Stephen King imzalı Enstitü incelemesi sizlerle. 2019 Eylül’ünde yayınlandığında Stephen King’in Türkiyeli okurları olarak çok heyecanlandık. Türkiye’de 2021 Ocak ayında Altın Kitaplar tarafından yayınlandı ve Kral’ın O ile karşılaştırılan bu güzel kitabını dilimizde okuma fırsatı bulduk.
Enstitü ve Stephen King’in Unutulmaz Roman Kişileri
Göz (Carrie) adlı ilk romanı yayınlayalı tam 47 yıl olan Stephen King, birkaç neslin sevdiği bir yazar. Bu her yazara kısmet olacak bir başarı değil. Onu ilk romanından beri takip eden okurlarına nostaljik bir his verirken çağın okurlarının ilgisini çekecek yeni fikirleri her zaman bulabiliyor ve neredeyse her yıl bir kitap yayınlıyor.
King’in hiçbir zaman fikir kıtlığı çekmediğini biliyoruz. Başka yazarların burun kıvırdığı birçok “klişe” konuyu harika eserlere dönüştürdü: İçine şeytan kaçmış bir araba, köpekten korkup arabanın içinde sıkışan insanlar, bir kasabanın üzerinde birden bir kubbenin belirmesi, zombi kediler.
Tabii milyonlarca insan King’i bu fikirler için okumuyor, onun yarattığı harika karakterlerde kendilerinden bir şeyler buluyorlar. Korku öğesi bir arabadan doğsa da asıl korkunun liseli bir öğrencinin akranları tarafından dışlanmasında yattığını fark ediyor okuyucular.
King tarafından yazıldığını bilmeden Enstitü’nün sinopsisini okusanız “öff, yine mi ergen distopyası” dersiniz: Gizli bir kuruluş, üstün güçleri olan çocukları kaçırıp güçlerini ortaya çıkarmak için onları acı dolu deneylere tabi tutar.
King’den bahsediyorsak bu hikâyenin bununla kalmadığını biliriz. King bu görece basit anlatıyı çok canlı roman kişileriyle donatıyor: İyilik yapmak için biraz dikkatsiz davranan ve bu yüzden emekliye ayrılması istenen eski polis Tim Jamieson, Lee Child’ın ünlü kahramanı Jack Reacher’ı andırıyor. İşini iyi bilen, dürüst bir adam. Kendini hayatın akışına bırakmış. Hikâyeye de tamamen tesadüf eseri dâhil oluyor. “Büyük olaylar küçük dönüm noktalarıyla başlar.”
Luke Ellis hikâyenin merkezindeki ikinci kişi. Henüz on iki yaşında ama olağanüstü bir zekâsı var. Ama Enstitü tarafından fark edilmesinin sebebi bu değil. Zayıf bir telekinezi gücü var. “Gözleriyle boş bir pizza tepsisini yere düşürecek” kadar.
Bu iki ana karakterin etrafında onlarca ilgi çekici kişi var. Kitapta az yer kaplasa da kafayı komplo teorileri ile bozmuş meczup bir kadın olan Annie; DuPray kasabasının cesur sakinleri; Enstitü’de yaptıkları bu şeytani işi seven, zevk alan, vicdan azabı duyan görevliler ve onların arasında hikâyenin akışını değiştiren Maureen Alvorson adındaki hizmetli.
Ve çocuklar. Her biri farklı kişilikte ve yetenekte masum onlarca çocuk.
Zaten Enstitü romanının O’ya (It) benzetilmesinin sebebi de bu. Bu romanda da aynı O’da olduğu gibi bir grup çocuk, kötülüğe karşı birlikte mücadele ediyor. Farklılıklarını kabul edip birlik oluyorlar.
Enstitü’nün en bariz farkı kötülüğün dünya dışı/insan dışı bir yerden gelmemesi. Kötülük, bilinçli ve sistemli bir şekilde insanlar tarafından yapılıyor. Bu insanlar, çocuklara yaptıklarını kötülük olarak tanımlamıyor tabii. Daha büyük kitlelerin güvende kalabilmesi için Enstitü’nün var olması gerektiğini ve birkaç çocuğun bu yolda feda edilmesinin önemli olmadığını söylüyorlar.
“Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür.”
Hem Eski Hem Yeni
Enstitü, yazarın sadık okurları için birçok tanıdık öğe içeriyor. Örneğin DuPray tam bir King kasabası, Derry gibi. Elbette DuPray gerçek bir yer ama romandaki kasaba sakinleri tamamen kurmaca (tabii bunu yalnızca King bilebilir).
Birbirine destek çıkan eski kafalı insanlarla dolu güzel, sakin bir kasaba DuPray. Bir tesadüf eseri oraya uğrayan Tim’i başta kabullenemeseler de bekçiyken yaptığı bazı iyi şeyler sayesinde onu bağırlarına basıyorlar. Tim’in o kasabada yaşadıkları, romanın çok küçük bir kısmını kapsasa da büyük bir keyifle okudum ve oraya dair daha çok şey okumak istedim. Bir King kasabasında dolaşmanın keyfini bambaşka.
Kasabaya yaptığımız bu kısa ziyaretten sonra Luke Ellis’in kaçırılıp Enstitü’ye getirilmesiyle, bilimkurgu tadı aldığımız heyecan dolu bir hikâye başlıyor. King’in romanlarını okuyanlara tanıdık gelen onlarca öğeyle dolu yeni bir macera bu.
Okurken nostalji hissiyle doldum. Enstitü’deki çocukların her birinde belirli oranda telekinetik veya telepatik güçler var. Romanda böyle denmese de içimden bu güçlere “ışıltı” demek geçti.
Tepki’deki (Firestarter) Charlie veya Göz’deki (Carrie) Carietta White, pekâlâ Enstitü’nün tutsaklarından biri olabilirdi. Romanın bir yerinde Jerusalem’s Lot kasabasının ismini okuyunca ürpertici bir gülümseme geçti yüzümden. Enstitü’deki en yetenekli çocuk olan Avery’nin odasının duvar kağıdında balonlu palyaço desenlerini görünce tüylerim diken diken oldu. Peki ya Enstitü’ye getirilen ve bir örnek giyinen ikiz kız çocukları Gerda ve Greta’ya ne demeli? (Allah’tan bu çocuklar o kadar korkunç değiller). Ve illa ki Kara Kule: Çocukların güçlerinin bir silah gibi kullanılması aklınıza “kırıcılar”ı getirmedi mi?
Bunca benzerliğe rağmen Stephen King, yine yepyeni bir hikâye yazmayı başarmış. Çünkü bu romandaki hiç kimse tek başına olağanüstü güçlere sahip değil. Çünkü bu romanda kötülük akıl almaz bir yerden gelmiyor. Çünkü akıl, bilgi ve cesaret bu romanda özel güçlerden daha çok yer kaplıyor.
King, çocukların gücünü azaltmış ve yüzyıllardır süren güçlünün zayıf üzerindeki tahakkümünü sarsıcı bir şekilde ortaya koymuş. Birazcık güç elde edebilmek için Enstitü’de aylarca işkence edilen çocuklar işe yaramadıkları anlaşılınca sefil bir ölüme terk ediliyorlar. İnsanın aklına hayvan deneyleri de geliyor, Auschwitz de.
Bu zulümden kurtulmanın tek yolu birlik olmak. Dirençleri kırılmış bu çocukların toparlanıp o zayıf güçlerini birleştirmeleri gerekiyor. Dostluk, sevgi ve fedakârlık bunu sağlıyor ama asıl ateşi, o üstün zekâsıyla Luke yakıyor. Tim de cesaretiyle harlıyor.
Luke’un hikâyesi bana King’in Rita Hayworth’u Seven Adam öyküsünü hatırlattı. Luke da Andy Dufresne gibi bilginin gücünü kullanarak bu cehennemden kurtulmanın yollarını arıyor. Çünkü Enstitü’nün yetkilileri ve çalışanları onun zekâsını önemsemiyorlar. Aslında hiçbir çocuğun yeteneğini önemsemiyorlar. Çünkü onlar üzerinde kurdukları korku dolu baskı ve yaptıkları insanlık dışı deneylerin onları edilgin kıldığının farkındalar. Ayrıca, yıllar boyu süren bu gücün getirdiği güvenden kaynaklanan bir dikkatsizlik hâkim Enstitü’de.
Tüm bunlar kurgunun ivmelenmesi için gereken koşulları sağlıyor. Hikâyenin patron olduğuna inanan King bizi bir an olsun bırakmıyor. 612 sayfayı heyecanla çeviriyor, tanıdık ve yeni hislerle bu güzel kitabın kapağını kapatıyoruz.
Stephen King ve Donald Trump
Stephen King, romanlarını ideolojilere kurban etmez. Hiçbir zaman politik güdülerle roman yazmamıştır. Enstitü’de de politik bir arka plan yok ama bu roman yazıldığında Donald Trump Beyaz Saray’daydı ve King onu hiç sevmediğini her fırsatta dile getiriyordu.
Enstitü’de de zaman zaman Trump’ı anıyor. Hatta Trump’la ilgili attığı bir Tweet’te geçen ifadeyi romanına aynen alıyor:
Trump posted the wrong approval numbers and says wind turbines cause cancer. If brains were black powder, the guy couldn't blow his nose.
— Stephen King (@StephenKing) April 11, 2019
“Trump yanlış anket rakamlarını verdi, üstüne bir de rüzgâr tribünleri kanser yapar diyor. Beyinler baruta dönüşse bu adam burnunu bile patlatamaz.”
Çeviri, Editörlük, Baskı
Ben 3. baskıyı okudum (Mart 2021). Enstitü romanının çevirisi farklı türlerde onlarca kitap çevirmiş iyi bir çevirmene, Doğanay Banu Pinter’e teslim edilmiş. Çeviri kokusu gelmeyen çok akıcı bir çeviri.
Özellikle yerlileştirmeler çok iyi. Birkaç güzellik:
Sayfa 14:
“Al gülüm ver gülüm, diyorsunuz yani,” diye karşılık verdi Tim sırıtarak.
“Almak vermek falan yok ama arabama binebilirsin.”
…
“You scratch my back and I scratch yours,” Tim said, grinning.
“There will be no scratching of any kind, but you may get in.
(Yaklaşık çevirisi:
“Sen benim sırtımı kaşırsan ben de seninkini kaşırım,” dedi Tim sırıtarak.
“Hiçbir şekilde kaşınma olmayacak, ama binebilirsin.”)
Aynı sayfa:
Trump ve ahbap çavuşları hepsini geri aldılar. Zaten eşek hoşaftan ne anlar.
…
Trump and his cronies took it all back. They understand culture no more than a donkey understands algebra.
(Yaklaşık çevirisi:
Trump ve arkadaşları hepsini geri aldı. Bir eşek cebirden ne kadar anlarsa onlar da kültürden o kadar anlar.)
Sayfa 86:
“İkisi de olur ama ben olsam daha ender bulunur derdim. Nadirdir kuşdili gibi oluyor biraz.”
…
“Either is okay, but I’d go with more rare. Rarer sounds like you’re trying to start an outboard motor.”
Buradaki sözcük oyunu şahane aktarılmış. Özgün metinde “rarer” ifadesi tekne motoru sesine benzetilmiş. Çevirmenimiz güzel bir karşılık bulmuş.
Sayfa 173:
Avery, Luke’a baktı. “Tamam. Bir hödüğün kafasına radyo düşmüş ama adam ölmemiş. Neden?”
Luke, Avery’ye insanların kibar bir toplulukta hödük gibi kelimeler kullanmadıklarını söylemeyi düşündü, ama sonra kibar topluluğun bulundukları yerde var olmadığını hatırlayarak, “Bilemedim,” diye karşılık verdi.
“Çünkü, radyoda hafif müzik çalıyormuş.”
“Tabii ya. Peki, sık sık ishal olan böceğe ne denir?”
“Tuvalet sineği mi?”
“Hayır, cırcırböceği! Haydi, uyu artık.”
…
Avery looked at Luke. “Okay. The big moron and the little moron were standing on a bridge, see? And the big moron fell off. Why didn’t the little one?”
Luke considered telling Avery that people no longer talked about morons in polite society, but since it was clear that polite society did not exist here, he just said, “I give up.”
“Because he was a little more on. Get it?”
“Sure. Why did the chicken cross the road?”
“To get to the other side?”
“No, because she was a dumb cluck. Now go to sleep.”
Şakalar sözcüğü sözcüğüne çevrilmemiş. Öyle yapılsaydı çiğ bir çeviri olurdu. Benzer karşılıklar bulmak çok daha iyi olmuş.
Bazı Hatalar
Binlerce kelimeden oluşan bu kalınca kitapta birkaç hata var. İyi bir düzelti ile üstesinden gelinebilecek hatalar elbette. Meraklı bir okur olarak gözüme takılanlar:
Sayfa 11:
Kusursuz derece normal boyunu (bir elli beşten azıcık uzundu) sergileyecek şekilde doğruldu, gözlüklerini burnunun üzerinde geriye itti ve elini kaldırdı.
Bir terslik olduğunu fark ettiniz, değil mi?
1.55 anormal bir boy olmasa da özellikle boyu normal diye anılan bir adam için çok kısa.
Özgün metne bakalım:
He stood up to his perfectly normal height (five-ten and a fraction), pushed his glasses up on his nose, and raised his hand.
Biz nasıl 1 metre 70 cm bir insana kısaca 1.70 diyorsak İngilizcede de 5 feet ve 10 inch olan bir insana 5.10 deniyor. Yani adamın boyu metrik sistemde 1.78 civarı, 1.55 değil.
Sayfa 43:
Bazen bir polis memuru ya da eyalet polisinden biri onları kovalayıp ceza yazıyordu (veya 0.9 yolu üzerinde üflerlerse onları içeri alıyorlardı) fakat hafta sonları görevde olan dört DuPray polis memuruyla bile tutuklamalar nispeten az gerçekleşiyordu.
0.9 yolu üzerinde üflemek? Bir sorun var bu ifadede.
Özgün metin:
Sometimes a deputy or an SP trooper would run one of them down and write him up (or jail him if he blew .09), but even with four DuPray officers on duty during weekend nights, arrests were relatively rare.
Amerika Birleşik devletleri alkollü araç kullanma sınırı: 21 yaş üstü için kandaki alkol yoğunluğu % 0.08’in altı.
Metinde bahsedilen 0.09, alkol sınırı; üflenilen şey ise alkolmetre.
Bu ufak sorunlar dışında çevirisi ve editörlüğü çok iyi Enstitü’nün. Çevirmen Doğanay Banu Pinter ve editör Duygu Bolut’un ellerine sağlık.
Enstitü, karton kapak ve 612 sayfa. Kapak tasarımı Scribner’dan çıkan Amerika baskısının neredeyse aynısı. Bu iyi bir seçim çünkü Türkiye’deki okurları King’in yurt dışı kapaklarını daha çok beğeniyor. Umarım Altın Kitaplar bu tercihini sürdürür.
Özetle, her şeyiyle iyi bir roman Enstitü, özlediğiniz ve istediğiniz her şey var içinde.
Sizler Stephen King’in Enstitü adlı Türkçedeki son romanını okuma fırsatını buldunuz mu? Eserle ilgili yorum ve eleştirilerinizi Kayıp Rıhtım Forum üzerinden paylaşabilirsiniz.
Belirttiğim çeviri hatalarını 4. Baskıda düzeltmişler (ben 3. Baskıdan okumuştum). Ne güzel.