Hikâyenin birinci bölümünü okumak için: Witcher: Dönüşü Olmayan Yol | Kısım 1
V
“Üçünü hallettik!” diye böbürlendi Eşik’ten gelen ahalinin kara sakallı lideri ve tırpanını sallayıp duvara dayadı. “Üç tane, Nikola! Kızları tarlalara doğru kovaladılar ve orada, biz… Bir tanesi atlara ulaşıp kaçmayı başardı, orospu çocuğu!”
Gece karanlığında gökyüzüne ufak ışık kıvılcımları yollayan kamp ateşlerinin etrafında çember oluşturan köy ahalisi bağırdı, haykırdı ve silahlarını salladılar. Nikola iki elini yukarı kaldırdı ve gelen haberleri dinleyebilmek için sessizlik istedi.
“Dört tanesi de dün gece atla bizim oraya geldi,” dedi Sap’ın yaşlı ve cılız şerifi. “Her neyse. Birileri seninle anlaştığımı ötmüş olmalı demirci. Kendimi elimde bir yabayla zar zor ahırın tavan arasına attım ve ‘Gelin!’ diye bağırdım. ‘Haydutlar sizi, kim yabanımın tadına bakmak ister?!’ Ahırı ateşe vermeye hazırlanıyorlardı, ki bu benim sonum olurdu, ama halkım durup seyretmeyi reddetti ve hep birlikte üstlerine çullandılar. Atları vardı ve kalabalığı yarmayı başardılar. Birkaçımız öldü fakat birini eyerinden düşürmeyi başardık.”
“Şu an hayatta mı?” dedi Nikola. “Birini canlı yakalayın demiştim.”
“Şey”, dedi sıska adam, bir elini geçiştirircesine salladı. “işte onu beceremedik. Avratlarımız kaynar su hazırlamıştı ve onu ilk önce onlar ele geçirdi…”
“Sap’taki avratların ateşli olduğunu her fırsatta boşa söylemiyorum,” diye mırıldandı demirci, ensesini kaşıyarak. “Peki ya öten kişi?”
“Onu yakaladım,” dedi cılız adam kısaca ve detaya girmeden.
“Güzel. Şimdi millet, beni dinleyin. Düşmanlarımızın nerede olduklarını zaten biliyoruz. Dağ yamacında, çobanların kulübelerinin yanında, kayalığın içinde mağaralar var. Haydutlar o deliklerde saklanıyorlar ve onları orada yakalayacağız. At arabalarını samanla ve çalı çırpıyla yükleyecek, o eşkıyaları tıpkı porsuk gibi deliklerinde dumana boğacağız. Çıkışlarını da barikatlarla kapayacağız ki kaçamasınlar. Bunu buradaki Korin adlı şövalyeye de danıştım. Ve bildiğiniz gibi ben de savaş hakkında birkaç şey bilirim. Anahtar’a yerleşmeden önce, savaş sırasında General Grosim ile birlikte vranlara karşı çarpışmıştım.”
Kalabalıktan bir kez daha savaş çığlıkları yükseldi ama bu sefer önce fısıldamalar hâlinde başlayan, sonra da giderek yükselen endişeli konuşmalar tarafından çabucak bastırıldı. Sonra da sessizlik çöktü.
Nikola’nın arkasındaki Visenna bir adım öne çıkıp demircinin yanında durdu. Kadının boyu demircinin omzuna dahi gelmiyordu. Kalabalık mırıldanmaya başladı.
Nikola tekrar ellerini kaldırdı. “Vakit bu vakittir,” dedi. “Mayena kumandanının bize yardım göndermeyeceğini anladığımda Druid Çemberi’nden yardım istediğimi artık gizlemeyeceğim. Bazılarınızın bakışlarından ne düşündüğünüzü gayet iyi anlayabiliyorum.”
Kalabalık yavaşça daha da sessizleşti ama hâlâ hareketliydiler ve fısıldaşıyorlardı.
“Bu Leydi Visenna,” dedi Nikola yavaşça. “Mayena Çemberi’nden geliyor. Yardım çağrımıza cevap verdi. Anahtarlılar onunla zaten tanıştı; Leydi Visenna oradaki insanlara şifa dağıttı ve güçleriyle insanları sağlığına kavuşturdu. Evet beyler. Kendisi zayıf görünüşlü bir hanımefendi ama engin güçlere sahip. Anlayabileceğimizin çok ötesinde güçleri var ve bu bizi korkutuyor ama savaşımızda bize yardımcı olacak.”
Yorum yapmaktan kaçınan Visenna, kalabalığa yönelik tek bir kelime dahi etmedi ve herhangi bir harekette bulunmadı. Ancak ufak, çilli sahirenin örtülü gücü inanılmazdı. Korin içinin birdenbire nasıl umut ve hevesle dolduğunu, Visenna’nın tacındaki mücevher parladığı sürece onları geçitte bekleyen şeyin, bilinmeyenden kaynaklı korkunun nasıl küçülüp yok olduğunu, önemsizleştiğini hissedince şaşırdı.
“Gördüğünüz üzere,” diye devam etti Nikola, “koşeye karşı yapabileceğimiz bir şeyler var. Yalnız olmayacağız, savunmasız olmayacağız. Ama önce şu haydutlardan kurtulmalıyız artık!”
“Nikola haklı!” dedi Eşik’ten gelen sakallı adam. “Büyüyle veya büyüsüz, kimin umurunda! Haydi ahali! Geçide! Koşeyin haydutlarının işini bitirmeye!”
Kalabalık hep birlikte onaylayıcı bir tonla bağırdı ve kamp ateşinin ışığını yansıtan tırpanlarını, mızraklarını, baltalarını ve yabalarını havaya kaldırdılar.
Korin ormanın kıyısında dikilen insanların arasından süzülüp ateşlerden birinin üzerinde asılı duran kazanın yanında durdu, sonra da bir kâse ile kaşık aldı. Kazanın dibindeki pastırma ve lapa kalıntılarını kazıyıp kâseye koydu. Oturdu, kâseyi kucağında sabitledi, yavaşça yemeye başladı ve sert arpa tanelerini yere tükürdü. Bir süre sonra arkasında birinin varlığını hissetti.
“Otursana Visenna,” dedi ağzı doluyken.
Göz ucuyla, ateşin ışığıyla kan kırmızısına dönen saçları tarafından yüzü yarı yarıya gizlenen kadına bakarken yemeye devam etti. Visenna bakışlarını ateşe dikip sessiz kaldı.
“Baksana Visenna, neden iki baykuş gibi oturuyoruz?” Korin kâseyi yere koydu. “Bu sessizliğe katlanamıyorum, beni üzüyor ve üşütüyor. İçkiyi nereye sakladılar acaba? Bir dakika önce burada ufak bir fıçı duruyordu. Şeytan alsın. Karanlığa baksana, aynı…”
Druid ona doğru döndü. Gözleri tuhaf, yeşil bir parıltıyla parlıyordu. Korin birden sessizleşti.
“Evet. Doğru,” dedi adam bir süre sonra, genzini temizleyerek. “Ben bir haydudum. Bir paralı asker. Bir soyguncu. Bu işe burnumu soktum çünkü savaşmayı seviyorum, kiminle olursa olsun. Jasper taşının, yeşil zümrüdün ve Amell madenlerinden çıkarılan tüm taşların değerini biliyorum. Ganimet istiyorum. Kâr etmek. Yarın bu insanların kaçının hayatlarını kaybedeceğini umursamıyorum. Başka ne bilmek istiyorsun? O yılan derisinin altına gizlediğin parıltılı şeyi kullanmana gerek yok, her şeyi kendim söylerim. Bir şey saklamaya niyetim yok. Haklısın, ne sana ne de senin asil görevine yakışıyorum. Hepsi bu kadar. İyi geceler. Uyumaya gidiyorum.”
Dediklerine rağmen ayağa kalkmadı. Sadece bir çıra alıp yanan ateşe ekledi.
“Korin,” dedi Visenna sessizce.
“Evet?”
“Gitme.”
Korin kafasını eğdi. Tutuşan huş odunundan mavi ateşler çıktı. Kadına baktı ama tuhaf ve parlak gözlerinin yoğunluğuna katlanamıyordu. Kafasını ateşe doğru çevirdi.
“Kendine çok yüklenme,” dedi Visenna, pelerinine sarılarak. “Doğal olmayanların başkalarına korku saçması oldukça normaldir. Ve tiksinme.”
“Visenna…”
“Sözümü kesme. Evet Korin, insanların bize ihtiyacı var, müteşekkirler, çoğu zaman gerçekten öyle hissediyorlar ama aynı zamanda da bizden tiksiniyorlar, korkuyorlar, gözlerimizin içine bakamıyorlar, arkamızdan yere tükürüyorlar. Senin gibi daha zekileri ise daha az dürüst oluyorlar. Sen de farklı değilsin Korin. Benimle bir ateşin başında oturmayı hak etmediklerini düşünen çok kişiyle tanıştım. Ama… normal insanların yardımına ihtiyaç duyanlar aslında bizleriz. Veya onların refakatine.”
Korin sessiz kaldı.
“Biliyorum ki,” diye devam etti Visenna, “eğer kancalı bir burnum ve kemerime kadar uzanan gri bir sakalım olsaydı senin için daha kolay olurdu. Böylece insanların benden iğrenmesi seni bu kadar şaşırtmazdı. Evet Korin, iğrenme. Alnımda taşıdığım bu parlak şey bir kalseduan. Büyülü güçlerimin büyük bir kısmını ona borçluyum. Haklısın, kalseduan sayesinde belirgin düşünceleri okuyabiliyorum. Seninkiler de oldukça açık. Bana bu yeteneğimden memnun muyum diye sorma. Ben bir sahireyim, bir cadı ama aynı zamanda da bir kadımın. Yanına geldim çünkü seninle yatmak istiyordum.”
“Visenna…”
“Hayır. Artık istemiyorum. Artık olmaz.”
Sessizce oturdular. Ormanın derinliklerinde bir dalın üzerinde duran renkli kuş korku hissetti. Ormanda baykuşlar vardı.
“Biraz abarttın sanki,” dedi Korin sonunda. “İğrenme diyerek yani. Ama itiraf etmeliyim ki bende bir çeşit… rahatsızlık uyandırıyorsun. Kavşaktaki o sahneyi izlememe izin vermemeliydin. O cesetle olanı.”
“Korin,” dedi sahire sakince. “Kılıcını demircinin önündeki vranın boğazına sapladığında neredeyse atımın yelesine kusuyordum. Ama uzmanlık alanlarımızı arkada bırakalım. Hiçbir sonuca varamayacağımız bu tartışmayı burada bitirelim.”
“Bitirmeliyiz de.”
Sahire pelerinine daha da sıkı sarıldı. Adam ateşe birkaç kozalak attı.
“Korin?”
“Evet?”
“Keşke yarın kaç kişinin hayatını kaybedeceğine karşı bu kadar umursamaz olmasaydın. Bu insanların ve… başkalarının. Senin yardımına güveniyorum.”
“Sana yardım edeceğim.”
“Hepsi bu değil. Daha geçitle ilgili şu mesele var. Klamat geçidini açmam lazım.”
Korin elindeki dalın tutuşan ucuyla öteki kamp ateşlerinin etrafında uyuyan veya sessizce birbirleriyle konuşan insanları gösterdi. “Şanlı ordumuz sayesinde bu bir sorun olmasa gerek.”
“Ordumuz ben kafalarını büyüyle bulandırmayı kestiğim anda eve kaçacaktır.” Visenna hüzünle gülümsedi. “Ama zihinlerini bulandırmayı bırakacağım. Hiçbirinin anlayamadıkları bir dava uğruna ölmesine göz yumamam. Koşey onların değil, Çember’in problemi. Geçide tek başına gitmeliyim.”
“Hayır. Yalnız gitmiyorsun,” dedi Korin. “Birlikte gideceğiz. Çocukluğumdan beri ne zaman kaçmam ve ne zaman biraz daha kalmam gerektiğini çok önceden kestirebilmişimdir. Yılların pratiğiyle birlikte bu yeteneğimi geliştirdim ve işte bu yüzden insanlar beni çok cesur sanırlar. Benimle ilgili düşüncelerini zedelemek istemiyorum. Aklımı büyüyle bulandırmana gerek yok. Öncelikle şu koşeyin nasıl göründüğüne bir bakalım. Bu arada, sence bu koşey de neyin nesi?”
Visenna kafasını eğdi. “Korkarım,” fısıldadı, “o ölümün ta kendisi.”
VI
Haydutlar mağaralarda hazırlıksız yakalanmalarına izin vermediler. Eyerlerinin üzerinde, gözlerini ormandan gelen silahlanmış köylülere dikmiş bir vaziyette dimdik duruyor ve hareketsiz bekliyorlardı. Pelerinlerini dalgalandıran rüzgâr onları kuyruğunu ve tüylerini dikmiş, tehdit ve korku salan şahinlere benzetiyordu.
“On sekiz,” dedi Korin üzengisinde doğrularak. “Hepsi binekli. Altı tane başka at. Bir de at arabası. Nikola!”
Demirci bölüğünün düzenini hızlıca değiştirdi. Mızraklı ve kargılılar silahlarının arkasını toprağa oturtturarak çalılıkların köşesinde dizlerinin üzerine eğildiler. Okçular ise ağaçların arkasına konuşlandılar. Geri kalanlar çalılıkların içine çekildi.
Atlılardan biri onlara doğru geldi. Bineğini durdurdu, elini kafasının üzerinde kaldırdı ve bir şeyler söyledi.
“Bir aldatmaca,” diye mırıldandı Nikola. “Bu orospu çocuklarını tanırım ben.”
“Emin olmalıyız,” dedi Korin, eyerinden aşağı atlarken. “Hadi gel.”
İkili yavaşça atlıya doğru yürüdü. Korin bir süre sonra Visenna’nın da onları takip ettiğini fark etti.
Atlı, bir bobolaktı.
“Kısa keseceğim,” dedi bineğinden inmeden. Suratını kaplayan kürkünün yarı yarıya gizlediği ufak gözleri parıldadı. “Burada gördüğünüz grubun mevcut lideri benim. Dokuz bobolak, beş insan, üç vran ve bir elf. Geri kalanlarımız öldü. Bir anlaşmazlık yaşadık. Planlarıyla bizi buraya getiren eski liderimiz şuradaki mağarada bağlanmış yatıyor. Onunla ne istiyorsanız yapın. Biz buradan çıkıp gitmek istiyoruz.”
“Gerçekten de kısa kestin,” diye homurdandı Nikola. “Siz çekip gitmek istiyorsunuz. Biz de bağırsaklarınızı deşmek istiyoruz. Buna ne diyeceksin?”
Bobolak sivri dişlerini gösterdi ve eyerin üstündeki küçük vücudu gerildi. “Size taviz verecek kadar sizden korktuğumuzu mu düşünüyorsun gerçekten? Sizden, ağaç kabuğundan pabuçlar giyen bir grup korkaktan? Eğer çok ısrar ederseniz işkembelerinizi biçip geçeriz. Bu bizim işimiz, köylü. Bir risk aldığımızın farkındayım. Birkaçımız ölsek bile diğerlerimiz kurtulacaktır. Hayat böyledir zaten.”
“At arabası kurtulmaz ama,” dedi Korin kuvvetle. “Hayat böyledir zaten.”
“Biz ona da hazırız.”
“Arabada ne var?”
Bobolak sağ omzunun üstünden tükürdü. “Mağarada kalanların yirmide biri. Söylemiş olayım, arabayı arkada bırakmamızı isterseniz kabul etmeyeceğiz. Eğer bu işten kârsız çıkacaksak en azından savaşmadan çıkmamayı yeğleriz. Eee, kararınız nedir? Eğer savaşacaksak bunu güneş yakmaya başlamadan yapmayı tercih ederim.”
“Cesursun,” dedi Nikola.
“Bütün ailem gibi.”
“Eğer silahlarınızı bırakırsanız gitmenize izin veririz.”
Bobolak değişiklik olsun diye bu sefer de sol omzunun üstünden tükürdü.
“Hayatta olmaz,” diye hırladı sertçe.
Korin güldü. “Demek seni endişelendiren bu. Silahlarınız olmadan çöpsünüz!”
“Peki silahların olmadan sen nesin?” diye duygusuzca sordu ufak tefek yaratık. “Bir prens mi? Senin ne olduğunu görebiliyorum. Beni kör mü sandın?”
“Silahlarınızla geçmenize izin verirsek yarın geri gelebilirsiniz,” dedi Nikola. “Mağarada kalanları geri almak için mesela. Daha fazla kâr elde etmek için.”
Bobolak dişlerini gösterdi. “Bu da bir seçenekti. Ama kısa bir münakaşadan sonra vazgeçtik.”
“Doğru karar,” dedi Visenna birden, Korin’in arkasından çıkıp öne geçti ve atlıya yaklaşıp durdu. “Vazgeçmeniz doğru bir karardı Kehl.”
Korin rüzgârın ansızın şiddetlenip kayaların ve çimenlerin arasında uluduğunu ve havanın soğuduğunu hissetti.
Visenna yabancı, metalik bir sesle devam etti. “Buraya geri dönmeye çalışan her biriniz ölecek. Bunu görüyor ve sizi şimdiden uyarıyorum. Buradan uzaklara sürün atlarınızı hemen. Şimdi. Geri dönen herkes ölecek, bu da kehanetim olsun.”
Bobolak öne eğildi ve atının boynunun üstünden sahireye baktı. Bobolak genç değildi ve kürkü kül rengini andıran bir beyazlıktaydı.
“Sen misin? Ben de öyle düşünmüştüm. Seni sapasağlam gör… neyse. Buraya geri dönmeyi düşünmediğimizi söyledim zaten. Fregenal’a kâr için katılmıştık. O iş bitti. Artık hem Çember hem de civardaki tüm köylüler tepemize biniyor. Fregenal ise kalkmış, dünya hâkimiyetinden bahsediyor. O heriften ve geçitteki yaratıktan çoktan bıktık.” Dizginlerini çekip atını çevirdi. “Bunları ne diye anlatıyorsam? Gidiyoruz. Elveda.”
Kimse cevap vermedi. Bobolak duraksadı, ormanın kıyısına doğru baktı, sonra da gözlerini hareketsiz binicilerine kaydırdı. Eyerinin üstünde tekrar öne eğildi ve Visenna’nın gözlerinin içine baktı. “Sana karşı düzenlenen saldırıya karşı çıkmıştım,” dedi. “Şimdi ise haklı olduğumu görebiliyorum. Eğer sana koşeyin öldüğünü söylersem yine de geçide gideceksindir, değil mi?”
“Doğrudur.”
Kehl sırtını doğrultu, atına bir şeyler söyledi ve adamlarına doğru dörtnala koştu. Atlılar hemen at arabasının etrafında bir konvoy oluşturdular ve yola doğru ilerlediler. Nikola çoktan adamlarının yanına gitmiş, onlarla konuşuyor, kan ve intikam isteyen Eşik’ten gelen sakallı adamı ve diğerlerini sakinleştiriyordu. Atlılar yavaşça, dosdoğru karşıya bakarak, sakin ve soğuk bir küçümseme edasıyla yanlarından geçtiler. Sadece Kehl yanlarından geçerken bir elini kaldırıp onlara veda etti; tüm bu süre zarfında Visenna’yı garip bir surat ifadesiyle izliyordu. Sonra birdenbire atını mahmuzlayıp konvoyun başına geçti ve ağaçların arasında gözden kayboldu.
VII
İlk cesedi mağaraların girişinde buldular. Ezilmiş ve yulaf çuvallarıyla çalı çırpının arasına atılmıştı. Yolun ikiye ayrıldığı noktada iki ölü daha vardı; birinin kafası bir gürz veya baltanın arkasından aldığı darbe nedeniyle neredeyse tamamen ezilmişti, diğeriyse aldığı yaralardan çıkan pıhtılaşmış kanlarla kaplıydı. Hepsi insandı.
Visenna alnındaki saç bandını çıkarttı. Tacın içinden meşalelerin yaydığından daha parlak bir ışık çıkıp mağaranın iç kısımlarını aydınlattı. Yol daha büyük bir mağaraya çıktı. Korin alçak bir ıslık çaldı. Duvar diplerinde sandıklar, çuvallar, variller, koşum takımları, yün yumakları, silahlar ve erzaklar bulunuyordu. Sandıkların birkaçı parçalanıp açılmıştı ve içleri boştu. Diğerleriyse dolu. Korin yanlarından geçerlerken içlerinde jasper, koyu kırık yeşim taşı parçaları, kantaşı, opal, krizopras ve bilmediği pek çok başka değerli cevherler olduğunu gördü. Taş zeminde dağılmış duran dağsıçanı, vaşak, tilki ve porsuk kürklerinin üzerinde altın, gümüş ve bakır paralar parıldıyordu.
Visenna bir an bile duraksamadan daha ıssız, küçük ve karanlık bir oyuğa girdi. Korin peşinden gitti.
“Buradayım,” dedi yerdeki paçavraların ve kürklerin üzerinde yatan, karanlık ve belirsiz siluet.
Yaklaştılar. Bağlı adam bodur, kel ve şişmandı. Suratının yarısını büyük bir şişlik kaplamıştı.
Visenna tacına dokundu ve kalseduan bir anlığına biraz daha parıldadı.
“Ona gerek yok,” dedi bağlı adam. “Seni tanıyorum. İsmini unuttum. Alnındakinin ne olduğunu da biliyorum. Ona gerek yok dedim. Bana uyurken saldırdılar, yüzüğümü aldılar ve asamı kırdılar. Güçsüz kaldım.”
“Fregenal,” dedi Visenna. “Değişmişsin.”
“Visenna,” diye mırıldandı şişman adam. “Hatırladım. Bir erkek olacağını düşünmüştüm. Bu yüzden de Manissa’yı yollamıştım. O bir erkekle baş edebilirdi.”
“Edemedi,” diye böbürlendi Korin, etrafa bakarken. “Yine de ölünün arkasından konuşmak olmaz. Elinden geleni yaptı.”
“Çok yazık.”
Visenna mağarada etrafa bakındı, bir köşeye doğru emin adımlarla ilerledi, çizmesinin ucuyla bir taşı ters çevirdi ve altından çıkan deliğin içindeki deriye sarılı kil keseyi eline aldı. Altın orağıyla iplerini kesti ve içinden bir parşömen tomarı çıkardı.
Fregenal onu düşmanca seyretti. “Bak, bak,” dedi, nefretle titreyen bir sesle. “Ne yetenek ama! Bir ödülü hak ediyorsun. Gizlenmiş şeyleri bulabiliyorsun. Başka ne yapabiliyorsun? Öküz bağırsaklarından kutsama yapabiliyor musun? Bir düvenin mide gazını iyileştirebiliyor musun?”
Visenna onu dikkate almayarak parşömen sayfalarını karıştırdı.
“İlginç,” dedi bir süre sonra. “On bir yıl önce, sen Çember’den atıldığında bazı yasaklı kitapların malum sayfaları ortadan kaybolmuştu. Şimdi dipnotlarla, yorumlarla zenginleştirilmiş bir halde bulunmuş olmaları çok hoş oldu. Bak, bak… Alzur’un çifte haçını kullanmış olman cesurca. Onun başına gelenleri unutmuş olamazsın herhalde? Denilenlere göre Alzur’un yaratıklarından bazıları hâlâ yeryüzünde geziyor. Buna Maribor’un yarısını yok edip Alzur’u öldürerek ormanlara kaçan viy de dâhil.” Parşömenlerin birkaç sayfasını katladı ve ceketinin kabarık kolundaki cebin içine koydu. Diğer sayfaları açtı.
“Aha!” dedi, kaş çatarak. “Hafifçe değiştirilmiş bir ağaç kökü formülü. Burada da bir üçgen içinde üçgen; bir dizi mutasyon sürecine etki edip vücut kütlesinde büyük bir artışa neden olabilecek bir metot. Peki, senin yaratığının kaynak rolünü ne üstlendi Fregenal? Görünüşe göre sıradan bir örümcek. Bir şey eksik gibi Fregenal. Umarım neden bahsettiğimi anlamışsındır?”
“Fark etmene sevindim.” Büyücü sırıttı. “Sıradan bir örümcek demek? O sıradan örümcek geçitten aşağı indiği anda tüm dünya sessizliğe bürünecek. Tabii bir süreliğine. Sonra tüm dünya çığlık atmaya başlayacak.
“Tabii, tabii. Buradaki eksik büyüleri nereye sakladın?”
“Hiçbir yere. Yanlış ellere düşmelerini istemedim. Özellikle de senin ellerine. Tüm Çember’in o büyülerin verebileceği güçlerin hayalini kurduklarını çok iyi biliyorum ama bu hiç gerçekleşmeyecek. Bir koşeyin yarısı kadar bile korkunç bir şey yaratabilecek beceriye ulaşamayacaksınız.”
“Görünüşe göre kafana bir darbe almışsın Fregenal,” dedi Visenna sakince. “Sanırım bu yüzden henüz aklını başına toplayamamışsın. Yaratmaktan kim bahsetti? Senin şu yaratığın yok edilmeli, dünyadan silinmeli. Bir bağlayıcı büyünün basit bir tersine çevrimiyle, bir ayna etkisiyle. Bağlayıcı büyü asana ayarlanmıştı tabii ki, bu yüzden büyü tekrardan benim kalseduanıma ayarlanmalı.”
“Çok fazla ‘-malı, -meli’ var,” diye hırıldadı şişman adam. “Burada kıyamet gününe kadar oturup -malı, -meli’leri düşünebilirsin, kıvrak zekâlı hanımefendim benim. Sana bağlayıcı büyüyü vereceğim gibi aptalca bir fikre nereden kapıldın? Benden hiçbir şey alamayacaksın, ne hayattayken ne de öldüğümde. Bir engelleyicim var. Bana öyle bakma, yoksa kafandaki o taş alnını yakar. Acele et de çöz beni, uzuvlarım tutuldu bile.”
“İstersen uzuvlarına birkaç tekme atabilirim,” dedi Korin gülümseyerek. “Böylece kan dolaşımın hızlanır. Durumu tam kavrayamadın sanırım, kel domuz seni. Köylüler her an buraya gelebilirler. Hani senin tehdit ettiğin şu köylüler. Seni atlarıyla parçalara bölerler. Hiç böyle bir şey seyretme fırsatın oldu mu? Önce kollar bedenden ayrılır.”
Fregenal boynunu gerdi, gözlerini iyice açtı ve Korin’in çizmelerine tükürmeye çalıştı. Ama bulunduğu pozisyonda bunu başarması güçtü ve sadece kendi çenesine tükürebildi.
“İşte,” homurdandı. “İşte bu, tehditlerine cevabımdır! Hiçbir şey yapmayacaksın! Kendini bir şey sanıyorsun serseri seni! Boyundan büyük işlere karıştın! Visenna’ya sor bakalım, neden buradaymış! Visenna! Aydınlat şunu, görünüşe göre seni ezilenlerin koruyucusu, halkın savaşçısı falan sanıyor! Ama tüm bunlar para için seni gerzek! Çok fazla para için!”
Visenna sessiz kaldı. Fregenal bağlarını gıcırdatarak doğruldu ve bacaklarıyla dizlerini bükerek kadına doğru döndü.
“Doğru değil mi?” diye bağırdı. “Çember seni kuruyan altın musluğunuzu tekrar açman için göndermedi mi? Çember jasper ve yeşim taşı madenciliğinden kâr elde etmiyor mu? Tüccarlardan ve kervanlardan koşeyime karşı hiçbir işe yaramayan koruyucu tılsımlar için vergi almıyorlar mı?!”
Visenna cevap vermedi. Hatta bağlı adama bakmadı bile. Gözleri Korin’in üzerindeydi.
“Aha!” diye bağırdı büyücü. “İnkâr bile etmiyorsun! Bu çok şey ifade eder. Zamanında bunu sadece yaşlılar bilirdi ve senin gibi yeni yetmeler Çember’in tek amacının kötülükle savaşmak olduğuna inandırılırdı. Ama bu beni şaşırtmadı çünkü dünya değişiyor ve insanlar büyü ile büyücüler olmadan yaşayabileceklerinin farkına varmaya başlıyorlar. Daha farkına bile varmadan işsiz kalacak ve hayatınızı hırsızlıkla sürdürmeye çalışacaksınız. Sizin kâr etmekten başka hiçbir amacınız yok. İşte bu yüzden bağlarımı şimdi çözeceksin. Beni öldürmeyecek veya öldürtmeyeceksin çünkü bu Çember için bir kayıp olur. Ve Çember seni affetmez, bu çok açık.”
“Öyle değil,” dedi Visenna soğukça, kollarını göğsünde kavuşturarak. “Anlıyorsun ya Fregenal, benim gibi yeni yetmeler maddiyata pek önem vermezler. Çember kâr etmiş etmemiş, dağılmış dağılmamış bana ne? Bir damızlığın bağırsaklarını ya da senin gibi bunakların iktidarsızlığını iyileştirerek de yaşayabilirim. Ancak bunun bir önemi yok. Asıl önemli olan hayatta kalmak istemen, o nedenle artık ötmeye başla. Herkes hayatta kalmak ister. İşte bu yüzden bana bağlayıcı büyüyü vereceksin. Hemen. Sonra da koşeyi bulmama ve onu yok etmeme yardım edeceksin. Eğer etmezsen… işte o zaman sanırım ormanda bir yürüyüşe çıkarım. Sonrasında da Çember’e nefret dolu köylülerin gözümden kaçtığını söylerim.”
Büyücü dişlerini gıcırdattı. “Her zaman kurnazdın zaten. Mayena’da bile. Özellikle erkeklerle olan ilişkilerinde. Daha on dört yaşındaydın ama herkes senin ne kadar…”
“Kes Fregenal,” diye adamın lafını böldü druid. “Söylediklerin bana tesir etmiyor. Onu da öyle. O benim sevgilim değil. Teklifimi kabul ettiğini söyle ve saçmalamayı kes. Sonuçta kabul ettin!”
Fregenal gözlerini yuvarladı ve kafasını çevirdi. “Tabii ki,” diye hırıldadı. “Beni aptal mı sandın? Herkes hayatta kalmak ister.”
VIII
Fregenal durup elinin tersiyle alnında biriken terleri sildi. “Şu kayalıkların arkasında bir dağ geçidi başlıyor. Orası eski haritalarda Duran-Orit, yani Fare Oluğu diye geçer. Burası ise Klamat kapısı. Atlarımızı burada bırakmamız gerek. At sırtındayken fark edilmeden geçme şansımız yok.”
“Nikola,” dedi Visenna atından inerken. “Akşama kadar bekle, ama akşamı geçirme. Eğer geri dönmezsem hiçbir şekilde geçide girme. Evine dön. Anladın mı Nikola?”
Demirci kafasını sallayarak onayladı. Yanında sadece dört köylü kalmıştı. Ekibin geri kalanı mayıs karı misali yolda eriyip gitmişti.
“Anlıyorum hanımım,” diye mırıldandı adam, Fregenal’a yan yan bakarak. “Yine de bu şerefsize güvendiğinize şaşırıyorum. Bence köylüler haklıydı. Bunun kafasını koparmalıydık. Şu domuz gözlüye de bakın hele hanımım, bakışlarında ihanet var.”
Visenna cevap vermedi. Bir eliyle gözlerini güneşten koruyarak dağa doğru, geçide baktı.
“Önden buyur Fregenal,” diye emretti Korin, kemerini sıkarken.
Yola koyuldular.
Yarım saatlik yürüyüşün ardından ters dönmüş, parçalara ayrılmış bir araba gördüler. Sonra bir tane daha. At iskeletleri. Bir insan iskeleti. Bir tane daha. Üçüncü. Dördüncü. Bir yığın. Kırık, ezik büzük kemikler.
“Seni orospu çocuğu,” dedi Korin sessizce, bakışlarını göz yuvalarından ısırgan otları çıkan bir kuru kafaya dikerek. “Bunlar tüccarlar, değil mi? Beni seni gebertmekten geri tutan şey ne gerçekten bilemiyorum.”
“Bir anlaşma yaptık,” diye atladı hemen Fregenal. “Bir anlaşma. Sana her şeyi anlattım Visenna. Size yardım ediyorum. Sizi yönlendiriyorum. Bir anlaşmamız var!”
Korin tükürdü. Visenna solgun bir yüzle ona baktı, sonra da büyücüye döndü.
“Evet, bir anlaşmamız var,” diye onayladı kadın. “Bize koşeyi bulmamıza ve yok etmemize yardım edeceksin, sonra da çekip gideceksin. Ölümün burada yatanları geri getirmeyecektir.”
“Yok etmekmiş… Visenna, seni yine uyarıyor ve tekrarlıyorum: bayılt, felç et, büyüleri biliyorsun. Ama onu yok etme. O bir servet değerinde. Her zaman…”
“Kes Fregenal. Bunu çoktan konuştuk. Devam et.”
İskeletlere çarpmamaya dikkat ederek yürümeye devam ettiler.
“Visenna,” dedi Fregenal bir süre sonra, nefes nefese. “Riskin farkında mısın? Bu bir oyun değil. Ayna etkisinin iki yöne de gidebileceğini biliyorsun. Eğer tersine çevirim işe yaramazsa bittik demektir. Koşeyin neler yapabileceğini yakından görmüşlüğüm oldu.”
Visenna durdu. “Bahane yok,” dedi. “Beni kim sandın sen? Tersine çevirim çalışacaktır, tabii eğer…”
“Eğer bizi kandırmaya kalkmazsan,” diye ekledi Korin, nefretten detone olmuş bir sesle. “Şayet öyle bir işe kalkarsan… Canavarın neler yapabileceğini gördüğünü söyledin. Peki, benim neler yapabileceğimi biliyor musun? Bir adamı tek kulak, tek yanak ve yarım bir çeneyle bırakacak bir hamle biliyorum. Bunun sonucunda hayatta kalınabilir ancak bir daha asla flüt çalınamaz.”
“Visenna şu katili sakinleştir,” diye kekeledi Fregenal, rengi belirgin bir şekilde atarak. “Sana yalan söyleyemeyeceğimi ve söylersem fark edebileceğini açıkla şu barbara…”
“Çok konuşma Fregenal. Bize yolu göster yeter.”
Yolun biraz daha aşağısında sonraki arabayı gördüler. Sonra da iskeletleri. Çimenlerin üzerinde düzensizce dağılmış, birbirlerine girmiş göğüs kafeslerinin beyazlıkları göze çarpıyordu. Kaval kemikleri yığının içinden çıkmıştı, kuru kafalar ürkütücü bir şekilde sırıtıyorlardı. Korin sessizdi ve terli eliyle kılıcının kabzasını kavramıştı.
“Dikkatli olun,” dedi Fregenal, nefes nefese. “Yaklaştık. Sessizce yürüyün.”
“Ne kadar mesafeden tepki gösterebilir? Fregenal, sana diyorum.”
“Ben size işaret vereceğim.”
Ürkünç, ezik çalılıklarla, oyuklarla ve kaya yıkıntılarıyla kaplı dağ geçidi duvarına bakarak devam ettiler.
“Visenna? Hissetmeye başladın mı?”
“Evet, ama belirsizce. Ne kadar kaldı Fregenal?”
“Size işaret vereceğim. Size yardım edemeyecek olmam çok kötü. Asam ve yüzüğüm olmadan bir şey yapamam. Tabii şey dışında…”
“Ne dışında?”
“Bunun!”
Şişman adam kendisinden beklenmedik bir hızla yerden sivri uçlu bir taş aldı ve Visenna’nın kafasının arkasına vurdu. Druid gıkı bile çıkmadan yüz üstü yere düştü. Korin kılıcını savurdu ama büyücü inanılmaz derecede çevikti. Fregenal dört ayak üstüne çöküp kılıçtan sakındı, adamın ayaklarına doğru yuvarlandı ve hâlâ elinde tuttuğu taşla onun dizine vurdu. Korin inleyip yere düştü; acı bir anlığına nefesini kesti ve bir bulantı dalgası karnından kafasına hücum etti. Fregenal kedi gibi sıçrayıp ayağa kalktı ve tekrar vurmaya hazırlandı.
Renkli kuş bir mermi gibi atılıp büyücünün suratına çarptı. Fregenal geri sıçrayıp kollarını savurdu ve taşı düşürdü. Dirseklerinin üzerinde doğrulmuş olan Korin tekrar kılıcını savurdu ama sadece şişman adamın saçından bir tel kesebildi; Fregenal hareketinin ivmesiyle arkasını döndü ve bağırıp kahkahalar atarak geçide doğru koşturdu. Korin ayağa kalkıp adama yetişmeye çalıştı fakat bu çabası yüzünden gözüne bir perde indi. Adamın arkasından ağır küfürler ederek yeniden yere devrildi.
Fregenal güvenli bir mesafede durup arkasına baktı. “Seni inatçı cadı!” diye bağırdı adam. “Seni kızıl kafalı bok çuvalı! Fregenal’dan daha zeki mi sandın kendini? Merhametle beni bağışlayacakmış! Sen koşeyi öldürürken sakince oturup izleyeceğimi mi sandın?”
Hâlâ yerde olan Korin sızlayan ağrısını gidermek için dizini ovdu. Visenna hareketsiz yatıyordu.
“İşte geliyor!” Fregenal bağırdı. “Bakın! Bakın ve şenlenin çünkü koşeyim her an gelip gözlerinizi yuvalarından çıkaracaktır. Hah! Geldi bile!”
Korin etrafa bakındı. Kayalık yığınlarının arasından, yaklaşık yüz adım ileride duran hantal ve eğik örümcek bacakları gördü. Hemen ardından altı metre boyunda, tabak gibi düz, pas renginde, kaba ve dikenli sarmaşıklarla kaplı bir gövde kaya birikintilerinden kendisini iterek geçti.
Bunun bir rüya olduğunu düşündü Korin. Bir kâbus. Uyan. Çığlık at ve uyan. Bağır. Bağır. Bağır.
Dizinin acısını unuttu ve Visenna’nın yanına koşup onu hareketsiz omuzlarından kavradı. Druidin saçından akan kırmızı kan boynuna ulaşmıştı bile.
“Visenna…” dedi korkudan düğümlenmiş boğazını zorlayarak. “Visenna…”
Fregenal geçidin duvarlarından yankılanan, delice bir kahkaha patlattı. Gülüşü elinde bir baltayla aceleyle yaklaşan Nikola’nın ayak seslerini bastırdı. Fregenal onu çok geç fark etti. Balta kalçasının biraz yukarısına, bel boşluğuna saplandı. Büyücü acıyla bağırarak yere yığıldı ve balta demircinin ellerinden sökülüverdi. Nikola bir ayağıyla adamın sırtına basarak baltayı çekip çıkardı ve bir darbe daha indirdi. Fregenal’ın kafası taş yığınlarına doğru yuvarlandı ve parçalanmış araba tekerliğinin altında yatan diğer kuru kafalara katıldı.
Korin topallayıp, taşlara takıla takıla Visenna’yı çekiştiriyordu; kadının vücudu gevşek ve yumuşaktı. Nikola onlara doğru sıçradı, kadını tuttu ve sanki hiçbir şeymiş gibi omzuna atıp koşmaya başladı. Korin artık yükünden kurtulmuş olsa bile ona yetişemedi. Omzunun üstünden geriye baktı. Koşey eklemleri çatırdayarak yaklaşıyordu; uzanan kıskaçları kaba çimenlerin ve dağılmış kayaların arasından geçiyordu.
“Nikola!” diye seslendi Korin, çaresizce.
Demirci arkasına baktı, Visenna’yı yere bıraktı, Korin’e koştu, onu destekledi ve birlikte koştular. Koşey sivri kıskaçlarını kaldırarak hızlandı.
“Başaramayacağız,” dedi Nikola nefes nefese, arkasına bakarak. “Ondan kaçamayacağız…”
Yerde yatan Visenna’ya ulaştılar.
“Kan kaybından ölecek,” diye inledi Nikola.
Korin kendini toparladı. Visenna’nın kemerindeki keseyi koparıp aldı, içindekileri yere döktü ve diğer malzemelerle ilgilenmeden rünlerle kaplı, pas rengi-çilek kırmızısı kantaşını kadının kızıla boyanmış saçlarına sürmeye başlayıp yaraya bastırdı. Kan anında durdu.
“Korin!” diye bağırdı Nikola.
Koşey artık iyice yaklaşmıştı. Dev örümcek ön bacaklarını öne doğru uzattı ve dişli kıskaçları açıldı. Nikola sarmaşıkların üzerinde hareket eden gözler ve onun altında da gıcırdayan, orak şeklinde bir çene gördü. İleriye eğilen koşey ritmik bir ses ile tısladı: “Tsss, tsss, tsss…”
“Korin!”
Korin tepki göstermedi ve kantaşını yaradan çekmeden bir şeyler fısıldadı. Nikola ona doğru atıldı, adamı kolundan yakaladı, onu Visenna’dan uzaklaştırdı ve kadını kollarına aldı. Tekrar koştular. Tıslamayı bir an bile kesmeyen koşey kıskaçları kaldırdı, kitin gövdesini kaya boyunca sürttü ve arkalarından kovaladı. Nikola hiç şanslarının olmadığını fark etti.
Geçitten deri zırhlı bir atlı onlara doğru süratle yaklaştı; kılıcını zincir miğferinin üzerine kaldırmıştı. Kıllı suratındaki küçük gözler parıldadı ve sivri dişleri belirdi.
Kehl bir savaş narasıyla koşeye çullandı. Ancak o daha canavara ulaşamadan önce korkunç kıskaçlar kapandı ve atı dişli kıskaçlarıyla yakaladı. Bobolak eyerden düşüp yere yapıştı.
Koşey hiç zorlanmadan atı kıskaçlarıyla kaldırdı ve vücudunun önünden çıkan sivri bir kazıkla atı şişledi. Orak şeklindeki çeneleri sertçe kapandı, atın kanı kayalar üzerine saçıldı ve biçilen karnından düşen buharlı bağırsaklar kayaların üzerine yapıştı.
Nikola fırlayıp bobolağı ayağa kaldırdı ama Kehl onu itti, kılıcını kaldırdı, atın ölüm çığlıklarını bastıran bir nara attı ve koşeye saldırdı. Bir maymun çevikliğiyle dev örümceğin kemikli, kalın ön uzuvlarının altından sıyrıldı ve kılıcını sarmaşıkların üstündeki göze tüm gücüyle sapladı. Koşey tısladı, atı bıraktı, sivri dişli kıskaçlarını savurarak Kehl’e vurdu ve onu bir yana fırlatıp yere yapıştırdı. Kehl taşlara sert çarpıp kılıcını düşürdü. Koşey yarım bir dönüş yaptı, kıskaçlarını uzattı ve onu yakaladı. Bobolağın ufak silueti havada asılı kaldı.
Nikola öfkeyle bağırdı, iki büyük adımla canavara ulaştı ve baltasıyla kitin kabuğuna vurdu. Korin Visenna’yı bıraktı, ikinci kez düşünmeden diğer taraftan saldırıya katıldı ve kılıcını iki eliyle tutarak kabuk ve bacak arasındaki boşluğa sapladı. Göğsünü kabzaya dayadı ve balçağa takılana kadar kılıcını soktu. Nikola inleyip tekrar vurdu, kabuk kırıldı ve kokuşmuş yeşil bir sıvı baloncuklar çıkararak aktı. Koşey tekrar tısladı, bobolağı bıraktı ve kıskaçlarını kaldırdı. Korin eğilip kılıcını tüm gücüyle geri çekti ama silah saplandığı yerden çıkmadı.
“Nikola!” diye bağırdı. “Geri çekil!”
İkisi de akıllıca bir hamle yaparak farklı yönlere doğru çekildiler. Koşey kararsız kaldı, karnını kayalara sürttü, sonra da başı önüne düşmüş vaziyette dört ayak üzerinde duran, ayağa kalkmaya çalışan Visenna’ya yöneldi. Renkli kuş kadının biraz üstünde kanatlarını çırpıp bağırdı, bağırdı ve bağırdı…
Koşey artık iyice yaklaşmıştı.
Nikola ve Korin kadını korumak için aynı anda ileri atılıp canavarın önünde durdular.
“Visenna!”
“Hanımım!”
Koşey duraksamadan kıskaçlarını kaldırdı.
“Çekilin önümden!” Visenna dizlerinin üzerinde durmuş, ellerini havaya kaldırmıştı. “Korin! Çekil önümden!”
İkisi de geçidin duvarlarına yapıştı.
“Henenaa fireaaoth kerelanth!” diye bağırdı sahire yankılanan bir sesle ve kollarını koşeye doğru uzattı. Nikola görünmez bir şeyin kadından yaratığa doğru ilerlediğini fark etti. Çimenler yere yapıştı ve ufak taşlar giderek hızlanan büyük bir kürenin ağırlığıyla etrafa saçıldı. Visenna’nın avuçlarından kör edici ışık huzmeleri fışkırdı, koşeye çarptı ve kabuğunu alevden bir ağ gibi sardı. Yer sağır edici bir gürültüyle sarsıldı. Koşey patladı, her tarafa yeşil bir vücut sıvısı, kitin, bacak ve bağırsak sıçradı; hepsi yağmur gibi üzerlerine yağıp kayalara ve çalılıklara sıçradı. Nikola tek dizinin üzerine çöküp ellerini kafasına siper etti.
Derken her şey sessizleşti. Canavarın az önce durduğu yerde dumanlar çıkan, siyah bir krater oluşmuştu; içi yeşil bir sıvı ve tanınmayacak hâldeki, iğrenç parçacıklarla doluydu.
Korin suratındaki yeşil noktaları temizledi ve Visenna’nın kalkmasına yardım etti. Kadın titredi.
Nikola Kehl’in yanına çömeldi. Bobolağın gözleri açıktı. At derisi zırhı parçalara ayrılmıştı; altında omzundan ve göğüs kafesinden geri kalanlar görünüyordu. Demirci bir şeyler söylemek istedi ama yapamadı. Visenna’ya destek olan Korin yanına geldi. Bobolak kafasını onlara çevirdi. Korin onun omzunu gördü ve güçlükle yutkundu.
“Ah, prens,” dedi Kehl, yumuşak ve sakince. “Haklıydın… Silahlarım olmadan bir hiçim. Hele kolum olmadan? Boktan bir durumdayım, ha?”
Bobolağın sakinliği Korin’i korkunç yaralardan gözüken kırık kemiklerden daha çok rahatsız etti. Yaratığın yaşıyor olması inanılır gibi değildi.
“Visenna,” diye fısıldadı Korin ve umutla sahireye baktı.
“Yapabileceğim hiçbir şey yok Korin,” dedi kadın, titreyen bir sesle. “Metabolizması bir insanlarınkinden çok daha farklı… Nikola… Ona dokunma.
“Geri geldin bobolak,” diye fısıldadı Nikola. “Neden?”
“Çünkü metabolizmam bir insanınkinden… çok farklı,” dedi Kehl. Sesi gururluydu ama güçlükle konuşuyordu. Ağzından kan dökülmeye başladı ve kül rengi kürkünde iz bıraktı. Kafasını döndürdü ve Visenna’nın gözlerinin içine baktı.
“Eh, kızıl saçlı cadı! Kehanetin doğruymuş ama onu senin bizzat gerçekleştirmen gerekecek.”
“Hayır!” diye inledi Visenna.
“Evet,” dedi Kehl. “ Yapmalısın. Bana yardım et. Vakit geldi.”
“Visenna,” diye korkuyla iç çekti Korin. “Bunu yapmak istediğini söyleme…”
“Gidin!” diye bağırdı druid, bir hıçkırığı güçlükle bastırarak. “Gidin, ikiniz de!”
Nikola bakışlarını çevirdi ve Korin’i kolundan çekti. Adam onu takip etti. Sadece Visenna’nın bobolağın yanında diz çöküp alnını okşadığını ve yanaklarına dokunduğunu gördü. Kehl seğirdi, titremeye başladı, gerildi ve hareketsiz kaldı.
Visenna ağladı.
IX
Visenna’nın omzundaki renkli kuş sıska kafasını kaldırdı ve cansız, yuvarlak gözlerini sahireye dikti. Atı tahrip olmuş kır yolu boyunca ilerliyordu. Gökyüzü kobalt mavisiydi ve hava açıktı.
“Ciğk ciiğk cik,” dedi renki kuş.
“Olabilir,” diye hemfikir oldu Visenna. “Ama olay bu değil. Anlamıyorsun. Kimseyi suçlamıyorum. Bütün bunları senden değil de Fregenal’dan öğrenmiş olmam beni üzüyor. Bu gerçek. Ama seni yıllardır tanıyorum ve çok konuşkan olmadığını biliyorum. Sanırım sana direkt olarak sorsaydım buna cevap verirdin.”
“Cik, Ciğik?”
“Elbette. Bir süreliğine. Ama aramızdaki işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorsun. Koca bir sır, her şey sır. Her şey bir ölçüte kadar geliyor. Ödeyebileceğini bildiğim ve bana ücret öneren bir kişiyi iyileştirip parasını almaktan çekinmem. Bazı hizmetlerin fiyatlarının oldukça fazla olduğunu biliyorum, hem de iyi nedenlerden ötürü. Her şey gittikçe daha pahalı oluyor, kendi başımızın çaresine bakmamız lazım. Ama olay bu değil.”
“Ciiiiiğk.” Kuş minik ayaklarından birini indirip ötekinin üstünde durdu. “Korriiin.”
“Zekisin.” Visenna ekşi ekşi gülümsedi ve gagasıyla yanağını okşayabilmesi için kuşa doğru uzandı. “Beni endişelendiren de bu zaten. Bana nasıl baktığını gördüm. Sadece bir cadı değil, aynı zamanda da açgözlü bir dolandırıcı olduğumu düşünüyordur.”
“Ciiğk cik cik cik ciğğiğk?”
Visenna kafasını çevirdi. “Eh, o kadar da değil,” diye mırıldandı, göz kırparak. “Bildiğin üzere küçük bir kız değilim, o kadar çabuk kapılmam bunlara. Yine de kabul etmem gerekir ki… Çok uzun zamandır amaçsızca geziniyorum, yalnız… Ama bu seni ilgilendirmez, kapa gaganı.”
Kuş sessiz kaldı ve tüylerini kabarttı. Artık ormana iyice yaklaşmışlardı; yol ağaçların dalları altında kayboldu.
“Dinle,” dedi Visenna bir süre sonra. “Gelecek hakkında ne düşünüyorsun? İnsanların bize ihtiyacının kalmayacağı doğru mudur sence? En basit şeyler, şifa işleri konusunda? Mesela bitkisel tedavi gibi bazı konularda geliştiler ama ileride boğmacayı, lohusalık hummasını, tetanosu da iyileştirebileceklerini düşünüyor musun?”
“Ciiğk ciiğk.”
“Bu da bir çıkarımdır sanırım. Teorik olarak bu atın bile her an sohbete katılması mümkündür. O da zekice bir şeyler ekleyebilir. Peki ya kanser? Büyü olmadan kanserle baş edebilecekler mi?”
“Crrrk!”
“Bence de.”
Soğuk ve nem kokan ormana girdiler. Sığ bir akıntıyı geçtiler. Visenna atını ufak bir tepeye kadar sürdü, sonra diğer taraftan üzengiye kadar uzanan süpürge çalılıklara geri indi. Otlarla kaplı, kumlu yolu tekrar buldu. Bu yolu biliyordu, daha iki gün önce buradan geçmişti, ancak o zaman şu an geldiği yöne doğru yol alıyordu.
“Bence,” diye devam etti, “ufak bir değişiklik iyi olurdu. Köreliyoruz ve geleneklere çok sık ve eleştirmeden bağlı kalıyoruz. Eğer geri dönersem…”
“Ciik,” diye sözünü kesti renkli kuş.
“Ne?”
“Ciik.”
“Ne demeye çalışıyorsun? Neden olmazmış?”
“Crrrrk.”
“Ne ibaresi? Ne direği?”
Kuş omzundan havalandı, ileri uçtu ve çalılıklarda kayboldu.
Korin kavşaktaki direğe sırtını yaslamış oturuyor ve cüretkar bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Visenna eyerinden atladı ve adama yaklaştı. Kendisini istemeden gülümserken yakaladı; tebessümü her zaman takındığı bilge gülümsemesinden çok daha farklıydı.
“Visenna,” dedi Korin. “İtiraf et, zihnimi büyüyle mi bulandırıyorsun? Çünkü bu karşılaşmamız hiç de doğal olmayan bir neşe verdi bana. Kendiliğinden geliverdi, aman tahtaya vur. Büyü olsa gerek diye düşündüm.”
“Beni bekliyordun.”
“Çok zekisin. Sabah uyandım ve gittiğini fark ettim. Ne kadar da kibar, diye düşündüm, beni anlamsız bir veda için uyandırmamış. Vedalaşmasak da olur zaten. Bugünlerde kim selamlaşıp vedalaşıyor ki zaten? Batıl bir inançtan, bir alışkanlıktan ötesi değil, öyle değil mi? Sonra arkamı döndüm ve biraz daha uyudum. Kahvaltıdan sonra sana sıra dışı bir önem arz eden bir şey söylemem gerektiğini hatırladım. Sonrasında atıma atladım ve kestirmelerden buraya geldim.”
“Peki, bana ne söylemen gerekiyor?” dedi Visenna, dün gece rüyasında gördüğü mavi gözlerin içine bakarak ona doğru yaklaştı.
Korin geniş bir gülümsemeyle dişlerini gösterdi. “Biraz hassas bir konu,” dedi. “Birkaç kelimeyle özet geçilemez. Şimdi başlasam gün batımına kadar bitmez.”
“Hemen başla o zaman.”
“İşte sorun da o. Nasıl başlayacağımı bilmiyorum.”
“Efendi Korin söyleyecek kelime bulamıyor.” Visenna kafasını iki yana salladı, hâlâ gülümsüyordu. “Beklenmedik bir olay. O zaman şöyle diyelim, en baştan başla.”
“Fena fikir değil,” dedi Korin alaycı bir ciddiyetle. “Anlarsın ya Visenna, çok uzun bir zamandır…”
“…amaçsızca ormanlarda ve kırda yalnız geziyorum,” diye cümlesini tamamladı sahire ve kollarını adamın boynuna sardı.
Tepelerindeki bir dala konmuş olan renkli kuş, kanatlarını çırptı, gerdi ve kafasını geri kaldırdı.
“Ciiğk ciik ciiiiik,” dedi.
Visenna dudaklarını Korin’in dudaklarından çekti ve kuşa bakıp göz kırptı. “Haklıymışsın,” diye cevap verdi. “Burası gerçekten de dönüşü olmayan bir yol. Uç, onlara de ki…”
Duraksadı, düşünceyi savarcasına kafasını salladı.
“Onlara hiçbir şey deme.”
– SON –
© Andrzej Sapkowski 2000
© Kayıp Rıhtım 2019
Çeviri
MURAT KAYHAN
Düzelti
M. İHSAN TATARİ
Çevirmenin Notu:
Çeviride kaynak olarak metnin orijinal dili Lehçeden Almancaya yapılan resmî çeviriyi alıp İngilizceye çeviren Tina B. adlı kişinin hayran çevirisini kullandım. Bu diller arasındaki çevirilerde kaybolabilecek anlamları en aza indirebilmek için resmî Almanca çevirisinden de zaman zaman yararlandım.
Çeviriyi yaparken özel isimleri olabildiğince Türkçeleştirmeye çalıştım. Örneğin orijinal metinde ‘Klucz’ diye geçen ve anlamı Lehçede “anahtar” olan yer ismini aynı resmî Almanca ve resmî olmayan İngilizce çevirisindeki gibi isimden çok anlamını vermek amaçlı “Anahtar” diye çevirdim. Bunun dışında orijinal metinde “Mikula” olan resmî Almanca’da “Niklas” ve resmî olmayan İngilizce metinde “Nicholas” olan ismi Türkçeye çevirirken popüler kültürde Noel Baba olarak tanıdığımız Aziz Nikola’nın ismini hem orijinal yakınlığından hem de Türkçeleştirmeyi uygun gördüğümden kullanmayı tercih ettim.
İngilizcesindeki “Koshchey” ismini ise Rus halk kültüründeki koşey adlı canavardan esinlendiğini düşünüp “koşey” olarak çevirdim. İngilizcesinde ve Almancasında “Vij” diye çevrilmiş canavarın ismini ise Ukrayna halk kültüründeki “Viy” adlı karakterden esinlenildiğini düşünüp öyle çevirdim.
Saygılarımla,
Murat Kayhan
Forum üzerinden yorum yapıp sohbete katılmak için tıkla!