Aynı adı taşıyan iki roman var. Distopik özelliklere sahip bu iki romandan J.G. Ballard’ın Gökdelen’i 1975’te, Tahsin Yücel imzasını taşıyan Gökdelen ise 2006’da yayımlandı.
İki roman da dikey yapılaşmanın kaçınılmaz sonucu olan yüzeyden ve/veya hayattan kopuk ilişkileri, daha fazla para kazanma hırsını ve doğayı boş verme halini anlatıyor.
Tahsin Yücel, 2073 yılını yaşayan bir İstanbul anlatmış bize.
Ülke yine hukuk, inşaat ve rüşvet sarmalının içindedir. Tarih yok edilmiş, yoksullar ve göçmenler İstanbul dışına sürülmüştür. Yapılan ve yapılacak her şeye siyasetçiler karar vermektedir. Bilim adamları, yazarlar ve aydınların hükmü yoktur. Polis ve subaylar özel okullarda yetişmektedir. Müzeler ve ormanlar iş adamlarının elindedir. Eğitim bütünüyle özelleştirilmiştir ve sıra hukuka gelmiştir.
Bir iş insanının Cihangir’e yapmak istediği gökdelen için en büyük engel, mütevazı evinden vazgeçmeyen bir vatandaşın direnişidir. Romanın kahramanı Avukat Can Tezcan bu engeli aşmanın yolunu bulmuştur. Hukuk özelleştirilecektir. Böylece daha fazla inşaat yapmak ve daha çok para kazanmak isteyen müteahhitlerin önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Başbakan bu öneri karşısında hükûmete açılmış tüm davaların düşürülmesini istemektedir. Sonunda bir yasa çıkartılır ve Türkiye Temel Hukuk Ortaklığı A.Ş. kurulur. Yasanın kabulü ülkenin “özgür medyası” tarafından kutlanır. Artık tüm ülkeyi inşaata boğmak için paranın önünde hiçbir engel kalmamıştır.
2073’ün Türkiye’si Tahsin Yücel tarafından kısaca böyle resmedilmiştir. Vatandaşlar kalabalıktan ibarettir. Medya, kamuoyu ve sivil toplum sayıca çoktur ama hepsi tek bir sese sahip olduğu için aslında yoktur. Özgürlük ve demokrasi laftadır. Üniversiteler ve aydınlar korktukları için gerçekleri dile getirememektedir. Herkes kendi konumunu ve maaşını korumaya çalışır.[1]
İki Distopya, Tek İsim: Gökdelen
J.G. Ballard’ın Gökdelen’i ise kırk katlı ve bin daireli bir binanın içinde geçer.
Binada oturmayı yüksek prestijinden yararlanmak için seçen sakinler, zamanla bir kâbusun içine düştüklerini anlamaya başlarlar. Çünkü binada yaşayan iki bin kişi sahip oldukları tüm teknolojik olanaklara karşın mutsuzdur ve çevreye yaydıkları mutsuzluklarıyla savaşa tutuşur. Sınıflara göre ayrılmış katların arasına barikatlar kurulur, insanlar ve hayvanlar ölmeye başlar ve koca gökdelen bir savaş alanına dönüşür.
Ballard, romanında insanın en bayağı güdülerini açığa çıkartıyor ve gökdeleni insanlardan intikam almaya başlayan bir canavar olarak resmediyor. Akıllı bina, doğayı katleden, tüm canlılara kendi çıkarı için yaklaşan, erdemlerini kaybetmiş insanoğlundan tek tek intikam alıyor.[2]
J.G. Ballard’ı 2009’da, Tahsin Yücel’i 2016’da kaybettik. İkisi de Gökdelen adıyla yayımlanmış romanlarıyla bir distopya kurmuş olsa da bizler bu distopyayı çoktandır yaşıyoruz.
Yücel’in İstanbul’unu görmek için 2073’ü beklemeye, Ballard’ın gökdelenini yaşamak için düş kurmaya gerek kalmadı.
Hep böyle değil midir?
Edebiyat ileriyi görür. Gerçekler onun peşinden gider.
Sizler de bu iki roman özelinde yaşanan gelecek tasvirinin günümüzdeki yansımaları konusunda yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilirsiniz.
[1] Tahsin Yücel “Gökdelen” Can Yayınları. İstanbul
[2] J.G.Ballard “Gökdelen” Çeviren: Dost Körpe. Sel Yayıncılık.
J.G. Ballard’ın romanının 2015 yılında sinemaya uyarlandığını da hatırlatabiliriz.