapıyoruz. Kıbrıs’ta 8 ülkeden 8 takımın katıldığı bir turnuvaya gittik. Gazimağusa’da bir stadyumda maçlar oynanıyordu. Ben tribünde bizden önceki Almanya – Fransa maçını seyrediyordum. Stadın hemen yanında Kıbrıs Savaşı’ndan sonra kapatılan hayalet şehir Kapalı Maraş’ı gördüm. Biliyorsunuz burası iki tarafı ayıran, bir tampon bölgesi olma amacıyla belki de 40 yıldır kapalı. Binalar çökmüş, çatlamış, yosun tutmuş vaziyette. Duvarlarla kapatılmış, duvarların üstünde dikenli teller var. Kimse girmesin diye gözetleme kuleleri var ve nöbetçiler görülüyor orada. Gerçek bir hayalet şehir.

Kısacası: bir yanda bir zamanlar savaşan ülkelerin takımları dostça maçlar yapıyor, hemen yanında yalnız bırakılan bir kentin dramı. Bu görüntüyü gördükten sonra aklıma şu geldi: 2017 yılıydı sanırım, Doğu Paktı mı kuruluyor, Batı buna ne diyecek diye haberler çıkıyordu. Zaten hep bir 3. Dünya Savaşı gerilimi yaşıyoruz. Peki Doğu paktı ve Batı arasında bir savaş çıksa tam ortada hangi şehir var? İstanbul. Peki ya İstanbul tampon bölge olsa ne olur? İşte bu hikâye de böyle bir beyin fırtınasının sonucunda çıktı.

Son kitabınız özelinde kimi öykülerinizde didaktik bir yan dikkat çekiyor. Bu konuda sınırı nasıl çiziyorsunuz, aşırıya kaçmak gibi bir endişeniz oluyor mu?

Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler
Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler, Doğu Yücel

Kesinlikle endişeleniyorum. Çok doğru bir denge tutturmak gerekiyor bu noktada. Didaktik tınlamadan, öğreten adam olmadan hikâyemi anlatmaya çalışıyorum ama evet bazı hikâyelerim, özellikle bu son kitapta biraz didaktik. Örnek olarak Denizler Altında. Ama orada hikâyenin didaktik oluşuyla dalga geçme gibi bir durum da var. Ve o mesajın insanoğlu tarafından unutuluşuna, insanoğlunun yine aşk meşkle ilgili durumundan bahsettiğine tanıklık ediyoruz. Yani bu hikâyedeki didaktik pasajlar yerine beni yazar olarak bu ikilem hoşnut etti.

- Reklam -

Editörüm bu öyküdeki didaktik durumu azaltabilirsin demişti, azaltabilirdim gerçekten. Fakat sonra şunu düşündüm: Beni yazmaya iten şey ne? Evet, ilginç hikâye anlatmak, hayal gücümü göstermek, ne bileyim entelektüel birikimimi saçmak, güzel bir dille hikâye anlatıcılığı yapmak, insanların bir maceraya sürüklemek… Tüm bunlar var.

Ama bir yandan da ben dertli bir yazarım. Etrafımda gördüklerim, beni endişelendiren, kızdıran şeylere itiraz ettiğim için de masaya oturup hikâye yazıyorum. Bu dertlerimi biraz daha öne çıkarmam, eğer hikâye de bunu gerektiriyorsa neden olmasın? Sonuçta Jules Verne öyküleriyle büyüdüm. Jules Verne’in didaktik öyküleri sayesinde çevre bilincine, Wells sayesinde hayvan sevgisine, LeGuin sayesinde kadına şiddet konusunda bilinç sahibi oldum. Benim okurlarımın birçoğu genç, liselerde çok etkinlik yapıyorum. O yüzden yer yer, hikâye de buna izin veriyorsa didaktik olmakta sakınca yok diye düşünüyorum.

Son zamanlarda sizi etkilediğini ve kitabınıza yansıdığını düşündüğünüz müzik, film ve kitaplar var mı?

Mutlaka vardır. Sürekli yeni kitaplardan, filmlerden, müziklerden beslenmeye çalışıyorum, başka türlü yazarlığınızı “taze” ve “zamana uygun” kılamazsınız. 2000’lerde Lost dizisi beni çok etkilemiş olabilir. O anlamda son etkilendiğim dizi Breaking Bad. Mizah olarak Umut Sarıkaya diyebilirim. Bir de Taika Waititi diyebilirim. Yazar olarak Roald Dahl’dan çok etkilendim özellikle bu kitapta Kusursuz Bir Ayrılık gibi hikâyelerde onun izi görülebilir. Film söylemedim. İspanyol korku-gerilim sineması olabilir… Çok var aslında ama şimdilik aklıma bunlar geldi.

Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler kitabınızı takip eden yeni çalışmanız olacak mı? Varsa diğer projelerinizi öğrenebilir miyiz?

Şu sıralar Mitat Karaman’ın devam romanı üzerine kafa yoruyorum. İlk taslağa 2020’nin ilk günlerinde başlayacağım. Şu anki planıma göre Mitat 2’yi Kasım’da yayımlanmak üzere hazırlamayı düşünüyorum. Ama hiç belli olmaz bu işler. İkinci kitabın daha farklı daha “arıza” bir konseptte olmasını istiyorum. İlkinde olduğu gibi yine polisiye öğeler olacak ama bunu korku ve biraz şehir fantazyasıyla buluşturmaya çalışacağım.

Trendeki Yabancı’nın (Can Yayınları’nın öykü aplikasyonu) Ocak 2020 sayısı için “Hayalinizdeki Sevgili %50’ye Varan İndirimlerle” diye yeni bir öykü yazdım. Başka öykü fikirlerim de var. Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler’ın kapağında dikkat edilirse #1 yazıyor. Bu durumda bu kafadaki “tuhaf” öykülerin devamı olan başka bir öykü kitabı da planlıyorum. Umarım tüm bunları önümüzdeki 2-3 senede sizlerle paylaşabilirim.

Doğu Yücel
Doğu Yücel

Son kitabınızdaki öykülerden yola çıkarak yeni uyarlamalar karşımıza gelebilir mi? Özellikle İstanbullu öyküsünü, yerli bir video oyun olarak görsek harika olmaz mıydı?

Ben o öyküyü çizgi roman gibi düşünmüştüm aslında ama sen söyleyince bilgisayar oyunu gibi de canlandı kafamda. Drone’uyla birlikte boş İstanbul sokaklarında takılan bir adam… Neden olmasın? Buradan oyun yapımcılarına sesleniyoruz!

Kimdir Bu Mitat Karaman? romanınızın olası uyarlamalarına dair haberler almıştık. Bizimle paylaşabileceğiniz yeni gelişmeler oldu mu?

Suç Unsuru filminin yönetmeni Süleyman Arda Eminçe’yle filmin senaryosunu yazdık. Bazı sahnelerin storyboard’larını bile yaptık. Birçok iyi oyuncuyla prensipte anlaştık. Sadece para bulamıyoruz. Ama şu an söyleyemediğim bazı umut vadeden gelişmeler oldu.

Edebi bir eserden sinemaya/televizyona/video oyunlara uyarlanan işlerde; kaynak materyale ne ölçüde sadık kalınmasını bekliyorsunuz?

Bence romanların çoğunda serbest davranmakta fayda var. Ama mesela Mitat üzerinden düşünürsek… ben aynı zamanda senarist de olduğum için Mitat’ı bir film yazar gibi yazmıştım. Önce filmlerde olduğu gibi tretman çıkarmıştım. Bu yüzden oldukça sinemaya uyarlanabilir bir yapısı vardır. Fakat romanların çoğunda romancı böyle davranmaz. O yüzden romana sadık kalındığında sıkan, sarkan filmlerle karşılaşırız.

Bence son Doctor Sleep uyarlaması romana sadık kalsa da sadık olduğundan kaybeden bir film. Diğer yandan bir başka Stephen King uyarlamasından düşünürsek Shawshank Redemption Rita Hayworth’u Seven Adam ve Shawsank Redemption novellasının serbest uyarlamasıdır ve mükemmeldir. Ya da aklıma gelen bir başka örnek: Şeytanın Avukatı.

Metal müzikle aranızın çok iyi olduğu biliyoruz. Bununla alakalı biyografi türünde kitap yazmayı düşünüyor musunuz?

Çok isterim ama zaman bulamıyorum. Iron Maiden biyografi kitabı düşünüyordum, kaynaklarım her şeyim hazır ama sıkı bir çalışma lazım bunun için. Bir de bunlardan ayrı olarak Heavy Metal kültürü ve Heavy Metal dinleyicilerini ve müzisyenlerini merkezine alan bir roman projem var.

Yazarken dinlediğiniz sanatçılar var mı?

Yazarken müzik dinlemeden edemiyordum eskiden. Son 5-6 yıldırsa tam tersi oldu, tamamen sessizlik arıyorum. Fakat beni yazarken özellikle besleyen gruplar var, bunları mola verdiğimde dinliyorum. Iron Maiden, Nightwish ve Dio aklıma ilk gelenler.

Okumayı sevdiğiniz yazarlar kimler?

Okumayı sevdiğim yazarlar da çok, bir çırpıda aklıma gelenler: Lovecraft (başucu yazarım diyebilirim), Poe, Douglas Adams, Stephen King, Boris Vian, Dino Buzzati, Calvino, Paul Auster, Bret Easton Ellis, Murakami (bazı kitapları), son yıllarda Umut Sarıkaya.

Doğu Yücel
Doğu Yücel

Hangisini daha çok seviyorsunuz ve neden: Star Wars mu, Star Trek mi?

Star Wars’çuyum ben ama Star Trek’in felsefi altyapısı ve tabii ki Spock karakteri beni çok etkilemiştir. Hep bir Vulcanlı gibi hissetmişimdir. Live long and prosper ‘ı “güç seninle olsun”dan daha çok severim.

Son olarak kitap kulüpleri hakkındaki düşünceleriniz neler?

Kitap kulüplerini çok seviyorum. Hatta en son bir kitap kulübünde söyleşiye gittim ve o kadar keyifli geçti ki kulübe girdim. Şimdi yıllar sonra kulüp ödevi olarak Siddhartha’yı tekrar okuyorum.


Doğu Yücel ile gerçekleştirdiğimiz sohbetin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.


* Kimdir Bu Mitat Karaman?: Mizah Dozu Yüksek Bir Polisiye – Doğu Yücel

Cem Altınışık

1993 yılında Ankara’da doğdu. Çocukluğunun bir kısmını İzmir’de geçirdi ve şu an İstanbul'da yaşamakta. Psikoloji bölümünde eğitim gördü. Edebiyat, sinema, bilgisayar oyunları, müzik ilgisi ve bunları paylaşma sevgisiyle çeşitli kültür-sanat sitelerinde yazdı.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Apple TV+ Richard Plepler

Apple TV+, HBO’nun Önemli İsmiyle Anlaştı

DC Marvel Trans Birey

Marvel Sinematik Evreni, İlk Trans Karakteri için Biraz Daha Bekleyecek