in ,

İstanbul Posta Treni – Bülent Çallı | “Camus ve Orwell Birer Kâhin Değillerdi, Olanı Anlatıyorlardı”

Bülent Çallı, distopik kurgu türündeki “İstanbul Posta Treni” adlı yeni romanının doğuş serüvenini anlatıyor.

İstanbul Posta Treni – Bülent Çallı | Yazarının Kaleminden
- Reklam -
- Reklam -

Bülent Çallı, “bir nevi kişisel bir üçleme” olarak tanımladığı kurgu dünyasının son halkası olan İstanbul Posta Treni’nin ortaya çıkış serüvenini Kayıp Rıhtım okurları için kaleme aldı. Everest Yayınları etiketiyle yayımlanan roman, günümüzden yaklaşık elli yıl sonra; karanlık bir gelecekte geçiyor.


En sonda söyleyeceğimi ilk başta söyleyeyim: İstanbul Posta Treni yaşadığımız pandemi hakkında bir roman değil.

Romanım günümüzden yaklaşık elli yıl sonra sahne almış farazi bir gelecekte geçiyor ve mekânım İstanbul. Romanın zamanından takriben on yıl kadar önce yaşanmış bir “Büyük Savaş” sonrası yönetimi devralan despot bir cunta rejiminin uygulamaları ve son altı yıldır devam eden, adına “BR” dedikleri amansız bir salgın hastalık, romanın sahnesini oluşturuyor.

- Reklam -

Bu sahneye göre, dünyanın her yerindeki büyük şehirler gibi İstanbul da kendi içine kapatılmış, şehre giriş çıkış şiddetle yasak edilmiş. Oradan ayrılmanın ancak resmi istisnalarla ya da 80’li yılların Doğu Berlin’i misali, birtakım yasadışı yollarla gerçekleşebildiği kocaman bir hapishaneye dönüştürülmüş.

Ancak romanım bu vahim sahneyi çizdikten sonra, cunta rejiminin sosyo-politiği ya da bizim yaşadığımızdan çok daha ölümcül o pandeminin tıbbi açmazlarıyla ilgilenmiyor. Daha çok, kanıksanmış gibi görünen bu koşullar altında sıkışmış kimi küçük insanların şehrin içindeki yaşamlarına ve bir noktadan sonra şehirden çıkma mücadelelerine odaklanıyor. Çünkü bana göre distopyalar, ancak böyle olduğunda kurdukları sahneye değil de karakterlere bir işe yararlar, eğer yarayacaklarsa.

İstanbul Posta Treni - Bülent Çallı

İstanbul Posta Treni Blues

Sokaktaki küçük yaşantılara dönüp baktığımız bu anda, romana adını veren İstanbul Posta Treni, bir şehir efsanesi olarak devreye giriyor. Karanlık bir gelecekteki bu İstanbul tasvirine göre insanların şehrin dışında kalan dünya ile iletişimleri, sözüm ona teknik sebeplerle, cunta tarafından kısıtlandığı için insanlar şehir dışındaki tanıdıklarına mektuplar yazıyorlar. Bu mektup trafiği, her gün şehirden çıkan bir posta treninin varlığını canlandırıyor.

Elbette bu resmi bir tren olduğu için sivillerin bu trene erişme şansı yok. Fakat işte, o şehir efsanesine göre şehirde dolaşan ve adına Ringo Baba dedikleri bir adam var ve bu adam -eğer ona ulaşabilirseniz ve bu hiç kolay değil- İstanbul Posta Treni’ne binip İstanbul’dan çıkmanın yollarını biliyor. Romanımın iki ana karakteri olan Burhan ve Oğuz, birbirine taban tabana zıt bu iki karakter, bir yandan İstanbul Posta Treni’ni bir yandan da gizemli bir biçimde kaybolan arkadaşları Elif’i arıyorlar. Romanın mekaniği bu şekilde işlemeye başlıyor.

Ben İstanbul’da büyüdüm ve hayatımın önemli bir kısmını İstanbul’da geçirdim, ama bir süredir Ankara’da yaşıyorum. Ankara şehrini ve burada yaşamayı seviyorum. Bu romanın kökleri beni bile şaşırtacak kadar eskilere dayanıyor olsa da, şu an elimizdeki basılı hâlini pandemi sırasında Ankara’da yazmaya başladım. İstanbul’dan fiziksel olarak çıkmış olsam da düşüncelerimde oradan kopamıyorum. Aklımın içinde ne zaman bir kurgu peydahlansa onu hemen sorgusuz sualsiz İstanbul topraklarında kurmaya meylediyorum. Oysa edebiyatımızda, hem yeni hem de eski örneklerine pek çok kez rastlayabileceğimiz üzere, Ankara hikâyesi olan bir şehir ve bu şehirde de pek çok güzel hikâye kurulmuş, kuruluyor ve kurulabilir. Ben de bunu yapabilmeyi istiyorum, bir gün… Kim bilir, belki de bu manada, bu roman, İstanbul Posta Treni yani, karakterleri için olduğu kadar benim için de bir Exodus’tur.

“İstanbul Posta Treni”nin İlk Taslakları 2001 Yılına Ait

Romanın ilk dört bölümünü, şimdikinden daha basit bir eskiz hâlinde, 2001 yılında yazmıştım. O yıllarda Batı Nil Humması ve Ebola gibi virüsler dünyanın gündemindeydi ve hayatımız için tehdit oluşturuyorlardı. National Geographic dergisi bu konuyla ilgili çok geniş bir dosya yayımlamıştı ve bu dosyada okuduklarım beni yaratıcı bir fikrin peşinden koşturmuştu koşturmasına ama bir yandan da gözümü korkutmuştu. Kurduğumuz hayatların, yaptığımız planların ve sıklıkla şikâyet ettiğimiz o monotonluğun bir günde değişebileceğinin ihtimalini görmüştüm. Takip eden yirmi küsur yıl boyunca o ihtimaller yaşandı da.

- Reklam -

Gezegenin pek çok yerinde, hepimiz, doğal ve doğal olmayan bir sürü “beklenmedik olay”ın; savaşların, iç savaşların, darbelerin, isyanların, toplumsal hareketlerin, pandeminin ve bazen de fazla hızlı gelişen teknolojinin pençesinde bildiğimiz dünyanın değiştiğine tanık olduk. Kafasındaki romanı yazıp bitirmiş ve yayınlatmış bir insanın dinginliği ile geriye dönüp baktığımda dünyanın zaten bundan ibaret olduğunu görüyorum. Her nesil yaşadı bunları ve yaşayacak. Hegel’in de keşfettiği gibi, dünya bu: Kendisinin devimini olan bir çember…

Çünkü dünyayı kuran insan, kendini ve çevresini değişime uğratan bir varlıktır aynı zamanda. İnsanın hakiki varlığı, değişme ve oluşmadır; zaman ve tarihtir. İnsan, kendisine verilmiş olanın olumsuzlayıcı eylemiyle ve mücadeleyle değişip dönüşür ve tarihi oluşturur. Hegel’in yazı yazdığı masayı üreten emeği ve gürültülerini duyduğu Jena Savaşı’nın mücadelesini de içerir. Bu nedenle, Alexendre Kojeve’nin dediği gibi, “Ben neyim?” sorusuna -ki bir roman da yazarı için bu soruyu sıklıkla sorar- cevap verirken, Hegel, bu gürültüler kadar masayı da göz önünde bulundurmak durumundadır. Böylesi bir çemberi düşünerek baktığımızda Veba’yı yazan Camus, 1984’ü kaleme alan Orwell birer kâhin değillerdi. Öngörü bile denemez onların yazdıklarına. Olanı anlatıyorlardı; dışarıdaki savaşı, yazarın masasını ve izini sürdüğümüz çemberi de göz önünde bulundurarak. Benim romanım da o yolda ilerlemeye çalışıyor.

İstanbul Posta Treni - Bülent Çallı

Alegoriye İhtiyaç Duymamak

Madem felsefe bulaştık… Felsefenin biraz geriden geldiği söylenir. Minerva’nın baykuşudur o ve alacakaranlıkta uçar. Sanat ise doğası gereği hemen koşturur ve bu koşturma her zaman iyi sonuçlar vermez. Bunun kötü örneklerini yakın zamanlarda dahi yaşadık, gördük. Biraz da bu yüzden romanımın, örneğin 1984’e sıklıkla ve maalesef haklılıkla yakıştırıldığı üzere, yaşadığımız günlerin bir alegorisi olarak görülmesini istemedim.

Yaşadığımız bu zor günlerin bir alegoriye ihtiyaç duyulmaksızın, kendi başına ve her anlamda zaten “yaşadığımız zor günler” olduğu bilinsin ve okuduğumuz şeyin ise bir roman olduğu unutulmasın diye birtakım yazınsal numaralara başvurdum. İşaretler de denilebilir bunlara ve metnin içinde oldukça bariz bir biçimde okurun karşısına çıkıyorlar. Bütün bunların ışığında romanımda, baskıcı bir yönetimin ya da pandemi koşullarının sadece o distopik temayı oluşturabilmek için kullanıldığını ve ondan sonra romanın derhal karakterlere odaklandığını, sonuna kadar da onların peşinden koştuğunu söyleyebilirim. Şunu da rahatlıkla ekleyebilirim: İstanbul Posta Treni yaşadığımız pandemi hakkında bir roman değildir.

Son olarak, “Her romancı hep aynı romanı yazar aslında,” diyen Kundera’yı da hatırlayarak, bundan önce yayımlanmış iki romanım Simsiyah ve Duman Otel ile bu romanın; kayıp bir kişinin aranması, yangın ve Sarayburnu’nda sandaldan denize bırakılan ceset temaları ile bir birlik içinde birleştiğini, aynı evrene ait olduklarını çağrıştırmaları ve böylece bir nevi kişisel bir üçleme oluşturduklarını yine kişisel bir not olarak eklemek isterim.

Bülent Çallı


İstanbul Posta Treni hakkındaki yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, daha fazla edebiyat içeriği için bizleri Google News’ten takip edebilirsiniz. Sitemizdeki diğer yazar maceralarına ulaşmak için ise buraya tıklayabilirsiniz.

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: [email protected]

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Walt Jr. Dizisi Breaking Bad Vince Gilligan

“Breaking Bad” Yaratıcısı Olası ‘Walt Jr.’ Spin-off Projesi Hakkında Konuştu: “Belki Birkaç Yıl İçinde…”

Arnold Schwarzenegger - Barbar Conan - Akbaba Anısı

Arnold Schwarzenegger, “Conan the Barbarian” Filmi için Ölü Bir Akbabayı Isırmak Zorunda Kaldığını Anlatıyor