Menu
in ,

Usta İlhamşörlerden Tavsiyeler

Kayıp Rıhtım 6. Yıl Projeleri kapsamında gerçekleştirdiğimiz bu dosyamızda, yazarlarımız bizlere yazarlık için tavsiyelerini anlattı. Gelin hep birlikte neler dediklerine göz atalım!

Yazar olmak zor, bu dalda ustalaşmak ise çok daha zor. Yine de hemen hemen her kitap kurdunun kalbinde kendi kaleminden dökülen satırları günün birinde basılı olarak görmek yatar. Küçük bir çoğunluk öyle veya böyle bunu başarır, geri kalanlarıysa o kadar şanslı değildir. Bunun pek çok sebebi olabilir: imkânsızlıklar, tembellik, korku… Ama en büyük nedenlerinden biri yol gösteren kimsenin olmamasıdır kuşkusuz. Çünkü, her ne kadar bazı kesimler aksini iddia etse de, bu iş mektepte ya da eğitici bir kitap okuyarak öğrenilmez.

Peki nedir bu işin sırrı? Mavi yerine kırmızı hapı yutmak mı? Havlunuzu yanınızdan ayırmamak mı? Yoksa saatte 88 mile çıkan DeLorean’ınızla geleceğe gidip ünlü yazarların bizim zamanımızda henüz basılmamış kitaplarını alıp onlardan önce basmak mı? (Hmm, bu fikir fena değilmiş) Tabii ki hayır. Ama kalkıp da burada sizlere ahkâm kesecek değiliz. Her işte olması gerektiği gibi bu konuyu da ustalarına soralım dedik ve sizler için bu makaleyi derledik.

Bakalım neler demişler.

- Reklam -

Yazarlar

Aşkın Güngör
Ed Greenwood
Erbuğ Kaya
George R.R. Martin
Gülşah Elikbank
Göktuğ Canbaba
Hakan Bıçakcı
Hamit Çağlar Özdağ
Harlan Ellison
Isaac Asimov
J. K. Rowling
James Patterson
John Grisham
Kadir Aydemir
Kurt Vonnegut
Margaret Atwood
Margaret Weis & Don Perrin
Mustafa Samsunlu
Neil Gaiman
Ray Bradbury
Robert Silverberg
Sadık Yemni
Stephen King
Şebnem Pişkin
Terry Pratchett
Ursula K. Le Guin


Notlar:
– İsimler alfabetik sıraya göre düzenlenmiştir.
– Yabancı yazar çevirileri M. İhsan Tatari tarafından yapılmıştır.
– Yazar isimlerine tıklanarak özgeçmiş sayfalarına ulaşılabilir.

Aşkın Güngör

Söyleyebileceğim en hayati şey, yazmaya heves edenlerin şapkayı önüne koyması ve, “Bugüne dek kaç kitap okudum ki yazmaya cüret ediyorum,” diye düşünmesi olacak. Son yıllarda mesaisini yazarlıktan çok editörlüğe kaydırmış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, iyi okur olunmadan iyi yazar olunmaz. Yazma bir disiplin işidir, tamam, doğru, ama okumak da öyledir. Yazmaya hevesi olan kişi önce okumayı, sonra okuduğunu yorumlamayı düşünmeli, yazmaya sonra başlamalıdır. Bu işin olmazsa olmaz kuralı budur.

Zurnanın zırt dediği bir nokta da şu ki şöhret olmak, çok para kazanmak adına kaleme sarılanlar varsa, hiç zahmet etmesinler, loto veya altılı ganyan oynasınlar, şansları daha fazla olur. Çünkü Türkiye’de yazarlıktan para kazanmak çok zor, zengin olmak imkânsıza yakındır. Yazma mesaisi, abartısız söylüyorum, bir varoluş uzantısı, bir ruh zorunluluğu, bir gönül işidir. Zaten bu hasletlerle yazanlar da zihninde doğanların başka akıllara aktığını bilmekle dünyaları kazanmış olur. Ötesi mi? Varlık nedenini fark eden bir ruh için geri kalan her şey hava cıvadır.

Ed Greenwood

Yazmaya başlayın. Hemen. Ve yazmaya devam edin, her gün bir şeyler yazın. Düzeltme yapmak da yazmaktır, unutmayın. Sonsuza kadar plan yapmaya veya hayal kurmaya (ya da “yazar olmuş” pozu vermeye) devam ederseniz hiçbir şey üretemezsiniz ve bir daha asla geri gelmeyecek yazma zamanınızı boşa geçirirsiniz. Hızlı olmanın bir karşılığı yoktur, ama hiçbir şey yapmamanın hiçbir karşılığı yoktur.

Yazmak hiç bitmeyen bir öğrenme sürecidir (ya da öyle olmalıdır), bu yüzden ona vakit ayırmadığınız takdirde kendinizi geliştiremezsiniz. Bu tavsiyeye yıllardır uyarım, böylece 30 yıl içerisinde 180 basılı kitap, kelimenin tam anlamıyla binlerce yayınlanmış makale, inceleme, kısa hikâye, senaryo, şiir, oyun, taslak, internet içeriği ve daha bir sürü şey yazdım.

Erbuğ Kaya

Yazar olma hayali kuran genç arkadaşlarım; işinize yarayabileceğini düşündüklerimi madde madde ve sade bir şekilde sıralamaya çalıştım. Umarım yararlı olur.

1- Okumak

Okumak yazarın en önemli silahıdır. Sürekli kendine okumak için zaman ayırmalısın. Bunu bir alışkanlık haline getirmelisin. Sadece beğendiğin türleri okumakla kalmamalısın. Başka başka türlerde kitapları da her zaman listende bulundurmalısın. Boş zamanlarının dışında da kendine okuma anları yaratmalısın. Okumanın yazma işinin en önemli parçası olduğunu unutmamalısın.

2- Gözlem

Olayları, insanları sürekli gözlemlemelisin. Davranışların arkasında yatan sebepler konusunda fikir üretmelisin. İnsanları dinlemelisin.

3- Sosyal Çevre

Ailene, arkadaşlarına zaman ayırmalısın. En güzel hikaye unsurları her zaman sana en yakın insanların dağarcığındadır.

4- Genel Kültür

Üstteki diğer üç maddeyle ilişkilidir. Dünya görüşünü evrensel bir bakış açısına getirebilmek için genel kültürünü arttırmalısın. Bu sana hayal gücünde daha geniş alanlar açacaktır.

5- Öğrenme

Okuldaki derslerine dikkat etmelisin. Tarih, coğrafya, edebiyat, matematik, fizik, kimya vs derslerine daha dikkatli baktığında hayal gücünü tetikleyebilecek ne kadar çok unsur taşıdıklarını görebilirsin.

6- Çalışmak (Denemeler)

Sürekli yazmalısın. Sürekli denemeler yapmalısın. Başlayıp bitiremediğin roman, öykü denemeleri seni yıldırmamalı. Her zaman yeniden denemelisin.

7- Yorumlar

Yazdıklarını mutlaka birilerine okutmalı yorumlarını almalısın. Yorumlar sadece yakın çevreden olmamalı. Onurunu kırmadan yazdıklarını eleştirebilecek insanlar bulmalısın.

8- Ego

Bir yazarın düşebileceği en tehlikeli durum, “ben yazdım oldu,” demesidir. Yazdığın bir metni asla dünyanın en iyi metni gibi görmemelisin, sürekli daha iyisini yapmayı hedeflemelisin. Eleştiriye açık olmalısın. O eleştirilerin senin için bulunmaz deneyimler olduğunu fark etmelisin.

9- Bir Kalem, Bir Not Defteri

Bir yazarın yanında her zaman not defteri, kalemi ve kitabı olur. Diyelim ki arkadaşlarınla buluşmak için sözleştin ama onlar gecikti. Bir yazar boş kaldığında asla sıkılmaz. Bekleme esnasında notlar almalı ya da kitap okumalısın. Yolda yürürken bir anda aklına gelen ve hiçbir yere ait değilmiş gibi görünen cümleleri kaçırmamalısın.

10- Kurgusal Bakış

Gün içinde gördüğün olayları, durumları başka hikayelerin kurguları olarak hayal etmeyi, yorumlamayı denemelisin.

11- Sabır ve Tutku

Bir yazar sabırlı ve tutkulu olmalıdır. Roman yazmak uzun bir süreçtir. Bitmesini istesen bile bu, hemen ertesi gün gerçekleşecek bir şey değildir. Yazmak için romanının başına her oturduğunda ilk sayfadaki heyecanı taşımalısın. Yazma işine ancak tutkuyla bağlı kalabilirsin.

12- Sanatsal Kaygı

Asla ama asla seni heyecanlandırmayan, hoşuna gitmeyen bir şey yazmamalısın. Yazdıklarını ilk önce sen sevmelisin. Sanatsal bir kaygıya düşüp cümlelerini, hikayelerini tuhaf durumlara sokmamalısın.

13- Metot

Yazma işine başladığında en rahat edeceğin yeri, saati ve yöntemi zaten bulacak ve kendine ait bir metot geliştireceksin.

Aklıma gelenleri özetle aktarmaya çalıştım. Hayallerinin parmaklarının ucundan kağıtlara, su gibi saf ve temiz dökülmesi dileğimle,

Erbuğ Kaya.

George R.R. Martin

Sanırım yazar olmak için can atan biri adına en önemli şey okumaktır! Üstelik sadece yazmaya çalıştığınız türden şeyleri değil. Fantastik, bilimkurgu, çizgi-roman ya da her neyse… Her şeyi okumalısınız. Kurgu roman, düz yazı, dergi ve gazete okuyun. Tarih, tarihsel kurgu ve biyografi okuyun. Polisiye, fantastik, bilimkurgu, korku, ana akım, klasik, erotik, macera ve mizah romanları okuyun. Her yazarın iyi ya da kötü size öğreteceği bir şey vardır (Ve evet, iyi kitaplar kadar kötü kitaplardan da bir şeyler öğrenebilirsiniz ama bunu tavsiye etmem).

Ve yazın. Her gün yazın; bir ya da iki sayfa olsa bile… Ne kadar çok yazarsanız kendinizi o kadar geliştirirsiniz. Ama benim, Tolkien’in, Marvel Comics’in veya Uzay Yolu’nun evreninde yazmayın, ya da bunlar gibi ödünç alınmış başka bir evrende de yazmayın. Her yazarın kendi karakterlerini, dünyalarını ve sahnelerini yaratmayı öğrenmesi gerekir. Başka birinin dünyasını kullanmak işi tembelliğe vurmaktır. Eğer “edebi kaslarınızı” çalıştırmazsanız onları asla geliştiremezsiniz.

Günümüzün bilimkurgu ve fantastik roman pazarının gerçeklerine bakarak, yazar olmak isteyen herkesin işe kısa hikâyelerle başlamasını da tavsiye ederim. Bugünlerde bu işe hemen bir romanla veya üçlemeyle hatta dokuz kitaplık serilerle başlamaya çalışan çok fazla genç yazarla karşılaşıyorum. Bu kaya tırmanışı sporuna Everest Tepesi’yle başlamak gibi bir şey. Kısa hikâyeler sanatınızda ilerlemenize yardımcı olur. Onlar, yeni başlayan her yazarın yapacağı hataları gerçekleştirmeniz için en uygun yerlerdir. Ayrıca dergiler bilimkurgu ve fantastik edebiyat hikâyelerine karşı daima aç olduğundan genç yazarların bu mesleğe adım atmalarının en iyi yolu da hâlâ budur. Aşağı yukarı beş yıl boyunca kısa hikâyelerinizi sattıktan sonra kendinize bir isim yapmış olacaksınız ve editörler ilk romanınızı ne zaman çıkaracağınızı sormaya başlayacaklar.

Yine de, her ne yaparsanız yapın… iyi şanslar. Buna ihtiyacınız olacak.

Gülşah Elikbank

Yazmaya başlamak isteyenlerin yazarlara sorduğu ilk soru genelde “nasıl yazıyorsunuz?” olur. Aslında bu soru, çok da yerindedir çünkü Zadie Smirth’in de belirttiği gibi, iki romancı türü vardır. İlki Orhan Pamuk’un örnek gösterilebileceği; makro planlayıcı romancıdır. Makro planlayıcıların sürekli not tuttuğu defterleri vardır ve yazmaya başlamadan önce yapıyı kurarlar yani her şeyi önce organize edip sonra yazmaya otururlar. Üstelik bir yazma düzenleri vardır. İkinci tür, benim de içinde olduğum, mikro yöneticilerdir. Onların büyük planları ve organizasyonu yoktur, o an yaşadığı hislerle yazarlar. Sanıyorum ki bir fantastik kurgu yazarı zaten bundan farklı hareket edemez.

Yazmak benim için, kelimelerle hayal kurmaktır. Hayal kurmak ise planlı programlı bir uğraş değildir. Gerçeğin içine ön kapıdan girmek pekala mümkündür fakat eğlenceli değildir. Fantastik kurgu yazarı her zaman, kimsenin akıl edemediği kapıları yoklar, bacadan kafasını uzatır, gizli geçitler yaratır. Sonuçta girilen ev belki aynıdır ama yollar farklıdır. Yeni yazmaya başlayanlara peri masallarını tersine çevirmeyi denemelerini bu nedenle öneririm. Ya da masalların sonrasını hayal etmelerini… Anlatılmayanı anlatmak ve hayal edilmeyeni etmek için!

Göktuğ Canbaba

Derin bir nefes alıp her şeyi unutarak başlayabilirsiniz romanınızı yazmaya. Tüm o kalıplar, okuduğunuz o muhteşem yazarların olmazsa olmaz metotları, kulağınıza çivilenmiş o sıkıcı salıncakta sallanıp sürekli size iyi bir paragrafın nasıl yazılacağını bağıran öğretmeniniz veya en bilmiş dostunuz; hepsini bir kenara koyun ve uçurumdan aşağı atlayın. Ama nefesinizi tutarak değil, derin nefesler alarak.

Bir konunuz vardır mutlaka. Sonuçta roman yazmaya kalkmışsınız öyle değil mi? Konu sizi şaşırtmıyorsa ya da heyecan vermiyorsa, kelimeler sizi tokatlayana kadar çalışmaya devam edin. Karakterlerin üzerine günlerce düşünün. Ayrıntılar iyidir. Detaylar kahramanımızı kuvvetlendirir. Eski dostunuzu ne kadar iyi tanıyorsanız onları da o kadar iyi tanımak zorundasınız. Yatağa girdiğinizde, odaya karanlık çöktüğünde onlarla konuşmak birçok kişiye delice gelebilir ama delirmiş bir toplumda belki de en akıllıca iş hayali karakterlerinizle dertleşebilmektir.

Bir konunuzun olduğunu konuşmuştuk. Konu nereye bağlanır az çok fikriniz olsun, geneline hakim olun ama işin en eğlenceli kısmından kendinizi mahrum etmeyin; doğaçlama. Bırakın hikaye sizi bir yere götürsün. Siz hikayeyi evcilleştirmeye çalıştıkça roman etkileyiciliğini kaybedecektir ve yaratıcılık sansürlenecektir. Bir süre sonra hikaye alıp başını gidecek ve başıboş bıraktığınız sokaklardaki konular kendi aralarında konuşmaya başlayacaklar. İnanın tahmin ettiğinizden çok daha çılgın bir hikaye çıkacak ortaya. Her şey uçurumdan aşağı düşerkenki gibi heyecan verecek. Yazarken heyecan duymuyorsanız ve yazmanız gereken her şey önceden belliyse, bir şekilde size sunulmuşsa ya da sizin tarafınızdan kelimesi kelimesine çizilmişse hemen yazmayı bırakıp başka bir işe yönelin. Bu daha sağlıklı olacaktır.

Hakan Bıçakcı

Yazmak tamamen kişisel bir süreç… Dolayısıyla herkese verilebilecek ortak bir tavsiye olamaz. Ancak genel bir öneride bulunmam gerekirse şu ilham perisi denen maskotla işiniz olmasın derim. Onu beklemenize gerek yok yani. İyi ve etkileyici olduğuna inandığınız bir fikriniz varsa, oturun yazın. Olmadıysa bir daha deneyin. Metnin daha iyi olması için daha çok ilhama değil, daha çok emeğe ihtiyaç var. Bir de yazdığınız duygu ve düşüncelerin içinde kaybolup gitmemek için metne ara sıra uzak bir açıyla bakmayı unutmayın.

Bu işin püf noktası yok tabii ki. Kek yapmıyoruz sonuçta. Nasıl okur sayısı kadar yorum varsa, yazar sayısı kadar da püf noktası, taktik, çalışma tekniği var.

Bir de şunu tavsiye edebilirim; yazdıktan sonra metninizdeki “bir” sözcüklerini kontrol edin. Ne kadar çok gereksiz “bir” olduğunu fark edeceksiniz. Ve yarısından fazlasının atıldığında anlamın bozulmadığını…

Hamit Çağlar Özdağ

Kitap, soğuk yenen bir yemektir.

Evvela malzemelerle başlayalım. Eti var, otu var, baharatı var. Bıçağı, kömürü, tenceresi var. Aşçı malzemeden yana tecrübeli olmalıdır ki kitaba ne koyacağını ve – daha da önemlisi – ne koymayacağını iyi tahlil etsin. Dünya pek büyük ve çeşitli, layıkıyla gezip görmedikçe ve diğer kitapları tatmadıkça, güdük kalır aşçı. Cümlesi çeşitlenmez, zihninde hep aynı sözcükler kemikleşir, bir şeyler eksik kalır. Diğer kitaplar dedimse, sadece aşçı elinden çıkanları değil, pişirmenin teorisini irdeleyenleri de kastediyorum elbet. Dilbilgisinden biçim bilime, yazmanın da bir adabı, şekli var. Temel kuralları hakkıyla uygulamadıktan sonra, kitaba – nimete – küfretmekten öteye geçmez pişirme çabası.

Diyelim ki malzemeler ormandan, dağdan gelmiş, mis kokuyorlar tezgahta, bıçakla tava da hazır, yeter mi? Elbette hayır! Aşçı sapı çöpü ayırmayı bilmeli, etle soğanın aynı vakitte pişmeyeceğinin ayırdında olmalıdır. Yemeğin kurgusu mühimdir, okurlar hangi lokmada gülümseyecek, nerede korkacak, nerede sıçrayacak… Hangi baharat yemeğin has tadını verecek? Öyle her konuyu içine katıp kitabı kişiliksiz kılmak kimseye yaramaz. Tadı olmaz öncelikle, üzerine düşünülecek o kıymetli demi tutturamaz yemek. İnce elenip sık dokunmalı, detayları da omurgası da sapasağlam olmalıdır kitabın.

Olmazsa olmaz bir diğer şey de sabır… Kısık ateşte birkaç defa pişirilip soğutulmalıdır kitap. Ocağa her konuşunda yenilenmeli, canlanmalıdır. Kusurlardan arınmalıdır. Tadılmalı aşçısı tarafından, okunmalı, elden geçirilmelidir. Lakin aşırıya kaçmamalıdır aşçı, bilmelidir ki editörün gurmeliği editörce yapılmalı, tabağın sunumu da redaktörce hazırlanmalıdır.

Ve kitap isimli yemek illa ki soğuk servis edilir. Yazıldıktan sonra soğumalı, bir çekmecede, gözlerden ırak halde üç beş ay beklemelidir. Ardından gün yüzüne çıktığında yazarına tüm kusurlarını sunar o kitap, gereksiz sahnelerin, lüzumsuz kelimelerin ve hataların bir bir altını çizer. Sonuçta kitap da ister ki tadı güzel olsun, lezzeti unutulmasın…

Ve sakın ola ki aşçı, yemeğini avanesinin damağıyla tartmamalıdır. Kulaklarda yankısı güzeldir “Ellerine sağlık”ın ama yemeği mükemmelleştirmekten uzaktır annemizin hayranlığı. Uğraştı, didindi, pişirdi kitabı ya, işte o vakit yabancıya tattırmalıdır aşçı kitabını. Sözünü sakınmayan, yegane kaygısı yemeğin lezzeti olan birinin “Ellerine sağlık” demesi kadar aşçıyı gülümseten şey yoktur kanımca…

Şimdiden eline sağlık!

Kendin pişir, birlikte yiyelim…

Harlan Ellison

Aralarında Londra Ekonomi Üniversitesi’nin, Yale’in ve Harvard’ın da bulunduğu 3,000 üniversitede konuşma yapmış olmalıyım. Kaçınılmaz olarak her genel sunumda biri yanıma gelir ve ‘Bir Satıcının Ölümü’ adlı romanda Willy Loman’ın kardeşi Ben’e sorduğu gibi, “Ben, bu işin sırrı nedir Ben? Nedir bunun sırrı?” diye sorar. Ben’in cevabı da “Elmaslar Willy. Elmaslar,” olur. Eh… Yanıma gelir ve “Başarınızın sırrı nedir?” diye sorarlar. “Bunu nasıl başarıyorsunuz?” Ben de sırrımı onlarla paylaşırım.

Yalnızca tek bir sır var, o da şu: Herkes bir yazar olabilir. Eğer Gregory Feeley veya Judith Krantz ya da John Grisham gibi kötü yazarlara ve yazdıkları zırvalara bakarsanız bir bakteri üretme kabında yaşayan her şeyin bir yazar olabileceğinin farkına varırsınız. İşin sırrı bir yazar olmamakta. İşin sırrı bir yazar kalabilmekte. Günler ayları, aylar yılları, yıllar hikâyeleri, hikâyeler kitapları takip etmeli. İşin sırrı bu. Eğer bunu yapabilir ve ortaya bir külliyat çıkarabilirseniz (ne kadar büyük ya da küçük olduğunun önemi yok) o hâlde bir yazarsınızdır. Ama hayatınızı bunu yaparak geçirmeye hazır değilseniz, o hâlde yapmayın Tanrı aşkına.

Onlara, “Sana bugüne dek aldığın en iyi tavsiyeyi vereceğim,” derim. “Tavsiyem de şu: Git ve bir tesisatçı ol.” Onlar da bana gülerler, çünkü şaka yaptığımı düşünürler, ama yapmıyorum. Bu üstü kapalı bir söz değil. Gidin ve bir tesisatçı olun. Ya da elektrikçiliği öğrenin. En nihayetinde edebiyat tarihi boyunca dünyayı gerçekten değiştirebilen çok az kitap var. Tukidides’in Peloponez Savaşı onlardan biri olabilir, ya da Konfüçyüs’ün Öğretileri veya Tom Amca’nın Kulübesi. Her 500 yılda bir insanlık tarihinin akışını değiştiren bir ya da iki kitap çıkıyor. Sanırım iyi bir tesisatçı olmak da bir yazar olmak kadar soylu, hatta doğruyu söylemek gerekirse daha da soylu bir meslek. 70 kitap yazdığım için insanlar bana, “Tanrım, çok üretkensiniz,” diyorlar. Ben de onlara, “Üretkenle ne demek istiyorsunuz? Ben bu işi 42 yıldır yapıyorum ve 70 kitap yazdım. Bu benim yaptığım şey. Tam zamanlı bir iş bu. Eğer bir tesisatçı olsaydım ve 10,000 tane tıkanmış tuvalet açsaydım o zaman bana, ‘Çok üretken bir tesisatçısınız,” mı diyecektiniz?” diye soruyorum. Hayır, insanlar bu ikisini aynı kefeye koymazlar. Ama size şunu söylemem gerek: tuvaletiniz taştığında Dostoyevski’nin evinize gelmesi gerekmez.

Isaac Asimov

Yazmak da bir tür öğrenme süreci olduğundan kaleme aldığınız ilk hikâyenizi satmayı bekleyemezsiniz (Evet, Bob Heinlein’ın sattığını biliyorum. Ama o Bob Heinlein. Sizse sadece sizsiniz). Ama bu neden cesaretinizin kırılmasına neden olsun ki? İlkokuldayken birinci sınıftan mezun olduğunuzda işiniz bitmez, öyle değil mi? İkinci sınıfa gidersiniz, sonra üçüncüye, ardından da dördüncüye ve bu böyle sürüp gider. Eğer yazdığınız her hikâye edebi eğitiminizde yeni bir adımsa reddedilmenizin bir öneminin olmaması gerekir [Editörler yazarları reddetmezler; üzerine yazı yazılmış kâğıt parçalarını reddederler – ed.] Bir sonraki hikâyeniz daha iyi olacaktır, ondan sonrakiyse daha iyi.

J. K. Rowling

Bu soruyu soranlara hep aynı cevabı veriyorum, o da mümkün olduğu kadar çok kitap okumaları. Hiçbir şey size okumak kadar yardım edemez. Bir dönem gelecek ve en sevdiğiniz yazarları taklit edeceksiniz, ama sorun değil çünkü sizin için bu da bir tecrübe olacak. Ayrıca sevdiğiniz bir şey bulduğunuzda daha önceden yazdığınız her şeyden nefret edeceğiniz gerçeğini de kabul etmeniz gerek.

James Patterson

Ben her zaman birilerinin karşısında oturuyormuşum gibi davranırım. Onlara bir hikâye anlatırım ve bitirinceye kadar da kalkmalarına müsaade etmem. Çoğu yazar kendi cümlelerine ya da o cümleleri kuruş biçimlerine âşık olur. Bazen bu harika bir şeydir, ama herkes Gabriel García Márquez veya James Joyce da değildir. Pek çok kişi öyleymiş gibi davranmayı sever, bunun sonucunda da insanlara okuyabilecekleri güzel bir şey veremez ya da onları aydınlatamazlar.

John Grisham

Önce kendinize bir kariyer edinin, ama bu yazarlık olmasın. Yazar olmadan önce başka şeyler hakkında tecrübeleriniz olmalı, dünyanın bir kısmını görmelisiniz, aşk ve gönül yarası gibi şeyler yaşamalısınız; çünkü anlatacak bir şeylerinizin olması gerek.

Aynı zamanda da sırtınızı yaslayabileceğiniz bir şeye de sahip olmanız lazım. Hayatınızı garanti altına alıp düzenli bir maaşa kavuştuktan sonra ciddi bir yazar olmayı düşünmeye başlayabilirsiniz (Esasen buna “Kutsal Dans” teorisi denir).

İlk başta yazarlığı bir hobi olarak görmelisiniz; her gün boş zamanlarınızda bir sayfa yazı yazmalısınız. Örneğin ben, tam zamanlı bir işim olmasına rağmen kendime boş zaman yarattım. Eğer günde bir sayfa yazmazsanız hiçbir şey olmaz. Ama her gün bir sayfa bir şeyler yazmayı alışkanlık hâline getirirseniz çok geçmeden sayfalardan oluşan bir yığına sahip olursunuz.

Kadir Aydemir

YAZ KURTUL!

Yazmanın bir ruh satrancı olduğunu düşünüyorum. Belki de ölüm ve zamana karşı oynanan bir oyun. Pek akıllı insan işi olmadığını söyleyebilirim, zaten kâğıt-kalem ve mürekkebin peşinden gitmek “normal” insanlara göre değil. Yazar/şair bir düşün peşinde dolanır, bu yolculukta başından geçen her şey edebiyata dönüşür. Beylik laflar etmeyeceğim, ünlü yazar ve düşünürlerden alıntı yapmayacağım, bunu sevmem. Dünyaya yazmak için geldiğine inanan kişi beni anlayacaktır. Genç bir yazar adayına söylenebilecek hiçbir şey yok bana kalırsa. Tek sihirli ipucu var: Daha fazla okumak, yollara düşmek, âşık olmak ve sinemadan tiyatroya, resimden heykele, koca bir dünyayı keşfetme isteğini sürekli körüklemek. Ayrıntıları görmek ve deşmek. Sözcüklerin büyüsüne inanmak. Bir gölgeyi sürüklüyorsun nereye gitsen, bunu unutmamalısın. Yaz, kurtul. Tek çaren bu.

Kurt Vonnegut

1. Size tamamen yabancı olan birinin zamanını öyle bir şekilde kullanın ki kendilerini vakitlerini boşa harcamış gibi hissetmesinler.

2. Okuyucuya yakınlık kurabileceği en az bir karakter verin.

3. Her karakteriniz bir bardak su bile olsa bir şey istemeli.

4. Kurduğunuz her cümle karakteriniz hakkında bir-iki şey orta çıkarmalı ya da olayı ilerletmeli.

5. Mümkün olabildiğince sona yakın bir yerden başlayın.

6. Sadist olun. Baş karakteriniz ne kadar sevimli veya masum olursa olsun başına berbat şeyler gelmesini sağlayın ki okuyucular onun nasıl biri olduğunu görebilsin.

7. Yalnızca tek bir kişiyi memnun etmek için yazın. Tabiri caizse, eğer bir pencere açıp tüm dünyayla aşk yaşamaya kalkarsanız hikâyeniz zatürre olur.

8. Okurlarınıza mümkün olduğu kadar çok bilgiyi mümkün olduğu kadar kısa bir zamanda verin. Belirsizliğin cehenneme kadar yolu var. Okurların nerede, niçin ve ne olduğunu mutlak surette anlaması gerekir. Böylece hikâyeyi kendileri tamamlayabilirler, son birkaç sayfayı da hamamböcekleri yer.

Margaret Atwood

Okuyucunun dikkatini çekin (bunun en kolay yolu kendi dikkatinizi çekmektir). Ama okuyucunun kim olduğunu bilmezsiniz, o yüzden bu iş karanlıkta sapanla balık tutmaya benzer. A’yı heyecanlandıran şey B’yi canından bezdirebilir.

Kendi yazdığınız bir kitabı asla yeni aldığınız bir kitabın ilk sayfasıyla gelen o masum beklentiyle okuyamazsınız, çünkü onu yazan kişi sizsinizdir. Sahne arkasında bulunmuşsunuzdur. Tavşanların o şapkaya gizlice tıkıştırıldığını görmüşsünüzdür. Bu yüzden yazdıklarınızı bir yayıncı kuruluşa göndermeden önce bir ya da iki okur arkadaşınıza gösterin. Bu arkadaşınızla romantik bir ilişki içinde de olmamalısınız. Tabii ondan ayrılmak istemiyorsanız…

Büyük ihtimalle bir sözlüğe, gramer kitabına ve gerçeğe tutunmaya ihtiyacınız olacak. Sonuncusunun anlamı şu: bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur. Yazarlık bir iştir. Ama aynı zamanda da bir kumar. Asla bir emeklilik maaşınız olmayacak. Diğer insanlar size bir parça yardımcı olabilir, ama çoğunlukla tek başınasınızdır. Bunu size hiç kimse yapmadı, siz seçtiniz. Bu yüzden sızlanmayın.

Ve evet, paranoyalarınızın hepsi gerçek. Üstelik dahası da var. Dolabınızda yürüyebilen bir kıl yumağı yetişiyor! Ama onları kendinize saklamaya çalışın, diğer insanların kendi paranoyaları var. Paranoyalarla zıtlaşmak şimşek çaktırır; çünkü birbirine sürtünen benler elektrik yükü oluşturur. Bunu fizik dersinde öğrendim.

Margaret Weis & Don Perrin

Bir kitaba başlamakla o kitabı bitirmek arasında uzun ve zorlu bir yük vardır. Kitabınızı tamamlamanın tek yolu disiplindir. Bir kitap yazmaya başlamak isteyen milyonlarca “özenti” yazar var. Kitabınızı tamamlamak sizi o yazarların en tepesindeki %1’lik kısma sokar. (Don)

Yazmaya, okumaya ve düzenli işinize devam edin. (Margaret)

Mustafa Samsunlu

BİR ROMAN YAZIYORUM

Benim için roman yazmak zihinsel bir savaştır. Savaşın sonunda, yani roman bittiğinde galip veya mağlup olduğunuza okuyucu karar verecektir. Olayın özeti budur.

Nasıl yazıyorum sorusuna gelince, yanıtım tek bir kelimede gizli: Disiplin!

Gerek roman taslağına çalışırken, gerekse kaleme alırken hiç olmadığım kadar disiplinli olmaya çalışırım. Günü zaman dilimlerine ayırarak verimlilik ve etkinliğimi en yaratıcı nasıl kullanacaksam o şekilde bir düzen geliştiririm. Kendime hedefler koyarım. Örneğin, Cehennem Dağı’nı yazarken günlük hedefim beş sayfaydı ve genellikle de tutturmuştum. Kötülük Zamanı’nda ise hedef asgari iki sayfaydı.

Konuyu akışkan bir zemine oturturum. Bu bana esneklik sağlar. Hiçbir zaman bataklığa saplanmış gibi romana başlamadan önce geliştirdiğim plana uyduğum olmamıştır. Bazıları romanın akışında dizginler yazarın elinde olması gerekir dese de, ben zaman zaman dizginleri roman karakterlerine bırakırım ve bir süre sonra, yeteri kadar yol alındığında, roman artık kendini yazdırmaya başlamıştır. İşte, roman yazmanın en eğlenceli kısmı da budur. Bir sürü roman karakterini çalışma odanıza tıkarsınız. Karakterler yazarın ilgisini çekmek için kıpır kıpırdırlar. Onlar itişe kakışa dursunlar ben en olmayacak karakteri sahneye çağırıyorumdur:

“Hey, sen! Oradaki! Beni duyuyor musun? Evet, sen! Öne çık, öne! Tam sana göre bir hikâyem var!”

Birden bir karmaşa olur. Karakterler birbirlerini ezercesine öne çıkmaya çalışmaktadırlar.

“Beni de al! Beni de anlat!”

Kimler yok ki! Kötü adamlar, iyi adamlar, müflisler, kader kurbanları, daha niceleri. Kadınlar, erkekler, çocuklar… Hepsi burada, çalışma odamda, görünürde sessizler, ancak zihnimde kıyameti koparıyorlar.

Bir roman yazıyorum. Bol bol karakterim var. Her türlüsü. Ya zaman? Ya mekan?

“Hımmm! Biraz tarih kokmalı, biraz gizem, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz, biraz, biraz…! Hey siz, ikizler, kenara geçin şöyle! Romanımdaki kahramanlardan biri olur musunuz? Anlatın biraz, kimsiniz, sözünü etmeye değer ne var hayatınızda.”

İkizler uçarcasına kendilerini didişen karakter kalabalığının önüne atıyorlar.

“Ustam, anlatayım. Ben ve ikizim 1938’de Dersim’den Erzurum’un bir kasabasına sürülen bir ailenin çocuklarıyız. Annemiz, babamız, yakınlarımız anlatırlardı, neler çekmişler, neler yaşamışlar, zor günlermiş. Biz ikimiz göçten çok sonra dünyaya geldik ama hep Dersim’le yatıp, Dersim’le kalktık. Ailelerimizin o kadar canları yanmış hani. Fakirlik, işsizlik, sefalet diz boyu. Kardeşimle birlikte bir fırında çalışıyoruz. Genciz. Zincirlerimizi kırmak istiyoruz. Sene 1955. On sekiz yaşımıza yeni basmışız, kafamızda kavak yelleri esiyor, aklımızdan pembe düşler geçiyor. Bu ücra yerde daralıyoruz. İstanbul’a kaçmak istiyoruz ve bir gün zincirlerimizden boşanarak hayallerimizin peşine takıldık, İstanbul’a doğru yola çıktık.”

Aniden kart sesli yaşlı bir kadın önündeki onca karaktere aldırmadan dağıtır ortalığı ve lafı ikizlerin ağzına tıkar.

“Usta, usta! Ben bu ikisini tanıyorum. Madem roman yazıyorsun, beni de yaz. Benim adım Roza. Bana Beyoğlu’nda Kokina Roza derler, yani Kızıl Gül! Senin anlayacağın Kızıl Roza. Gençliğimde çok fettanmışım. Bir beğeneyim, kaçan kurtulmazdı elimden. Çok ocak yaktım, çok yuva yıktım. Şimdiyse bir düşkünler evindeyim. Kimsesiz, yapayalnız, tek başıma. Geçenlerde genç bir öğrenci kız arkadaşıyla birlikte beni ziyarete geldi. Babamın bana 1955 yılındaki doğum günümde imzalayıp hediye ettiği kitabımı bulmuş: Madame Bovary romanının ilk baskısı. Çok kıymetlidir. Kitap çok yıpranmış, ama bu öğrenci delikanlı kitabın sayfaları arasında üzerine “Beni kurtarın. İmdat!” diye yazdığım notumu bulmuş. Korkunç bir gündü. Tarih 1955’in 6 Eylül’üydü. Beyoğlu’nda pastane işletirdik, üst katta da evimiz vardı. Ne olduysa oldu, İstanbul çıldırdı. Biz Rumların malları, mülkleri yağmalanmaya, yakılıp yıkılmaya başlandı.İşte bu ikizler pastanemizin fırınında çalışırlardı. O gün ikisinden biri bana tecavüz etti. Diğerine ise âşıktım.”

Bir roman yazıyorum. Malzemem sonsuz. Galiba yolumu buldum. Karakterler bir giriyor, bir çıkıyor.

“Bir dakika bayım, benden bahsedildi. Beni duyuyor musunuz?”

Gümbür gümbür bir roman doğuyor.

“Söyle delikanlı. Sen de kimsin?”

“Ben Ethem efendim. O kitabı ben buldum. Üniversitede gazetecilik bölümünde okuyorum. Sahaflarda dolaşırken dikkatimi çekti. O kadar kitap yığını arasından çekip çıkardım, bir de ne göreyim, kitap Madame Bovary’nin ilk baskısı. Hemen aldım. O gün kız arkadaşım Esin’le buluşacaktım. Tarih 2012 Aralık sonu. Yeni yıla birkaç gün var. Her yer ışıl ışıl…”

Bir roman yazıyorum. Beyler biraz sessizlik!

Neil Gaiman

İnsanlar bana gelip, “Yazar olmak istiyorum. Ne yapmalıyım?” diye sorduklarında onlara “Yazmalısın,” diyorum. Onlar da bazen, “Bunu zaten yapıyorum. Başka ne yapmalıyım?” diye soruyorlar. Ben de, “Başladığın işi bitirmelisin,” cevabını veriyorum. Çünkü ancak bu şekilde, yani başladığınız işleri bitirerek bir şeyler öğrenebilirsiniz.

Eğer sadece ilham geldiği zaman yazarsanız oldukça iyi bir şair olabilirsiniz, ama asla iyi bir roman yazarı olamazsınız çünkü kelimelerinizin bugün için bir anlam ifade etmesi gerekir ve o kelimeler size ilham gelip gelmemesini beklemezler.

İlham gelmediği zamanlarda da yazmanız gerekir. Size ilham vermeyen sahneleri de öyle… İşin garip tarafıysa altı ay ya da bir yıl sonra geriye dönüp baktığınızda hangi sahneleri ilham geldiği için hangileriniyse yazmanız gerektiği için kaleme aldığınızı hatırlayamazsınız.

Bir şeyler yazarken her zaman için ilk taslakta yaptığım şeyin önemli olmadığına dair kendimi ikna etmeye çalışırım. İlk taslağınızı hiç kimse görmez. İlk taslağınıza hiç kimse önem vermez. Üzerine çok kafa yormuş olabilirsiniz, ama her ne yaparsanız yapın düzeltilebilir.

Şimdilik yalnızca kelimelerinizi kâğıda dökün. Hikâyenizi yapabildiğiniz herhangi bir şekilde kâğıda dökün, sonra da onu düzeltin. Yazım süreci büyülü bir şey olabilir… Genellikle de bir kelimeyi diğerinin ardına koymaya dayanır.

Ray Bradbury

Uzay yolculuklarına, panayır gösterilerine ve gorillere dair zevklerimi eleştiren birini asla dinlemedim. Buna kalkıştıkları zaman dinozorlarımı toplayıp odayı terk ettim.

Aşk. Âşık olun ve âşık kalın. Sadece âşık olduğunuz şeyi yazın ve yazdığınız şeye âşık olun. Doğru kelime aşk. Sabahları uyanıp sevdiğiniz bir şeyler, yaşamaya değecek bir şeyler yazmalısınız.

Eğer yazmak ve üretmek istiyorsanız Tanrı’nın yaratıp başıboş bıraktığı en görkemli budala olmalısınız. Hayatınızın her gününü yazarak geçirmelisiniz. Korkunç derecede aptalca kitaplar ve görkemli kitaplar okumalısınız, sonra da kafanızın içinde güreşe tutuşup güzelce dövüşmelerine müsaade etmelisiniz. Kimi zaman hoyratça kimi zaman da harika kavgalar… Kütüphanelerde pusuya yatmalı, kitapları parfüm gibi koklayabilmek için kitap yığınlarına bir merdiven misali tırmanmalı ve o çılgın kafanıza şapka niyetine kitap takmalısınız. Size ilham perinizle bir ömür boyu sürecek bir güreş maçı dilerim. Size çılgınlık, ahmaklık ve de delilik dilerim. Umarım histeri içinde yaşar ve bundan güzel hikâyeler çıkarırsınız. Bilimkurgu olsun ya da olmasın… Bu da, en nihayetinde, önümüzdeki 20,000 gün boyunca her gün âşık olacağınız anlamına geliyor. Ve bu aşktan yeni bir dünya yaratacağınıza.

Eh, kafanızı bir güzel karıştırdığıma göre attığınız korku dolu çığlıkları duymak için bu noktada kısa bir ara vermeme müsaade edin.

Robert Silverberg

Ben hiçbir zaman bir yazma kursuna katılmadım, katılmanızı da tavsiye etmem. Ara sıra yazma sanatı üzerine bir kitap okuduğum oldu, ama genellikle kafamı karıştırmaktan başka bir işe yaramadılar. Ben sanatımı sonsuz sayıda kurgu roman okuyarak ve yazarların istedikleri etkiyi vermeyi nasıl başardıklarını keşfetmeye çalışarak kazandım. Hikâyeye neresinden başlamalı? Nasıl bitirilmeli? Anlatımın içine ne kadar diyalog katılmalı? Tüm bunları aşağı yukarı on altı yaşımdayken öğrenmiştim. Çabuk öğrenen biriyimdir. Anlatılacak hikâyeleri olan gerçek dünyayı yeteri kadar tanımak, hikâye anlatma sanatını öğrenmekten daha zordu.

Sadık Yemni

Çok okunacak ve kalbinize, aklınıza en çok hitap eden kitaplar üçer beşer kez okunacak. Bu kural filmler için de geçerli. Özellikle başlangıç aşamasında kitaplar ve filmlerle ‘one night stand’ takılanların gri hücreleri yeterince idman yapamaz. Televizyon izlemeden duramayan, nomofob (cep telefonu keşi) olanlar ve internetsiz saatlere tahammül edemeyenler yazı işinde irtifa kazanamaz.

Aykırı olmaktan, anarşist damarı beslemekten korkulmayacak. İlhamşör, yani ilham erişiminde sürekli çevrimiçi durumunda bulunabilmek için at koşturulacak alan iyi tanınacak. Yoksa gelenin ilham mı, intihal mi olduğu belli olmaz. Cyrptomnesia (Normal ortamlarda bilinen ve geçerli bilginin kaynağının hatırlanmaması) radarı ancak bu şekilde keskinleşir.

Bir de çok önemli; akıl gönlün çok ilerisinde yürümeyecek. İnsana dair yüksek dozlu kurnazlığı kaldırmaz. Ve de biraz grafik bilgisi iyi olur. Geometrik bakış yazıya derinlik kazandırır.

Rasgele 🙂

Stephen King

Eğer bir yazar olmak istiyorsanız her şeyden önce mutlaka yapmanız gereken iki şey var: çok okumak ve çok yazmak.

Yazarlar iyi birer okur olmak zorundadır. Yazar olmak istediğini dile getirip de kitap okumaya vakit ayıramadığını söyleyen insanlara hiç tahammülüm yok. Cevap basit: Eğer kitap okumazsanız yazar da olamazsınız. Hemen hemen her şeyi okumalısınız. Buna ek olarak kendi stilinizi geliştirebilmek için yazmalısınız da.

Şebnem Pişkin

Sevgili yazar olma düşüncesindeki, hevesindeki ya da hedefindeki kıymetli dostum! Fuzulî belki de seni düşünerek zamanın ötesinden nasıl seslenmiş, dinle. Üstat diyor ki: Söylesem tesiri yok, sussam gönül râzı değil.

İşte bu noktada sevgili dostum şayet söyleyecek sözün, anlatacak hikayen, paylaşacak ilmin varsa bir an bile düşünme ve sarıl kağıda kaleme, ya da klavyene. Çünkü yazar, ancak söyleyecek sözü varsa yazar. Aksi takdirde susar. İkinci tavsiyem ise şudur ki kendini boş bir kap misali düşün ve ne zaman ki kabın dolduğunu hissedersen, işte o zaman yazmaya başla. Çünkü kabın dolu olursa parmakların klavye üzerinde bir piyanist misali gezinir ve kelimeler şelaleden boşalır gibi coşkuyla akar. Ama kabın dolu değilse bir yazdığını bir siler, ilerlemeyen bir hikayenin içinde hapsolup kalmanın azabını yaşarsın.

Yazarken keyif alıyor musun? Yazdıklarını okurken haz duyuyor musun? Her seferinde daha çok yazma isteğiyle doluyor musun? Yanıtın samimiyetle EVET ise kendine yazar diyebilirsin. Ama unutmaman gereken bir nokta daha var. Bu cümleyi iki gözünün tam ortasına yazmanı tavsiye ederim. Cümle şu: Her yazar, önce okur! Okumadan yazar olunmaz! Her okuyan yazar olmaz! Ama her yazar önce okur! İki gözünün ortasında bu cümlelerin sığacağı kadar yer var mı, bilmem ama işin sırrı bu sevgili dostum.

Benden şimdilik bu kadar. Umarım kalemin sağlam, hayal gücün engin ve yolun açık olsun.

Sevgilerimle,
Şebnem Pişkin

Terry Pratchett

Benimle iletişim kuran yazar adaylarının her zaman sorduğu bir sorudur bu. Aslına bakarsanız bunun benim için günlük bir rutin olduğunu bile söyleyebilirim. “Bir şeyler yazmaya başlıyorum; onları nasıl sonlandıracağımı bilemiyorum. Yazmaya vakit ayırabilecekmişim gibi görünmüyor. Fikirlerimi kâğıda dökebilecekmişim gibi görünmüyor,” diyorlar. Ben de onlara her zaman, “Düşün, bir yazar olmak istemene rağmen belki de kendine has yeteneğinin bu meslekte yatmadığını bir anlığına da olsa bir düşün,” diyorum.

Çocukken bir gökbilimci olmayı gerçekten ama gerçekten çok istiyordum. Matematiğe ya da onun gibi şeylere yeteneğim yoktur. Sayılarla aram iyidir ama bana ikinci dereceden bir denklem gösterdiğiniz anda beni kaybedersiniz. Yapmak istediğim şey uzaya hayran hayran bakmaktı, fakat bir gökbilimcinin yapması gereken şey tam olarak bu değildir.

Sanırım yazar olmak isteyen çoğu kişinin gerçekte istediği şey kitaplarının yazılmış olması. Bu daha da zor. Demek istediğim şey şu: “Bak, eğer bir boksör olmak isteseydin Mike Tyson gibi biri sana, ‘Tamam, spor salonuna gitmelisin. Doğru türden şeylerle beslenmelisin. Koşu antrenmanları yapmalısın. Yıllarca hiç durmadan çalışman gerek ve bu çok zor olacak,’ deseydi onu dinler ve siz de ona, ‘Tamam Mike,’ derdiniz.” Bu yüzden ben de yazarlara çok kitap okumalısınız diyorum, aslına bakarsanız altınıza kitap kaçıracak kadar çok. Dışınıza taşacak kadar çok. 20’nci yüzyılın popüler kültürüyle iç içe olmalısınız. Zihninizi ilham verebilecek her türden şeye karşı açık tutmalısınız. Bir bilgisayarın karşısında saatlerce oturmalısınız. Ayrıca dilbilgisi, noktalama ve heceleme kurallarını hayatınızın bir parçası hâline getirmelisiniz.

Aslına bakarsanız insanlar tam bu noktada benimle tartışmaya başlıyor. Bu işin bundan daha kolay olması gerektiğini düşünüyorlar. Ama öyle değil. Bir süre sonra o kadar da zor gelmez çünkü kendi tekniğinizi geliştirmiş olursunuz. Ama her bir parçası diğer pek çok şey kadar zordur. Görünüşe göre pek çok kişi yazamamalarının sebebinin bir tür dış etkinin kendilerine müsaade etmemesi olduğuna giderek daha fazla inanmaya başlıyor (buna sebep olan şeyin ne olduğunu bilmiyorum). Sanki gerçek kaderleri olan yazarlığa ulaşamamaları için galaksi onlara komplo kuruyormuş gibi…

İnsanlar bana mektup yazıp benden tavsiye istiyorlar. Eğer kibar bir anıma denk gelirse onlara yazı yazmak üzerine yaklaşık 400 kelimelik bir cevap gönderiyorum. Bu değerli bir kaynaktır. Ama insanlar uzun bir süre boyunca oturmalarını ve çok sıkı çalışmalarını söylediğinizi duymak istemiyorlar. Duymayı arzu ettikleri cevap bu değil.

Ursula K. Le Guin

Okuyun ve yazın. Bazı yazarlara yazmaları gerektiğini söylemeniz gerekir. İşlerinin ajanslarla buluşup tecrübe edinmek olduğunu, böylece zengin ve ünlü olacaklarını zannederler. Ama asıl işleri yazmaktır. Bazıları bunun farkına varmaz. Ve kitap okumazsanız bir şeyler yazamazsınız.

Bir sanatçı olarak eğitim görmeyi seçmek riskli bir iştir. Sanat yetenek isteyen bir iştir ve ona yıllarınızı vermenize rağmen maddi karşılığı çoğunlukla çok azdır – ya da hiç. Bir dansçı, müzisyen, ressam ya da yazar olmak isteyen çocukların hayallerden çok daha fazlasına ihtiyaçları vardır. Olmak istedikleri şeyi nasıl yapacaklarını öğrenmeye dair ciddi bir sorumluluk almaları, hatalar ve cesaret kırıcı olaylar yaşayarak bu yolda ilerlemeye devam etmeleri gerekir. Hayaller güzeldir, fakat bir sanatçının ihtiyacı olan asıl şey tutkudur. Çalışmaya duyulan tutku. Zor zamanlarla başa çıkmanızı sağlayacak tek şey budur.

Sanırım bu yüzden genç yazarlara yapacağım tavsiye hem bir uyarı hem de bir dilek niteliğinde olacak: Muhtemelen size metelik bile kazandırmayacak çok ama çok zor bir meslek seçtiniz. Bu yüzden size kazanç getirecek türden bir yetenek edinin ve yaşamanızı idame ettirin! Belki de çalışmanızın karşılığını işinizin kendisinde bulabilirsiniz ve bu da size neşe verir.

Yorum Yap

Exit mobile version