in ,

Yaşayan Mitoloji II: Dilde Yaşayan Mitoloji – Mitoloji Dizisi #6

Mitoloji yazı dizimizin altıncı ve final bölümü “Yaşayan Mitoloji II: Dilde Yaşayan Mitoloji” sizlerle.

Mitoloji Dizisi: Dilde Yaşayan Mitoloji
- Reklam -
- Reklam -

Esen olsun.

Geçen bölümde dini ritüeller ve motiflerde hala yaşayan mitolojik kalıntılara değinmiştim. Bu bölümde, deyimlerde, sözcüklerde yaşayan mitolojik kalıntılara değineceğim. Gordion Düğümü, Aşil Tendonu, Truva Atı, Kaos gibi çok meşhur örneklere değinmeyeceğim.

İlk olarak, çeşitli yazılarımda da değinmiş olduğum bir sözcükle başlayayım: Hell, yani cehennem.

- Reklam -

Eski İskandinavların gözünde cehennem büyük bir çukurdu. (Hint-avrupalılar için cehennem büyük, karanlık bir çukurdu. Homeros’ta da böyle anlatılır, başka mitolojilerde de) Hel, cehennem tanrıçası, bu çukurun efendisiydi.

Şimdi ilginç bir bilgi vereyim. Proto-cermen ve İskandinav anlayışına göre cehennem “büyük bir delik”, “herkesin gittiği yer”, “her şeyi yutan karanlık” idi. Hell kelimesi de, eski İngilizcede ve Proto-cermencede, eski İskandinav ağızlarında, Hell, Höll, Hölle, Hel gibi telaffuz edilmiştir. Bir de “çukur, delik” ne demek İngilizcede, ona bakın: “Hole” “Alayı, hepsi” ne demek? “Whole”. Cehennem? “Hölle”, “Höll”, “Hell”.

Aralarındaki telaffuz benzerliği bir rastlantı değil, aynı kökten türemiş olmalarındandır. Hatta tümü manasında “all”, toplanma yeri manasında “hall” da aynı köktendir. Ve bütün bu anlamca farklı kelimeleri linguistik açıdan birbirine bağlayan, Hint-avrupalıların cehennem anlayışıdır.

Bu vesileyle Wardruna’nın muhteşem şarkısı Helvegen’i anıp, meşhur bir sözcüğe, “panik”e geçelim.


pan and daphnisPan, meşhur Yunan mitolojik figürü, keçi ayaklı çoban tanrı. (İlginçtir, bizim köyde yaşlıca bir çobanın lakabı “Pan” idi, “Pan Ahmet” derlerdi.) Pan, kaval çalar ve yolcuların, çobanların karşısına aniden çıkarak onları korkuturdu.

Bu yüzden Yunanlılar, aniden korku bastırmasına, özellikle ıssız yerlerde insanın üzerine çöken korkuya, panikós dediler. Bugün “paniklemek” ya da “panik atak” gibi sözcüklerde yaşayan pan, hala metafizik korkunun derinlerinde kavalını çalıyor.


Peki, Ay tutulması?

Ay neden “kararmaz”, “ölmez” ya da “kaybolmaz” da, “tutulur”?

Eski Türklerin dini inancı, her nesneye bir ruh atfediyordu. Bazı kötü ruhlar, aya kastediyorlardı. Ay karardığında, kötü ruhların, Ay’ı “tutsak” ettiğine inanılıyordu: Bu yüzden, ay karardığında, “ay tutuldu” diyoruz, iyi ruhlar ve kötü ruhlar arasındaki savaşta, Ay’ın temsili ruhunun tutsak düştüğünü kastediyoruz.

Eski İskandinavlar da, Ay ve Güneş tutulmasını kötü ruhlarla, Fenrir’le (kurt tanrı) ilişkilendirir. Ay ve Güneş karardığında, kötücül ruhları korkutmak için çığlık atar, davul çalarlardı.


Ay demişken, “Ay Dede”yi unutmak olmaz. Çoğumuz aşinayızdır bu “Ay Dede” deyimine, küçükken ben de duyar, neden “dede” dediğimizi anlamazdım.

Eski Türklerde Ay Ata ya da Ay Dede, Ay’ın ruhunun ismiydi. O yüzden Ay’a, “Ay ata” diye hitap etmek yaygındı. Bugün hala, çocuklara anlatılan masallarda ya da çocuklarla yapılan sohbetlerde Ay, dede diye anılıyor.


Evren?

Hem “kâinat” manasına gelir (Divan-ı Lügat-it Türk’e göre), hem “büyük yılan, ejderha”.

Etimolojik olarak mutlaka “evirmek”, “evrilmek” yani “dönmek”, “çevrilmek” gibi anlamlarla ilişkisi vardır ki, Arapça “felek” de böyledir. Hem kâinat, hem de “çark” manasına gelir.

Peki yılan?

İskandinav mitolojisinde evreni ya da Midgard’ı (orta dünya) sarmalayan yılan vardır, kendi kuyruğunu ağzında tutar, bir nevi “döngü”yü simgeler. (Jormungand) Türkçede evren kelimesinin hem kâinat, hem büyük yılan anlamına gelmesi ilginç.

Jormungand
Jormungand

Arapça felek ile anlamsal benzerliğine gelince, bu bir etkileşimden kaynaklanmaz. “Benzer şartlarda benzer evrim gerçekleşir,” prensibinden hareketle diyebiliriz ki, yıldızların yıllık döngülerini, gök cisimlerinin yıl içinde gökte çizdiği rotaları gözlemleyen insanlar, birbirlerinden bağımsız olarak gökyüzü ve kâinata dönmek motifiyle ilişkilendirilen adlar vermişlerdir.

Bu vesileyle Therion’dan Midgard şarkısını yâd edelim.


Seren

Günümüz gemilerinde gönder manasında kullanılsa da, eski gemicilik terimlerine göre geminin ana yelken direğidir.

Kanımca ana direğe bu ismin verilmiş olmasının kökeninde, Yunan mitolojisi vardır.

- Reklam -

Siren yunan mitolojisi

Odysseus’un sirenler (deniz kızları) ile macerası malumdur. Sirenlerin şarkılarına kapılan mürettebat suya atlarken, kendisini geminin ana yelken direğine bağlayan Odysseus, sirenlerin karşı konulmaz şarkılarına karşı koyabilmiştir. O direğin isminin buradan geldiğine inanıyorum. Alarm anlamında “siren” de bununla alakalıdır.


Başını vermeyen şehit… Meşhur Ömer Seyfettin öyküsü.

Kesik başını taşımaya devam eden aziz figürü Hristiyan dünyasında çok yaygındır; özellikle şehitlikle ilişkilidir. Bu motife cephalophore denir ki, kimi araştırmacılar bu kültün arkasında Kelt kültürünün olduğu fikrindedirler. Zira Keltlerde kelle avcılığı, kesik kafaya kutsallık atfedilmesi gibi durumlar yaygındır. Ki, kafaları kesildikten sonra düşmanın kelle koleksiyonuna katmasını engellemek için kesik başlarını geri alan ve kesik başlarını taşıyan Kelt kahramanlarına dair mitolojik hikâyelerin izi “sir gawain and the green knight” hikâyesinde bile görülebilir; değişim ve evrimle oraya kadar taşınmıştır; Hristiyan azizlerine dair hikâyeleri de saymak gerekir tabii.

Ömer Seyfettin büyük ihtimalle okuduğu batı yazınının etkisinde kalarak yazdı bu eserini. Gerçi, bizde “kelle koltukta savaşmak” deyimi eski bir deyim ve zannetmiyorum ki batıdan geçmiş olsun. İskitler ve çeşitli Orta Asya kavimlerinde “düşmanın kafatasından içki içmek” âdetinin yaygın olduğunu tarih kaydediyor. Bu açıdan, batı etkisinde kalmadan da yazmış olabilir. Eğer bu “ölen adamın kesik başını eline alması” sahnesi bizde de yaygınsa ve sonradan aldığımız bir kültür öğesi değil de tamamıyla kendimize ait olan bir şeyse, Druidizm ve Şamanizm arasındaki benzerliklere ek olarak, Kelt kültürü ile Türk kültürü arasındaki benzerlikler arasında sayılabilir.


Üç Harfliler, “Dağda Gezen” vs. (Sözcük Tabusu)

Şamanizm’e dair araştırmalar yaparken en çok ilgimi çeken şey, sözcük tabusu.

Sözcük tabusu, belli bir sözcüğün anılmaması durumu. Genellikle kutsallıkla ilişkilidir.

Eski Türkçede kurda, “börü” denirdi. Ancak eski “şaman” geleneklerde, animist anlayış mevcut olduğu için her nesnenin bir ruhu, bir ıssı vs. vardır. Ad anıldığında, o ruhu ya da gücünü çağırmış olursunuz (invoke). O yüzden Türkler, bu kutsal ve korkulan hayvanın adını anmaktan imtina etmişler, onun yerine “kurt” demeyi tercih etmişlerdir ki kurt, elma kurdu gibi, zararsız, solucan nevi bir hayvandır. Bu hayvanın ruhunun zararsız olduğu düşünülmüştür. (Hatta kurt da fazla yaygınlaşınca, adı anılmamaya başlamış, “canavar” (Farsça “canaver” yani “canlı”) kullanılmıştır.)

Yine, Anadolu’nun çoğu yerinde “cin” yerine “üç harfli”, “iyi saatte olsunlar” gibi, doğrudan adını anmaktan kaçınıcı tabirler kullanılır, sebebi budur. “Dağda gezen”, İç Anadolu’da “domuz” sözcüğü yerine kullanıldığına sık sık şahit olduğum söz öbeği. “Domuz tabusu”nun göstergelerindedir. (O halde, “domuz”, sebebi, arkasında yatan süreç farklı ve tuhaf olmakla birlikte, çağımızda Türk kültürünün kutsallarından biridir tespiti yapıp keh keh gülebiliriz. Ben gülüyorum en azından.)

Bu sözcük tabusu örneklerini çoğaltmak mümkün, örneğin ism-i azam.

Direkt olarak İsrailiyattır. İbrani gelenekte, seslilerin nasıl okunacağına dair imler olmaksızın yazılan “yhwh” adı, yahve ya da yehova olarak söylenir ama gerçekte ne olduğu bilinmez. Zaten tanrının adının anılması çoğu zaman yasaktır, tabudur. İbraniler bunun yerine “haşem” derler, “isim”.

(İbrani geleneğinde aynı zamanda etkilerini Hurufilikte de gördüğümüz “sesin yaratma kudreti” motifi baskındır. Bu yüzden özellikle saklanır yhwh’nin doğru okunuşu, bir nevi sadece yüksek din görevlilerine açılan ve atadan döle sadece sözlü olarak aktarılan, yazmak zaruri olunca yhwh ile ikame edilen isimdir. Zira tanrının adı, yaratıcı kudretin mübariz olduğu ilk dışavurum olduğu için, ismin gerçek telaffuzunun bilinmesi, sözün “ilahi” kudretinin hak etmeyen insanlarca kullanılmasına sebep olacaktır, inanca göre.

İsm-i azam inanışı, İslam’daki İbrani izlerinden bir diğeridir.)

Son olarak Abdulkadir İnan, bazı bölgelerde Altaylı kadınların kayınbabalarının vs. isimlerini anmasının yasak olduğunu belirtiyor. Gerçekte ne kadar uygulanmıştır bilmiyorum ama Jabaghi Baj’a göre bir Çerkes ailesinde gelin kaynana, kayınbaba ve kayınbiraderlerinin adını söyleyemez imiş, bu da sözcük tabusuna bir örnektir. Gelinler kayınbabaya “pşı” yani prens, kaynanaya “guaşe” yani prenses-kraliçe, kayınbiraderine ise “pşıkoy” yani “prenszade” demeliymiş.


Şimdilik bu kadar. Bir “etimoloji risalesi” hazırlıyorum, hatta deneme versiyonunu (50 kadar sözcük içeriyor sanırım) yayımladım internette. Kısmetse, o çalışmada bu örnekleri genişleteceğim.

Bu bölümün gizemini, şu dizeler oluştursun:

“Imamii din Coran recite,
Preoţi din sfintele scripturi.
Păgâne duhuri fericite
În rând cu sfinţii stăm alături.

Nu căuta-n moschei salvarea,
Viaţa făr’ moarte, nici hurii.
Dă-mi mâna să-ţi arăt cărarea:
Hurie-ţi sunt, Allah îmi fii.

Cât dragostea ne arde-n sfeşnic
Avem lăcaş în cerul veşnic.”

Ezen bolsun karındaş kalık.


 

Oğuz Kağan Efsanesi Üzerine – Mitoloji Dizisi #1

Hayalet Süvariler Mitinin Peşinde – Mitoloji Dizisi #2

Karşılaştırmalı Mitoloji: Evrensel Şiir – Mitoloji Dizisi #3

Sihir ve Büyüden Korunmanın Yolları – Mitoloji Dizisi #4

Yaşayan Mitoloji I: Sami Dinler – Mitoloji Dizisi #5


NOT: Bu yazı dizisinde bulunan metinler, daha ayrıntılı ve toplu bir halde M. Bahadırhan Dinçaslan‘ın Aygan Yayıncılık’tan çıkan “Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı?” adlı kitabında bir araya getirilmiştir.

M. Bahadırhan Dinçaslan

Gazeteci, çevirmen, yazar, şair. Günde iki paket sigara içer. Tolkien sever. Sebze yemez.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

kitabina yakisir kapaklar

Kitabına Yakışır Kapaklar

patrick rothfuss

Patrick Rothfuss’tan Daha Fazla Yorum Duymak İster misiniz?