in ,

Saygın Ersin: “Öyle Fantastik Şeyler Yaşadık ki Fantastik Bir Kurgunun Bile Görmezden Gelme Şansı Olamadı”

Saygın Ersin ile son kitabı “Ateş ve Bedel”i, “Yedi Kartal Efsanesi” ile “Pir’i Lezzet”in doğuşlarını ve sıradaki projelerini konuştuk.

Saygın Ersin - Ateş ve Bedel Söyleşisi
- Reklam -
- Reklam -

Saygın Ersin ile gerçekleştirdiğimiz keyifli bir söyleşi ile sizlerleyiz. Üstelik bu defa soruların ardında, yazarın son kitabını yayıma hazırlayan Nazlı Berivan Ak ve Tamer Sağcan ikilisi yer alıyor.

Çağdaş fantastik edebiyatın öncü yazarlarından Saygın Ersin Yedi Kartal Efsanesi’nin devam kitabı ile yıllar sonra bir kez daha okurları kendine has büyülü dünyasına davet ediyor. Zülfikar’ın Hükmü ve Erbain Fırtınası’nın ardından Ateş ve Bedel artık tüm kitapçılarda.

Yedi Kartal Efsanesi’nin devam kitabında Ersin bir kez daha bu toprakların kadim efsanelerini fısıldıyor, yepyeni bir evren yaratıyor, hatta yeni bir dil türetiyor. Kayıp Rıhtım olarak bu kez editörleri sorsun, Saygın Ersin anlatsın, özellikle kurduğu kurgu evreninin detaylarına girsin, sadık okurlarının merakını gidersin, yeni okurlarına yol göstersin istedik.

- Reklam -

İkisi de hem yazar hem yayıncı olan Nazlı Berivan Ak ve Tamer Sağcan sordu, Saygın Ersin anlattı: Karşınızda fantastik edebiyatın imkanlarından Yedi Kartal Efsanesi evreninin gizemlerine, projelerden hazırlıklara dolu dolu bir sohbet.

Editörleri Soruyor, Yazarı Yanıtlıyor: Saygın Ersin ile Söyleşi

“Yedi Kartal Efsanesi”nin fikri ilk nerede, nasıl düştü aklına?

Sadece benim değil, iki binli yılların başlarında birçok kişinin aklına düşmüştü yerli bir fantastik roman yazmak. Çok kışkırtıcı, motive ediciydi bu atmosfer. Fikirlerinizi paylaşabileceğiniz, aynı dili, aynı umudu paylaşabileceğiniz birçok kıymetli insanın zihnen bir araya geldiği büyülü bir zaman dilimiydi. Yazmak için beni asıl cesaretlendiren bu ortam, bu atmosfer oldu sanırım.

Yedi Kartal Efsanesi’nin kurgusu ise yüksek lisans tezimi yazmaya çalışırken çıktı. ‘Sıkılmak’ gerçekten müthiş bir duygu. Ne tarafa evrileceği hiç belli olmuyor. Tez yazma, daha doğrusu yazamama sürecinin yarattığı baskı ve sıkıntı o kadar büyüktü ki, sanırım aklım kendini korumak için romana kaçıverdi…

Saygın Ersin
Saygın Ersin

Sonunda “Yedi Kartal Efsanesi”nin üçüncü kitabı “Ateş ve Bedel” okurlarıyla buluştu. Yayın macerası enteresan serinin, anlatır mısın okurlara, kitap ilk yayıncısını ve son yayıncısı bizi nasıl buldu?

İlk yayıncımı bulmamda Orkun Uçar’ın payı büyüktür. Orkun’un yardımıyla İyi bir başlangıç yaptığımı söyleyebilirim. Mutlu olduğum bir diğer konu da ilk yayınevimin Cağaloğlu’nda olması. O atmosferin son yıllarına yetiştim, o yokuşu tırmandım…

Son yayınevimi bulmam ise çok ilginç oldu. 2010 yılıydı, hayatımın ilk ‘kariyer krizini’ yaşıyordum ve yeni bir yayınevi arıyordum. April Yayınevi’ni uzundur gözüme kestirmiştim zaten. Tek kelimeyle ‘yepyeni’ bir yayıneviydi çünkü. Yayın tarzı, tavrı, tercihleri ve tasarımıyla yepyeniydi. Ankara merkezli olması da beni ayrıca cezbetmişti. Ulaşmaya çalıştım ama başaramadım. Telefonlarım açılmadı, Ankara’daki arkadaşlarımı yayınevinin kapısına gönderdim, yine olmadı. April meçhule karışmıştı adeta. Ben de umudu kestim ve başka bir yayıneviyle sözleşme imzaladım.

Bundan yaklaşık on gün sonra bir telefon geldi. Bir kadın bana, “April yayıncılıktan aradıklarını, genel yayın yönetmeni Egemen İpek’in benimle görüşmek istediğini,” söylüyordu. Kesinlikle işletildiğimi düşündüm. Hatta telefondaki kadına sitem bile ettim, “Böyle işletmek olmaz, ayıp oluyor…” diye. Kendisinin sonradan editörüm olacak sen olduğunu henüz bilmiyorum tabii. Telefon aktarılıp, Egemen’in sesini duyunca durumun ciddiyetini kavradım. Egemen İpek bana “Yedi Kartal Efsanesi’ni yayınlamak istediğini” söylüyordu. Ben de April’e ulaşmak için çok çabaladığımı ve daha on gün önce başka bir yayıneviyle sözleşme imzaladığımı anlattım. Meğer yayınevi Ankara’dan İstanbul’a taşınıyormuş. İletişim kopukluğu bu yüzden yaşanmış. Karşılıklı hem çok mutlu olduk hem de çok üzüldük. Ama birbirimizden vazgeçmedik. Başka bir projede çalışmak için sözleştik…

Seri romanların arasındaki sürenin uzaması, daha çok George R.R. Martin ile aşina olduğumuz bir durum, ancak “Yedi Kartal Efsanesi”nde Martin’in bu rekorunu kırdın. “Erbain Fırtınası” ile “Ateş ve Bedel” arasında 17 yıl var. “Ateş ve Bedel”de de bu geçen süre kadar olmasa dahi, evrenin karakterlerini son görüşümüzün üzerinden epey yıllar ve olaylar geçtiğini görebiliyoruz. Roman evrenindeki bu atlayış, Türkiye’nin 17 yıllık sürecinden ne kadar etkilendi?

Sorunun cevabı, bu sorunun sorulabilmesinde yatıyor aslında. Genelde fantastik kurguların takvimleri ve gündemleri kendilerine özgüdür ve izoledir. İzler ve semboller taşırlar ama dünyanın gündeminden fazla etkilenmez. İngiltere başbakanı, Hogwarts’ın çok umurunda değildir ya da Trump’ın gelmesi – gitmesi Taht Oyunları evreninde pek bir yansıma bulamaz. Fakat biz öyle muhteşem bir ülkeyiz ki, öyle fantastik şeyler yaşadık ki bu on yedi yılda, fantastik bir kurgunun bile görmezden gelme şansı olamadı. Ergenekon davaları süreci mesela. Kitapta neredeyse olduğu gibi kullandım ve bir fantastik kurgunun içerisinde zerre kadar sırıtmadı.

İlk iki kitapta olay örgüsü yaşadığımız, bildiğimiz mekânlar ve şehirlerde geçiyordu. “Ateş ve Bedel” ile birlikte tamamen kurgusal bir evrene, Ateş Diyarı’na geçiş yapıyorsun. Yazarken bu geçiş esnasında seni zorlayan unsurlar oldu mu? Varsa neler?

Tamamen geçmiyoruz aslında. Kurgunun bir ayağı yine bu dünyada, bildiğimiz şehirlerde geçiyor. Ama evet, kurgunun ağırlığı, aslında ağırlığı da demeyeyim de gürültülü ve heyecanlı kısmı Ateş Diyarı’nda geçiyor. İki yönden zor oldu bu geçiş. Birincisi, ki bu daha tatlı olan zorluktu, Ateş Diyarı’nı keşfetmek, hayal etmek, kurgulamak titizlik gerektiren bir işti. Her ferdinin ‘meleklerin kanıyla’ doğduğu, yani herkesin büyü yapabildiği bir dünya çünkü Ateş Diyarı. Sırf bu özellik bile kültürden dile, yaşam tarzlarından siyasete hatta savaşma biçimlerine kadar her şeyi değiştirdi, bütün ezberlerimi bozdu. Ateş Diyarı’nda geçen sahneleri yazarken, burasının bambaşka bir yer olduğunu, bizim dünyamızda geçerli kural ve klişelerin bu diyarda işlemeyebileceğini sürekli kendime hatırlatmak zorunda kaldım.

İkinci ve daha büyük olan zorluk ise, okuyucuyu bu yeni diyara geçirmekti. En başından beri bunun ne kadar önemli olduğunu biliyordum. Sadece Ateş ve Bedel’in değil, gelecek dördüncü kitabın da kaderini belirleyecek kadar kritik bir noktaydı bu. Başardık sanırım… Çoğul konuşuyorum, çünkü bu hayati eşiğin atlatılmasında, Ateş Diyarı’nın okuyucuya başarıyla aktarılmasında Nazlı’nın ve senin de büyük katkısı var. Okurlara da, sizlere de bir kez daha teşekkür ederim.

Ateş ve Bedel: Yedi Kartal Efsanesi 3. Kitap - Saygın Ersin

“Yedi Kartal Efsanesi”ne adını da veren Yediler serinin başından bu yana asla tam olarak yedi kişi olamadı. Roman evreninin gelecek tasavvurunda tam anlamda bir araya gelmiş Yedi ustayı bir arada görebilecek miyiz?

İnanın bana söylenene kadar bunun farkında değildim. Evet, Yediler asla tam yedi kişi olamamış. Çok ilginç… Hikâyenin geldiği ve gideceği yeri düşünerek söylüyorum, yedi ustayı bir arada görmemiz çok zor görünüyor. Hatta bilmece gibi de bir spoiler vereyim: Sekiz usta olmaları bile yedisinin bir araya gelmesinden daha yüksek bir olasılık.

- Reklam -

Bu roman serisinin en vurucu noktalarından birisi de kadın karakterler. Bu karakterleri oluştururken ilham aldığın insanlar oldu mu? Yoksa Niran, Elif, Bengi gibi karakterler ilhamdan bağımsız tasavvurundaki kadın imgesini mi temsil ediyor?

Gerçek hayattan ilham alarak daha doğrusu modelleyerek oluşturduğum karakter çok az. Üç diye hatırlıyorum. Haydi kim olduklarını da söyleyeyim: Elif, Salih Usta ve Doğan, biraz da Sarp Yüzbaşı. Bu karakterler de kurgu içerisinde evrimleşip zaman zaman beni bile şaşırtan bir özgünlüğe ulaştılar zaten. Diğer karakterler, özellikle Niran, Bengi ve karanlık taraftaki Kamer-i Hail, bendeki kadın imgesinin yansımaları. Kadınların kalabalık ve baskın oldukları geniş bir ailede büyüdüm. Bilinçüstü ve bilinçaltı dağarcığımda kadın imgesi bu yüzden zengin sanırım…

Elif karakteri, serinin her kitabında ayrı bir sürpriz etkisiyle okurun karşısına çıkıyor. İlk kitapta bulunamayan, ikinci kitapta ihanet eden, üçüncü kitapta ustaları karanlıktan kurtarmak için mücadele eden bir karakter. Ancak bunları yaparken kendi fikirlerinin değişmezliğini ve haklılığını vurgulamakta da bir o kadar başarılı. Serinin kaderi Elif’in seçimlerine bağlı diyebilir miyiz? Bize biraz Elif’i anlatabilir misin?

Biz de Elif ile gerçek anlamda Ateş ve Bedel’de tanıştık diyebilirim. Açık konuşmak gerekirse, ilk kitapta Elif bir imgeden, çokça da bir ihanet imgesinden daha fazlası değildi. Elif’in sonrasında ne yapacağını, nasıl bir rota çizeceğini ben de çok iyi bilmiyordum. Elif, kendisini Ateş ve Bedel’de buldu ve tezatlarla dolu bir kadın çıktı ortaya. Salih Usta ile ilişkisi mesela. Salih Usta’yı tartışmasız bir şekilde çok seviyor ama üzmekten hatta hayatına kast etmekten çekinmiyor ve en önemlisi, bunları yapması, sevmeye devam etmesine engel olmuyor. Elif hiç öfkelenmiyor ama çok acımasız olabiliyor. Plan yapmaktan nefret ediyor ama hedefini de aklından bir an olsun çıkarmıyor. Sorun sevmiyor ama sorun çözmekten de büyük bir haz alıyor. Dediğim gibi, ben de yavaş yavaş tanıyorum Elif’i. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim, hiç tekin bir kadın değil.

Ateş dili üzerinde epey çalışılmış yeni bir yapay dil. Ancak kitapta bu dille yoğun bir şekilde karşılaşmıyoruz. Ateş dilini kurgularken nasıl bir yol izledin? Etkilendiğin başka diller oldu mu?

Arkaik bir dil olmasını, kulağa çok eski, hatta ilkel gelmesini istedim ve bu yüzden fonetik model olarak bilinen en eski dili, Sümerceyi örnek aldım. Bir yapay dil oluştururken izlenecek yöntem belli zaten. İşe fonetikle başlamanız, dilin ‘kulağa nasıl geleceğine’ en baştan karar vermeniz gerekiyor. Sonra ‘semantik’ kısmı geliyor. Bu aşamada dilin kavramları nasıl anlamlandıracağı ve nasıl anlam üreteceğini düşünüyorsunuz. Son olarak da, basit gibi görünen ama en zahmetli aşama olan gramer geliyor. Bu aşamada bir tür mühendislik yapıyorsunuz ve bütün o zarfları, ekleri, kökleri yerlerine oturtmaya çalışıyorsunuz.

Rastlantılar, kesişmeler, tuhaf karşılaşmalar derken sıra “Pir-i Lezzet”e geliyor. Kitabın yazım hikâyesini anlatır mısın?

Aslında yukarıda anlattığım hikâye, Pir-i Lezzet’e giden yolun ilk adımları. O telefon konuşmasından sonraki ilk İstanbul seyahatimde Egemen İpek ile buluştuk. Bana başka bir roman fikrim olup olmadığını sordu, “Yemekle büyü yapabilen bir Osmanlı aşçısının hikâyesi var,” deyiverdim. Bu fikir bir süredir aklımdaydı ama ilk defa söze döküyordum. Egemen öyle bir heyecanlandı ki, o heyecanı bana da yansıdı. Aslında benden beklenen (benim de kendimden beklediğim) Ateş ve Bedel’i yazmamdı ama süreci o an durdurup Pir-i Lezzet’i önceye aldım. (İsmi bile Pir-i Lezzet değildi o sıralar. ‘Osmanlı Aşçısı’ kod ismiyle anılıyordu aramızda) Çok ciddi bir araştırma yapmam gerekiyordu. Bunu dile getirince yayınevim bana ‘böyle detayları kafama takmamamı’ söyledi ve benden bir okuma listesi istedi. Listeyi gönderdikten iki hafta sonra İzmir’deki evime birkaç koli kitap geldi ve çalışmaya başladım. Araştırma sürecini tamamlayınca yayınevini aradım, “kitap bir buçuk ay sonra sizde” dedim ve dosyayı bu telefon görüşmesinden tam bir buçuk sene sonra teslim ettim. Bu süre zarfında yayınevimden de en ufak bir baskı görmedim. Böyle mutlu, rahat ve samimi bir ortamın ürünüdür Pir-i Lezzet.

Pir-i Lezzet Dizi - Saygın Ersin

Böylesine çok dile tercüme edileceğini tahmin eder miydin “Pir-i Lezzet”in peki? Sırrı neydi sence romanın?

Şaşırmadım diyebilirim. Pir-i Lezzet’in yurtdışında ilgi çekebileceğini tahmin ediyordum. Sırrı sanırım temel cümlesinin yalın, merak uyandırıcı ve her dilde kolayca anlaşılabilir olmasında: ‘Yemekle büyü yapabilen bir Osmanlı aşçısının hikâyesi’. En meraksız yayıncının bile birkaç sayfasına göz atmak isteyeceği bir hikâye vaadi bu. En güçlü taraflarından biri bu sanırım.

Dijital platformların iyi içerik peşinde olduğu bugünleri nasıl değerlendiriyorsun? Edebiyatımız, hikâye anlatıcılığımız farklı bir evreye geçiyor olabilir mi?

Her anlamda değerlendirmeye çalışıyoruz…

Şaka bir yana, son zamanlarda camiada en çok konuşulan konu bu. Yayıncılığımız, dizi – sinema sektörü için önemli bir ‘hikâye sağlayıcısına’ dönüşüyor. Ama bu bir trend mi yoksa kalıcı bir işbirliğine dönüşecek mi onu kestirmek zor. Bu işten en karlı çıkan yazarlar oldu diyebilirim. Aklımıza gelen hikâye fikirleri için birçok seçeneğimiz var artık. Bir fikri romana dönüştürmek hâlâ ilk sırada duruyor olsa da, aynı fikri dizi ya da film formatına dönüştürmek giderek daha cazip ve işlevsel bir hale geliyor. Klasik süreçte bir fikir önce roman haline getirilir, sonra sinemaya uyarlanır ya, ben yakın bir gelecekte bunun tersine döneceğine, hikâyeleri önce dizi ya da film olarak izleyip ardından romanlarını okuyacağımızı düşünüyorum.

Bugünlerde elinde neler var, nelerle uğraşıyorsun?

Tabii ki Taşlar ve Kapılar var. Ateş ve Bedel’in devam kitabını da bu sene içerisinde yayımlamayı planlıyoruz. Bunun dışında üzerinde çalıştığımız bir dizi, bir film, bir de çizgi roman projesi var ama üçü için de bir şey söylemek için henüz erken…


Saygın Ersin ve eserleri üzerine görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, fantastik kurgu dünyasından daha fazla içerik için bizleri Google News’ten takibe alabilirsiniz.

Konuk Yazar

Siz de Kayıp Rıhtım'da konuk yazar olabilirsiniz!

İletişim: [email protected]

2 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Vordue Vordue dedi ki:

    Pir-i Lezzet’i yeni bitirdiğim ve tadının hala damağımda durduğu bir zamanda denk geldi röportaj :smile: Keyifle okudum, elinize sağlık.

  2. Avatar for MelihAntepli MelihAntepli dedi ki:

    Güzel bir söyleşi olmuş. Bir Faruk Duman söyleşisi de bekleriz @magicalbronze :slightly_smiling_face:

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Stephen Hawking'in Kara Delik Teorisinde Korkutan Gelişme

Evrendeki Her Şey Yok Olacak: Stephen Hawking’in En Ünlü Teorisi Yıllar Sonra ‘Revize Edildi’

Bird Box Barcelona Fragmanı

Josh Malerman Uyarlaması “Bird Box”ın Devam Filminden Yeni Fragman