in ,

Arise: A Simple Story – Yıkılmadım Ayaktayım…

Sonu pişmanlık ve hüzünle ağırlamak yerine, daha geniş açıdan kucaklayabilen, ölümün yaşam kadar insanın bir parçası olduğunu reddetmeyen bir kabulleniş hikâyesi Arise: A Simple Story’yi inceledik.

Arise: A Simple Story
- Reklam -
- Reklam -

Çok basit tasarlanmış bir hikâye aslında karmakarışık bir anlatıdan çok daha derin anlama sahip olabilir mi? Herkesin yaşayabileceği bir olayı, karışıklıktan uzak sunabilmek kolay mıdır?

İlk sorunun cevabı değişken olmakla birlikte, esere göre diyebiliriz. Bunun cevabı başta usta kalemlerin edebiyat eserlerinde olmak üzere birçok sanat dalında verildi. Aslında çokça başvurulan bir teknik. Duru anlatıma sahip hem herkes tarafından kolayca anlaşılabilir hem de ağzı açık bırakmayacak eserler okuyucuyu, izleyiciyi derin düşüncelere götürebiliyor. Çünkü o kadar hayatın içinde ve o kadar samimi aktarılıyor ki bu kaçınılmaz oluyor.

Edebiyattan örnek vermek gerekirse, sitede incelemesini kaleme aldığım Yüz Yayınları’ndan çıkan Rachel Seiffert’in Günün Sonu Yok adlı eseri hatalarına rağmen sıradan bir hayatı size sunarak okuyucuyu zihnen yormayı başarıyordu. Bunu Karakarga Yayınları’ndan çıkan usta sanatçı GIPI’nin Oğulların Diyarı ve gözlem ustası Daniel Clowes’un Ghost World (dilimize aynı adla çıktı) adlı çizgi romanlar için de söyleyebiliriz. Sinemada da say say bitmez: Hal Ashby’nin unutulmaz klasiği Harold ve Maude, Robert Zemeckis’in Forrest Gump’ı ve daha nicesi…

- Reklam -

Söz konusu oyunlar olunca da bu değişiklik göstermiyor. Yakınlarda sitede incelediğim felsefi anlatımla bezeli The Sojourn veyahut daha iyi bir örnek vermek gerekirse harika bir aile hikâyesine dahil olduğumuz What Remains of Edith Finch söylenebilir.

İkinci sorunun cevabı çok daha net… kesinlikle! Görünüşte emeksiz seçilmiş, kolay bir konu sanılabilir, ancak onun arkasındaki güçlü anlamı usta ellerle çıkartıp, bunu özenli ve yaratıcı şekilde sunabilmek her yiğidin hakkı olmuyor. İyi gözlem becerisi gerektiren zorlu bir yolculuk.

Arise: A Simple Story

Bugün incelememe konu olan oyun Arise: A Simple Story de aslında adıyla birçok şeyi anlatıyor. Oynayacak kişiye net mesajını daha kapıda veriyor, içeri buyurabilirsin lakin ne bulacağını da bilmelisin. Şahsen fragmanlarından beri özenli tasarımına coşmuş ve oyunun çıkışını heyecanla bekler olmuştum. Sonunda deneyimledim ve görüşlerimi yazmaya koyuldum.

Bakalım Arise, yukarıdaki iki soruya nasıl cevap vermiş.

Aşk ve Keder

Çok yaşlı, artık sonuna yaklaşmış bir karakteri oynuyoruz. Karakterimiz daha oyunun en başında aşkını sonsuzluğa uğurluyor ve biz de yolculuğumuza başlıyoruz. Geleceğe değil, hatıralarımıza doğru. Çünkü elde artık sonradan ziyade acısıyla tatlısıyla birçok anıyı barından geçmiş var. Uzun bir hayatta onca yaşanmışlık…

Hayatımızı çocukluğumuzdan, günümüze kadar önemli olaylar aracılığıyla bölüm bölüm tekrar yaşıyoruz. Aslında bu bir kişinin gözünden birbirine âşık iki insanın hikâyesi. Çocukken tanışmalarından, farklı yollara düşmelerine kadar hayatları ne tamamen keyifli ne de kederli, ikisinin de yer aldığı gerçekçi ve masum hayatlarını izliyoruz.

Sonu pişmanlık ve hüzünle ağırlamak yerine, daha geniş açıdan kucaklayabilen, ölümün yaşam kadar insanın bir parçası olduğunu reddetmeyen bir kabulleniş hikâyesi Arise: A Simple Story.

Arise: A Simple Story

- Reklam -

Anılara Hükmetmek

Sıradanlığı güçlü sunabilmesinin yanı sıra oyunda öne çıkan görsellik ve müzik gibi başarılı unsurlar da var. Öncesinde biraz bunlarla bağlantılı olarak temeline yerleştirdiği zamanı yönetme mekaniğinden söz etmem gerekiyor.

Geçen yıl incelediğim Planet Alpha adlı oyunda da zamanı değiştirerek ilerlediğimiz bir mekanik yer alıyordu. Tabii biz bu zaman değişikliğini bilimkurgu temelli bir yapımdan ziyade anılarımızda gerçekleştiriyoruz. Aslında kendi hükmettiğimiz bir bölgedeyiz. Zamanı yöneterek çevre koşullarını değiştirebiliyor ve bu şekilde engelleri aşıyoruz.

Ne yazık ki Planet Alpha’da bu mekanik bir noktadan sonra tekrara bağlıyor ve sıkmaya başlıyordu. Arise kesinlikle bu hataya düşmemiş. Zamanı yönetmenin kullanımı çok daha zengin, her bölümde değişen çevre koşullarıyla birlikte kullanım alanları da farklılık gösteriyor. Hep bambaşka şekilde ilerlememize olanak sağlıyor. Hâl böyle olunca da ilerleyen bölümlerde de oyuncuyu sıkmıyor.

Oyun kolay başlıyor, ilerledikçe de zorluğunu hiçbir zaman orta seviyenin üstüne çıkarmıyor. Yani bu oyunu isterseniz küçük kardeşiniz, çocuğunuzla da rahatça oynayabilirsiniz. Genelde biraz düşünerek karşılaştığımız engelleri nasıl geçeceğimizi çözebiliyoruz.

Görsellik ve Müzik

Zamanın akışını kontrol etmek aynı sahneye farklı görsellik sunulmasına da neden oluyor. Bu da zaten nefes kesen güzelliği daha çeşitli deneyimleme şansını doğurmakta. Oyunun sanat tarzından özellikle bahsetmek istiyorum. Çünkü daha oyunu oynamadan beni ilk başta kendisine çeken buydu.

Anılarımızın her bölümü bambaşka bir yerde geçiyor. Bazen çiçek böcekler, bazense tamamen hayal gücü ürünü bir ortamda buluyoruz kendimizi. Her birinin tasarımı birbirinden şahane. Bu görselliği güzel yapan detaylardan birisi de kameranın kullanımı. Karakterimizi küçük bırakıyor ve bizi manzaranın keyfini çıkaracağımız inanılmaz bir derinlik hissiyle baş başa bırakıyor.

Ah bir de müzikleri… Hellblade: Senua’s Sacrifice’de de dinlediğimiz David Garcia tarafından büyük bir özenle, yürek sızlatacak bir albüm hazırlanmış. Tabii ki bunun hikâyeye ve görselliğe katkısının olmadığı söylenemez. Apayrı bir deneyime dönüştürüyor.
Tüm şarkıları buradan dinleyebilirsiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=GidrF4DiXf8

Son Olarak

Farkındaysanız yazı boyunca oyunla ilgili olumsuz bir yorumda bulun(a)madım. Çünkü bence bu kusursuza yakın bir deneyimdi. Gözüme çarpan, rahatsız olduğum bir unsur yoktu. Anlattığı basit hikâyeyi sunuş biçiminden, özgün sanat tasarımına, mekaniğini ustaca kullanmasına, müziklerine kadar çok tatmin olduğum bir hisle bitirdim.

Piccolo Studio’nun oyunu yılın en iyi işlerinden birisi. Umarım gelecekte de aynı ekibin başka yapımlarını da deneyimleme şansına erişiriz. Yaklaşık 4 saat süren oyun PS4, Xbox ve PC’de yer alıyor. Epic Games’te 45 TL gibi bir ücrete sahip. Son kuruşuna kadar hak ediyor.

Hâlâ etkisinden çıkamadım, anılarda keyifli geziler dilerim.


* Lost Ember: Hangi Hayvan Olsam?

* Yaga: Ah Kara Bahtım…

Cem Altınışık

1993 yılında Ankara’da doğdu. Çocukluğunun bir kısmını İzmir’de geçirdi ve şu an İstanbul'da yaşamakta. Psikoloji bölümünde eğitim gördü. Edebiyat, sinema, bilgisayar oyunları, müzik ilgisi ve bunları paylaşma sevgisiyle çeşitli kültür-sanat sitelerinde yazdı.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

James Bond

James Bond Filmi No Time to Die Fragmanı Yayında

Zaman Çarkı

Zaman Çarkı Dizisine Yeni Oyuncular Katıldı